‘Üniversiteler ülkesi’ olmak
Bir ülkede “üniversiteler” olması başkadır.
“Üniversiteler ülkesi” olmak bambaşka…
Elbette bunu anlamak için 5 saat İngiltere’ye uçmak, bizim evladı Durham Üniversitesi’ne kaydetmek şart değil.
Yine de Durham deneyimi bu gerçeği bana çok daha iyi anlattı.
***
Kıbrıs’ın kuzeyinde “üniversiteler” vardır.
Ve evet, bu üniversitelerin çoğu da “tırnak içinde” üniversitedir.
Burası “üniversite ülkesi” falan değildir.
Çünkü odağında “öğrenci” yoktur.
Para vardır!
Hırs vardır!
Diploma vardır!
Rant vardır!
***
Üniversitelerin de odağı öğrenci değildir, kentlerin de…
Bir de şu soruyu yöneltmek gerekir:
“Üniversitelerimizin odağında eğitim ne kadar vardır?”
***
Elbette birkaç iyi üniversitemizin geçmişine, üretimine, çabasına saygı duymalıyız.
En azından niyetleri iyidir.
Ama ne yazık ki iyi üniversiteleri güçlendirmek, desteklemek ve kaliteyi artırmak öncelik olmamıştır.
***
Öğrenciler “kriter olmadan” gelip, kayıt yaptırıyorlar.
Üniversitelerimiz bununla meşhurdur.
Kimileri “aldatılarak” getiriliyor, nerdeyse…
Kendi öğrencilerimize yani Kıbrıslı öğrencilere “sıfır kriter” uyguluyoruz ki, en önemli kötülüğü kendi çocuklarına yapmak, bir ülke için nasıl bir “gözü dönmüşlüktür” böyle!
***
“Bu sektörde para var” diyen bir dolu insan, hiçbir eğitim gailesi ya da geleneği olmadan sektöre balıklama dalmıştır. Birileri gelmiş, “50 bin öğrenci olacak” demiş, bir başkası “100 bin” diye hedef yükseltmiştir.
Ama örneğin “öğrencilerin toplu ulaşım sistemi”ni sorgulamamıştır kimse!
Yurtların ya da yerleşkelerin planı yapılmamıştır.
Kentlerin öğrenci ve üniversiteyle bütünleşmesi için sosyal ya da ekonomik programlar oluşmamıştır.
Profesörlerin, öğretim üyelerinin, akademisyenlerin yeterliliği için bir iddia ortaya konmamıştır.
***
Durham!
Neredeyse her beş yüz metrede bir durak var.
Ve sabah gün doğumundan gece yarısına kadar yarım saat arasında otobüsler geliyor, kentin dört bir yanına servis yapıyor.
Duraklarda otobüs saatleri yazıyor.
16:42 diyor örneğin…
Tam da o saat geliyor!
Öğrenciler için her yerde “indirim” var, her mağazada…
Güvenli, huzurlu, tertipli, güler yüzlü bir kent…
***
65 bin gibi nüfusu var kentin ve tek bir üniversitesi!
Tüm kent üniversiteyle ve öğrenciyle bütünleşiyor, kentin kalesinde dahi öğrenciler konaklıyor, kütüphane var, sınıflar var, tarihi eserde bile!
Üniversite değil sadece, her bir fakülte ayrı ayrı kampüse sahip, düşünsenize…
Eğitim kalitesi anlamında dünya sıralamaları ortada zaten!
Hem üniversitelerin, hem de akademisyenlerin!
***
Evet, burada, sayısını bilmekte zorlandığımız kadar çok üniversite var.
Ama odağımız “sayı”dır.
“Kelle hesabı” üzerinde “kârlılık” ölçüyoruz.
O nedenle zaten mahkeme koridorları “öğrenciden” geçilmiyor.
Ve o nedenle, bir araba trafik kazası yapıyor, içinden üniversitelere ve elçiliklere ait “sahte ve ıslak” mühürler fışkırıyor.
Gıdı Gıdı !
Geride bıraktığımız haftada iki açıklama toplumun geniş kesimlerini gülümsetti.
