Umut Bir Eylemdir
Umut Bir Eylemdir
Neriman Cahit
Sanırım her zamankinden fazla kullanıyoruz “nostalji” sözcüğünü, özellikle de son yıllarda… Bu sözcük, artık bizi bir özeleştiriye çağırmalıdır. Michael Wood’un sözlerine katılmamak mümkün değil… “Nostalji, bir şeyi kaybetmemişlik duygusuna hitap eder… Genel ya da özel hayatımızda da mutlaka kaybedecek bir şeyler vardır.”
Kaybolmuş saydığımız değerleri, sizi kaybetmeye iten karmaşa içinde bile anlayamıyorsunuz; ancak, en önemli parçası olarak nitelendirdiğimiz “insan imajını” doğa ile birlikte kucakladığınızda, yitirdiklerinizi anlıyorsunuz…
Zor olan işte bu anlarda kendini gösterir…
Kendi dışınıza çıkıp, bu hesabı görebilir misiniz?
Evrensel terk edilmişliğimizi mi, yoksa var olan ve hala arama zorunluluğu duyacağımız, “insan olma” nedenini mi düşünmeliyiz…
Geçen yüzyıllarca yıl, savaşla ve ardından sürükledikleriyle bu sorunları insan önüne koydu… Biz, önce insan olmanın savaşını vermeliyiz… Artık vakit var mı, ondan da kuşkuluyum; fakat, düşünce sınırlarının özgürlüğünde sabahlar kapılarına hala sürgü çekmediğine… Ve, tanyeli ufka çizgiler çektiğine, ışığın oturduğu yer hala kararmadığına göre UMUT var demektir…
Evet Umut…
Umut bir eylemdir…
Ama ne sadece sözde ne de çoğumuzun sandığı gibi, ‘başkalarından beklenen güzel şeylerin olması’ değildir…
Umut, bir kararlılık, bir iradedir…
Umut, ne yapacağımızı bilmek ve bunu nasıl yapabileceğimizi düşünmek ve hedefe yönelik donanımımızı geliştirmek ve bu donanımı kullanma gücümüzü artırmaktır…
Umut, yapacağımıza inanmak ve yapmaktır…
Umut, kararlılıktır… Kararlı olma iradesidir… İnsanın, kendi kararıyla dünyayı değiştirme bilincidir…
Umut, bir eylemdir… İnsana yakışan / en güzel eylemdir…
Artık bilelim ki, umut bizim irademiz ve kararlılığımızdır… Umut biziz…
Peki, toplum olarak biz ne yapıyoruz???
Sadece, her şeyden yakınıyor ama hiçbir şey yapmıyoruz…
Her şeyin düzelmesini istiyor ama bekliyoruz…
Hiçbir şey yapmadan her şeyi istiyoruz…
İyi bir geleceğimiz olsun istiyoruz ama bunu, kimimiz hükümet edenlere biat ederek, kimimiz yalanla dolanla kimimiz duayla, adakla… Ve, sadece çok azımız da savaşım vererek elde etmeye çalışıyoruz…
Özgür olmak istiyor ama bunu bazı otoritelere bağlıyoruz…
Hakkımızı istiyor ama lütuf bekliyoruz.
Demokrasi istiyor ama otoritelere bakıyoruz…
İnsan hakları diyor ama kendimizden başkasına bakmıyoruz.
Eğitim diyor ama ucundaki paraya bakıyoruz…
Meslek diyoruz ama toplumdaki itibarını görüyoruz…
İstemediğimizi kuzu kuzu yapmayı sürdürüyoruz…
Umutsuzuz, gerçekten umutsuz ve mutsuzuz…
Çünkü, umudu hak etmiyoruz…
Hak etmediğimiz hiçbir şey de doğal olarak bizim olmuyor…
***
Bir süredir, hep ağırlıklı olarak toplum olarak içine itildiğimiz karmaşayı algılayıp – çözümlemeye uğraşıyorum. Lise, Öğretmen Koleji ve İlk Öğretmenlik yıllarımı… O, bizim neslin sıkı sıkıya sarıldığı: ‘Atatürkçü inancı…’ Sonra sosyalizm ve tüm bunların sarmalında gerek yazarak gerekse okulda ve meydanlarda aralarında bulunduğum o soylu tepkilerle örtüşmüş, savaşımın her yönünde…
Bu toprağın insanının yüzlerce yıldır ışıyan insancıllığı, tüm sevecenliği, alçak gönüllülüğü ve ödün vermezliğini özümsemiş bir nesil.
Kendimizden evvel toplumun onurunu, yaşam mücadelesini ve haklarını, kendininkinden önde tutan bir nesil…
Her şey zamanla ne kadar çok değişti…
Bireysel ve toplumsal ‘kör çıkarlar’ gelip toplumun baş köşesine kuruldu… Yüksek sesle konuşulmayan, hep göz ardı edilen han-ı yağma sonuçta tüm güzel – insancıl özelliklerimizle birlikte geleceğimizi de kemirip bitirdi.
