Unuttukça İçimiz Çürüyor
Ülkede yaşanmakta olan ekonomik çöküntüye, bir de zincirleme işlenen suçlar eklendi. Toplum olarak rahatsız, bir o kadar da huzursuz bir ruh hâline bürünmeye başladık. Hatta buna dikkat çekmek isteyen bir milletvekili, kendini korumak için arabasında beyzbol sopası ile gezdiğini söyledi. Türkiye’deki basın camiasının kullandığı tabir ile, 3. sayfa haberlerinin gündemimizi meşgul etmesi, güvenlik endişesini de yükseltiyor. Kadınların karanlık sokaklarda ve şehirlerin izbe yerlerinde yürümekten çekinmeye başlaması, ormanlık alanlarda bulunan cesetler, evlerimizin ve arabalarımızın ağır kilitler altında saklanmasına duyulan ihtiyaç, çocukların istismara uğraması gibi olaylar gündelik konuşmalarımızın içinde bolca yer kaplıyor. Peki, bunlar ilk defa mı yaşanıyor?
Uzun zamandır, çeşitli toplumsal grupların yaşadığı şiddet hikâyelerini çok çabuk unutuyoruz. Kadınlar kocaları, sevgilileri tarafından öldürülüyor, çocuklar cinsel istismar başta olmak üzere kendilerinin bakımından sorumlu kişiler tarafından mağdur ediliyor, yabancı öğrenciler aniden yaşadıkları apartmanların en üst katından en aşağıya süzülen bedenleri ile memleketimize veda ediyor, gece kulüplerinde çalıştırılan seks kölesi kadınlar sömürünün en ağırını yaşıyor, inşaat tepelerinde güvenliksiz ve güvencesiz çalıştırılan işçiler teker teker iş cinayetine maruz kalıyor, ülkelerindeki savaş ve çatışma ortamından can havliyle kaçan sığınmacılar – mülteciler Kıbrıs’a girmek isterken gerisin geri ölüme gönderiliyor, vicdani ret hakkı hükümetin her türlü sözüne rağmen yasallaşmadığı için zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmek istemeyenler hapse mahkûm oluyor hatta sırlar içinde ölüme yöneliyor. Bunların hepsi yaşadığımız coğrafyada vuku buluyor. Hem de bir kereye mahsus değil. Her ne hikmetse unutuyoruz, bir süre eleştirip sonra hayatımıza kaldığı yerden devam ediyoruz.
Kıbrıs Türk toplumunun hafızasında yaşanan erozyon, aslında geçmişe dayanıyor. Milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı üzerinden şekillendirilen tek yönlü algılama ve hatırlama pratiğine alışmış durumdayız. Savaşta tecavüze uğrayan kadınların acılarından tutun da toprak altında bulunmayı bekleyen kayıplara kadar, çatışma anlarında işlenen onca suçu yok saymayı tercih ediyoruz. Belli ki güneyde yaşayan toplum da, söz konusu kadınlar olunca acıları hatırlamayı tercih etmiyor ki, savaş tecavüzlerini 2016 yılında konuşmaya başlayabildiler. Biz ise Doğuş Derya’nın savaşta yaşanan ve savaş suçu sayılan tecavüzlere ilişkin yaptığı Meclis konuşmasından sonra ya O’na hakaret etmeyi ya da kendi aramızda yaşananları kınamayı seçtik. Yok saydık, sorumluları cezalandıramasak bile vicdanlarımızda dâhi gerçek anlamda mahkûm edemedik.
Tüm bunlar geçmişimizde varken ve bugünümüzü de işgal etmeye devam ediyorken, hangi güvenlikten bahsedebiliriz? Daha geniş bir perspektiften bakıp, kendi içimizde üretilmeyen ve dışarıdan kurulan bir güvenlik sisteminin, bizi ne kadar koruyacağını konuşmak gerekiyor. Kıbrıs Sorununun en ateşli konularının başında sayılan “Güvenlik ve Garantiler” meselesini ele alalım. Resmin tamamının, geçmişten bugüne kadar çizilmesi ile, ne kadar da yapay bir kurtarıcıya sığınmakta olduğumuz ortaya çıkıyor. O yüzden toplum olarak elde etmek istediğimiz güvenliğin, bizden başkası tarafından tesis edilemeyeceğinin bilincinde olmalıyız. Kendisine muhalif olan her kesimi, tek bir sözü ile yıllarca tutuklu bırakabilen ve hukuk dışı gerekçelerle hapseden bir devletin, güvenliğimizi sağlayacağını söylemek hayaldir. Feminist ablamız Simone de Beauvoir’ın da dediği gibi: “Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur”.
Gelelim hatırlama konusuna. 2018 yılının en başarılı Türkiye dizileri arasında sayılabilecek Şahsiyet, toplumsal hafızanın önemi ve unutmanın yarattığı yıkımın hangi boyutlara varabileceği konusunda bizi uyarıyor. Senaryosunu Hakan Günday’ın yazdığı ve başrollerinde Haluk Bilginer ve Cansu Dere’nin oynadığı dizinin her dakikası kendinizi sorgulamanıza neden olsa da, özellikle bu cümle çok önemli: "Sen zannediyor musun ki bir tek Alzheimer olan sensin? Herkes hasta, hepsi hasta. Yarın bugün bir milli maç olur, herkes her şeyi unutur. Bu millet neleri unuttu, seni mi unutmayacak, sen kimsin ki, alt tarafı bir katil, alt tarafı bir cinayet haberi". Tam da bu yüzden artan suç oranları hakkında yorum yaparken, dönüp bir de aynaya bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Unuttuğumuz ve zamanında gereken cevabı vermediğimiz sürece, bu veba tüm bedenimizi saracak. Sonunda hepimiz birer maktul olacağız.