Umut vardır. Bizdedir. İnat edeceğiz.
Dün işimi bitirip Mahkeme’den çıktığımda, hemen arka sokaktaki Işık Kitabevi’ne uğradım. Uzun zamandır vakit ayırıp gidememiştim. Oysaki kitaplarla haşır neşir olmak için vakit yaratmak gerekir, ayırmak değil. İçine sıkıştırıldığımız sığlık ve bayağılıktan bir süre bile kurtulabilmenin, başka bir dünyanın var olabileceği inancını pekiştirmenin en güzel yoludur okumak, düşünmek ve ardından dönüşerek yola koyulmak.
Bir grup lise öğrencisi vardı içeride. Öğretmenleri ile birlikte Lefkoşa turu yaparken gelmişler. Bazısı meraklı bakışlar ile raflar arasında geziniyor bazısı ise can sıkıntısıyla gidecekleri zamanı dışarıda bekliyordu. Niye geri duruyorlar diye geçirdim aklımdan, ilgilerini çekmeyen neydi acaba? Adeta bir huzursuzluk hakimdi yüzlerinde, aceleleri vardı. Bir yere yetişme telaşı sarmıştı zihinlerini. Hâlbuki memleket yerinde sayıyor, bir yere varmıyor hatta gerisin geriye gidiyordu. O’nu kaçırmaları mümkün değildi. Peki bu kaygı neyin nesiydi?
Sonra dedim ki kendi kendime: “Bu gençlerin kaçı bu ülkede kalacak acaba, kaçı bu ülkenin geleceğine adını yazdıracak, kaçı Kıbrıs’ı kendine memleket biliyor ya da bilecek?” Keskin bir acı hissettim yüreğimde. Ne verebildik ki onlara? Kocaman bir hiç. Şimdilerde yüksek öğrenimini devam ettiren abileri ablaları aylardır burs alamıyorlar. Eğitimlerini tamamlayıp bir hayat kurmak isteyen gençler ya adanın güneyine yüzünü dönmüş ya da adadan fersah fersah uzaklardaki ülkelere.
Çıkardıkları yapay tartışmalar ile sözde hükümet krizleri yaratan yöneticilerimizin yapıp ettikleri ortadayken, tersine göçü onlardan talep etmeye hakkımız var mı? Yine de inat ediyorlar, direniyorlar. Hem de 1 Nisan’dan beri. Bu satırları okuyan sizler, başbakanlık önündeki Direniş Nöbeti’ne henüz gitmediyseniz, bugün gidin. En azından tükenen umudunuz yeşerecek, geleceğe dair inancınız ufak da olsa filizlenecektir.
***
İçteki kısır ve birbirini peşi sıra takip eden, dünün – bugünün – yarının aynı olduğu adeta bir kısırdöngüye giren gündemimizde, sadece “hükümet krizi” var. Kim bakan olmuş, kimi Türkiye Cumhuriyeti onaylamış - kimi onaylamamış… Başbakan Sucuoğlu ilk hükümeti kuracağında da TC Elçiliği’ne gitmemiş miydi? Hani o malum karmaşanın yaşandığı dönemde. Kendini cumhurbaşkanı sayan ve aslında esas yetki kendisinde olan Ersin Tatar da sesini çıkarmamıştı. Ne de olsa kendisi de soracaktı büyüklerine, “sizce uygun mu padişahım?” diye.
Diyeceğim o ki; dik duran, kendi iradesine sahip çıkan kılığına girmeye çalışan ama kostümü üstüne bir türlü oturmayan “toplum kahramanı” senaryosu bir türlü tutmadı ve tutumayacak. Ara sıra çıkıp toplum içinde dolaşın, en azından halini hatırını sorun insanların. Mesela 6,090 TL veya biraz üstü maaş ile geçinmeye çalışırken kaç tane takla attıklarını anlatsınlar size.
Tabi o mahallelere seçim dışında da uğruyorsanız. Malûm siz, havaalanı inşaatı kendisine armağan edilen şahısların evlerinden denize uzanan ahşap iskelelerin iznini vermekle, güzelim sahillerimizi peşkeş çekmekle meşgulsünüz. Hem de yapılması uygun bulunmadığına yönelik uzman raporları olmasına rağmen.
***
Geçtiğimiz gün tahlil yaptırmak için devlet hastanesine gittim. Ne hastalar ne doktorlar ne sağlık çalışanları mutlu. Bir adam küfür ederek bağırıyor: “Elin p….. seçtik, ne ilaç var memlekette ne bir b…” Hâlbuki Sağlık Bakanı Ali Pilli, 8 Nisan 2022 günü yani ayın başında sevimli gülümsemesi ile: “Bu ayın sonuna doğru tüm ilaçlar gelecek” diye açıklama yapmıştı. Tıpkı 25 Kasım 2021 tarihinde ilaç sıkıntısının 10-15 güne kadar giderileceğini söylediği gibi… Arşive dalınca insanın canı daha da acıyor, memleketin getirildiği çıkmazdan utanıyor.
Siz utanmıyor musunuz pek muhterem iktidarsız muktedirler, UBP – YDP – DP hükümeti ve Ersin Tatar? Utanıyorsanız, en azından şu soruları tüm açıklığı ile cevaplamanız gerekir.
- Anayasa gayet açıkken, Cumhurbaşkanına sunulan kabine değişikliği niye onaylanmadı ve sadece zaman kaybına neden olan kötü bir senaryo sahnelendi?
- İmzalanıp tamamlandığı söylenen ekonomik protokolün içeriği nedir? Niye hâlâ açıklanmadı?
- Yaşadığımız ekonomik yıkımın nedeni olarak gerçekten Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi olarak mı görüyorsunuz? TL kullanımı ile alakası olmasın, ha? Ne dersiniz?
- Bir de kişisel merakımı gidereyim. Üç tane kadın vekiliniz ve tabi ki Meclis dışında da kadın yol arkadaşlarınız olmasına rağmen, ısrarla niye askeri kışla görünümünde bir kabine listesi belirliyorsunuz? Kadınlar sizin eşitiniz değil mi? Bir de “eşit egemen devlet” lafları ediyorsunuz ya! Siz eşitlikten ne anlarsınız bayım?
***
Kitabevine gittim dedim ya. Orada bir eski dost ile karşılaştım. Yakın zamanda terk ediyor ülkeyi. Ama geri dönme fikri de aklının bir köşesinde. Mağusa Belediyesi çalışanıydı. Batık, aylardır maaş ödeyemeyen, çalışanlarının bir kısmı şirkete devredilip daha da sömürülen, sonra yeniden münhal ilan edilip durum karmaşıklaştırılan belediye.
23 Nisan günü cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Mehmet Tunç Yılmaz: “Ben Cumhurbaşkanı olsam, zamları düşürürdüm. Fiyatları düşürerek, herkesin ihtiyaçlarını almasını sağlardım” demişti. Pek bilmişler, cumhurbaşkanının yetkisinin o olmadığını söyleyip komik duruma düşebilir. Ama biz biliyoruz ki Yılmaz, ülkenin sorunlarını yöneticilerden daha iyi görebilen, ihtiyacı saptayabilen bir ilkokul öğrencisi.
Dedim ya, umut var – bizdedir – inat edeceğiz. Gelecek güzel günleri birlikte, yeniden, dayanışma ile kuracağız…