Umut
Van depreminin hepimizi derinden yaraladığı bir gerçek. Doğanın gücü karşısında insanoğlunun her zaman üstün olmadığını bir kez daha yaşıyor, görüyoruz. Teknolojinin, bilimsel gelişme ve sosyal ilerlemelerin günlük hayatta gözleri körleştirip beyinleri kö
Van depreminin hepimizi derinden yaraladığı bir gerçek. Doğanın gücü karşısında insanoğlunun her zaman üstün olmadığını bir kez daha yaşıyor, görüyoruz. Teknolojinin, bilimsel gelişme ve sosyal ilerlemelerin günlük hayatta gözleri körleştirip beyinleri köreltmesi, günümüz yaşam tercihlerinin TV veya bilgisayar ekranına sığması gibi yapay ve renksiz kurgular döneminde, doğanın bizi sarsması, canımızı acıtması ile insanlığımızı yeniden hatırlayabilecek miyiz?
İnsanların etnik köken, cinsiyet veya diğer ayırımlar üzerinden kategorize edilerek sosyal, hukuksal ve ekonomik ayırımlara tabi kılınması, doğanın gücü karşısında anlamsızlaşıp kendini eşitliğin erdemine, yüceliğine bırakabilecek mi?
Güçlü olanın haklı olması gibi haksız ve adil olmayan bir anlayışın yirmi birinci yüzyılın şu ilk günlerinden bizi alıp yüzyıllarca yıl öncenin ilkel düşünce şekil ve anlam kalıplarına hapsettiğini anlamak için, yok etmek, yok edilmek veya yok olmak dışında bir alternatif yok mu? Doğa, uyumun ve çelişkinin birlikteliği, daha yaratıcı, daha mutlu ve daha güzel zamanlara dair insanın ortak yaşam tercihinin zorunluluğu üzerine bize bir şeyler söylemiyor mu?
“Motorların maviliklere sürüleceği günler” için, büyük anlatıların, siyasi inanç ve düşünsel bağımlılıkların zayıflayıp önyargıların öne çıktığı, hayatların neredeyse sosyalleşmeden kaçarak hani komşunun ne olduğunun, kahve ortamının muhabbet saatlerine dönüştüğü günlerin unutularak, dostluğun ve arkadaşlığın, insana küçük basit, sıradan örnekler üzerinden değer kazdırarak zenginleştirdiği, yalnızlıktan kurtarıp, mutlu kıldığı, yücelttiği insanlaştırdığı günleri hatırlamak çok mu zor?
Mutlak güç peşinde koşanların ve güce, maddi değere tapınırcasına sistem yaratanların dünyası, istendiği kadar allanıp pullansın, istendiği kadar makyaja tabi tutulsun, değişimin ancak eşitsizliği giderici adil tercihlerde bulunarak insana dair kılınabileceğini, beton yığınları altında kalanların hangi sosyal kesim olduğunu görerek anlamak mümkün değil mi?
Hatırlamak ve yapılmaması gerekenleri tekrarlamamak çoğu sorunun önüne geçecek eşsiz bir özellik. Yeter ki hayat bulsun.
Umut olmadan hayat anlamsızlaşır. İster betonun altında bir ışık, bir ses için bekleyelim, ister daha iyi daha özgür bir hayata dair mücadele edelim.
Biz Kıbrıslı Türkler için bugün en çok ihtiyacımız olan şeydir; umut.
Umut, umutsuzluğun en çok hissedildiği yerde yeşerir. Yeter ki onu görebilelim, anlayabilelim. Biraz çaba.