Birini Başbakan söyledi:
“KKTC dünyada kendini kabul ettirmiş ülkedir.”
Bir diğerini Başbakan Yardımcısı:
“Türkiye’den talimat almıyoruz.”
***
“KKTC siyasetinde yılın şakaları” diye şimdiden liste başına yazarım.
Thomas, Antalya ve pasaport
Ertesi gün Thomas Cook’la uçacaktık, İngiltere’ye…
Uçamadık.
178 yıllık şirket “batmak” için bizim uçacağımız günü bekledi (!)
Larnaka-Newcastle yapacaktık, direkt uçuşla…
Kendimize hemen, telaşla yeni bir seçenek aradık.
(Cyprus XP Travel’deki dostlara da bu vesileyle teşekkürler…)
Günün sonunda Ercan-Antalya-Newcastle yaptık, neredeyse aynı paraya…
Önce Pegasus, ardından Jet2 ile uçtuk.
***
Bu deneyimden birkaç not çıkarttım.
- Özellikle Ercan-Antalya-İngiltere hattı Kıbrıs için yeni bir pazar olabilir.
(İstanbul havaalanı çok yorucu, Antalya’ya uçuş mesafesi de kısa…)
- ‘KKTC’ pasaportu için 400 TL ödüyorsunuz oysa Türkiye’de Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportuna 20 dolara vize alabiliyorsunuz. Hem de online!
- Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportuna sahipseniz eğer ‘KKTC Pasaportu’ gerçekten işlevsiz kalıyor.
- Dünyanın belki “en az işleve sahip” pasaportunun “en pahalılar” arasında olması da ayrı bir garabet!
***
Dönüşü de NewCastle-Larnaka hattından yaptık.
Antalya’dan uçtuğumuz, Jet2 Havayolları’yla, yine…
Pilot bir ara İstanbul üzerinden uçtuğumuzu anons etti.
Gökyüzünde sanırım sınır kalmadı, şimdi sıra, yerdekilerde!
İnsan
İngiltere’de, Durham’da bir hafta boyunca, onlarca inşaat gördüm, onlarca inşaat işçisi…
Tek bir işçiye dahi rastlamadım, başında bareti ya da kaskı olmadan çalışan…
“Medeniyet” desek yeter mi sizce?
İlker abi
İlker abiyle en son bir kaldırımın üzerinde laflamıştık, Girne Kapısı’nın az ilerisinde, hani o on binlerin buluştuğu meydanda bir yerde…
Belki üç sene önceydi, belki beş…
İnsana “dün” gibi geliyor bazen, bir bakmış, seneler geçiyor.
Tam da bedenine yerleşen bir “solculuğu” vardı.
Ne eksik, ne fazla!
Öyle sloganlara sarılmayan, bilgelikle örülmüş, coğrafyasına hasret ve sevdalı bir yerden…
“KKTC düzeni”ne hapsolmamış ütopyası dipdiriydi halen…
Ada yarısına dair en büyük isyanı da buydu zaten: “KKTC içine hapsedilmiş siyaset…”
Belki şanslıydı, uzaklarda yaşadığı, buraların kirli iktidar oyunlarına yanaşmadığı, bu köhnemiş düzene elini uzatıp kolunu kaptırmadığı, 74 sonrasının dayanılmaz menfaat kuyularına yuvarlanmadığı için!
Sol yüreği lekesiz kaldı.
Ve adeta “sürgün” edildiği yurduna, tabutla geldi, ölümünü dahi kimselere hissettirmeden…
Bu adayı “bütün” sevmişti ya…
Şimdi o çok sevdiği yurdun toprağına karıştı, bir tohum gibi…
Bir gün, umarım bir gün yeşerecek…
Hani rengarenk çiçekler açacak ya, İlker abi olacak onlardan biri…
Ne demişti?
“Kıbrıs’ta bağımsızlık ve barış, ancak ve ancak bağımsızlıktan ve barıştan yana güçlerin ortak mücadelesi ile mümkün olabilir…”
Hep hatırlanacak.