En büyük hatalarımızdan biri de, eğitimimize ve gençliğimize önem vermemek oldu… Ne yapacağını pek bilmeyen, onların eksiklik ve geleceklerini önemsemeyen ‘kendine buyrulanı-topluma buyuran’ eksik ve sorumsuz yönetimler… Yöneticiler…
***
‘Nostalji’ ile başladım, söz yine ona geldi, dayandı… Aslında nicedir, nostalji, ürkek bir güvercin gibi içimizde kanat çırpıyor…
Uzunca bir suskunluk ya da ansızın dağları çınlatan bir öfke gibi… ‘Özlemin’ tüm yüreğimize çullandığı… Çok daha başka ve büyük boyutlarda da ulaştığını hissediyor, yaşıyoruz…
Nicedir, ‘yaşam cümbüşünden’ elimizi ayağımızı çektik; aslında, çektirildik… Her şey bize çok görüldü ve başımıza vurula vurula elimizden alınmaya başlandı…
Başımızı kaldırıp da, tüm bunların üstesinden gelme zamanı ise geçti… Geçiyor…
***
Sözümü Nazım Usta’nın dizeleriyle bitireyim…
“Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerimizdedir / Haklı günler, büyük günler / Gündüzlerinde sömürülmeyen / gecelerinde aç yatılmayan / ekmek, gül ve hürriyet günleri…
----------------------------------------------------------------------------------
Bilgi Toplumuna Geçiş…
Bir dostla başladığımız ‘sohbet’, çoğu kez olduğu gibi, belli bir konuya gelip dayanarak, ‘tartışmaya’ dönüşüyor…
Konumuz çoğu kez olduğu gibi: ‘Toplumsal konular’ ve bizim toplumumuzun “çatışma” yerine ne zaman ‘bilgi toplumuna’ dönüşebileceği… Arkadaş kolay sinirlenir ya, ben de ilk adım olarak damarına basıyorum: ‘Tarım Toplumu olmayı bile beceremeyip yerinde sayan bir toplum için sence ‘o ihtimal’ için kaç yıl gerekiyor?
Yüzünün gerilmesinden saldırıya geçeceğini anladığım için daha erken davranıyorum:
• Biliyorsun: “Tarım Toplumu – Endüstri Toplumu – Bilgi Toplumu” diye evreleri yaşarken dünya… Derken sözümü kesiyor:
• Maşallah, öğretmenliğin üstünde… Başlıkların içeriğini de tartışalım öyleyse… diye sınamaya çağırıyor… ‘Eh, kaçınılmazsa hade başlayalım’ diyerek ‘Tarım Toplumu’ ile ilgili bilgileri toparlamaya çalışıyorum kafamda:
• TARIM TOPLUMU
Genelde, ‘kan bağına’ dayalı akrabalık dayanışmalarını öne çıkarmıştır. Ve bizde, bugün dahi yaşayan nitelikler, o günlerin kültürünü yansıtıyor. ‘Ağalık’ vardı. “Ve Ağalık, tarım toplumunun” iktidar gücünü temsil ediyordu…
• ENDÜSTRİ TOPLUMU
Bu sosyal rolleri değiştirerek, “Beyefendi” sözcüğünü geçerli kılmış ki anlamı ise: Kibar, incelikli, zarif davranışlı olan: “Kentteki Erkek” anlamını taşıyordu… Aslında, ‘Endüstri Toplumu’ ‘KENT’ – demektir. O yüzden, sosyal roller ona göre isimlendirilmiştir. Ve, sosyal rollere: “Vatandaş, Yurttaş” gibi yenileri eklenmiştir.
• İKTİDAR OTORİTESİ: Tarım Toplumu’nda ‘aile rolleri’ tarafından belirlenirken… Endüstri toplumunda: “Parayı ve malı yönetenlere” geçmiş ve ‘Sosyal Roller’ yeniden belirlenmiştir; ki, bu roller günümüzde de sürmektedir…
***
GELELİM BİLGİ TOPLUMUNA:
Bilgi Toplumu, bu ‘Sosyal Rolleri ve Niteliklerini’ değiştirmiştir…
Öncelikle: Yönetici Sorumlulukları ve Rolleri: “Ortak Çalışmayı Düzenleyici Koordinatör “ olarak değişmiştir; Çünkü, ‘Bilgi Toplumu’nda, herkes kendini yönetecek, kimsenin başkasını yönetmesi gerekmeyecektir… Çünkü: Kişilerin, kendilerini yönetmelerini ‘zorunlu’ kılacaktır. Kendini yönetemeyen kişi ise, ‘Bilgi Toplumunun’ istediği işi yapamayacaktır… Daha çok, kendini ‘sürekli geliştirebilen insanlara’ başarı şansı verilecektir…
Ve böylece: Masanın arkasına kurulup da sağa-sola emirler verip, önem kazanan kişiler “oyun dışı” kalacaklardır.
Yani, eski toplumun, ‘amcaları – dayıları’ yavaş yavaş emekliye ayrılacaklardır… (Bizimkisi gibi toplumlarda bu süreç çok yavaş işlese de…)
Öğretmenler de, geleneksel otorite odağı olan rollerinden vazgeçerek: ‘ÖĞRENCİ İLE BİRLİKTE BİLGİ ÜRETEN KİŞİ” olmayı başaracaklar… Ve, bu yeni ‘sosyal rolleriyle’ daha işlevsel olduklarını göreceklerdir…
***
İş hayatı da değişecek, geleneksel “Patron” rolü işlevini değişecektir… Patron da çalışan da belki farklı ama daha eşitlikçi bir platformda buluşacaklardır… Ve, daha adaletli bir gelir dağılımı gerçekleşecektir…
Tabii, bunu başarmak bizim gibi toplumlar için çok zor olacak, zaman alacak… Ama olacak…
Ve, başarılacaktır…