Utanç
Çünkü Kıbrıslı Türkler olarak yüzleşme ve samimiyetimizi sorgulamamız gereken pek çok konuda sınıfta kaldığımız gibi Varosha/Maraş konusunda da sınıfta kaldık
Mine Balman
[email protected]
Bellek çalışmaları, 20. yüzyılın sonunda, yeni bir yöntem olarak, belleğin geçmişi hatırlamak için bir araç olarak kullanımını inceleyen, yaşantıların anlamlandırıldığı ve anlatıların gelecek nesillere aktarıldığı; tarih, sosyoloji, psikoloji, kültür çalışmaları ve antropoloji gibi farklı disiplinlerin harmanlanarak yürütüldüğü disiplinlerarası bir alan olarak ortaya çıktı. Özellikle küçücük adamızda olduğu gibi savaş ve çatışma yaşamış coğrafyalarda, hem birseysel hem de toplumsal hatırlama-unutma süreçlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamasından dolayı, bellek çalışmalarının yürütülmesi oldukça önemli ve gerekli bir alan olmuştur.
Adamız bölününce, her iki tarafta da farklı kurgulanan resmî tarihler, milliyetçi propogandanın ve kimlik inşaasının bir aracı olarak kullanılmaktadır. Siyasi elitler ve egemenler, kendi çıkarlarına uygun şekilde toplumları şekillendirmek üzere bir politika ortaya koymuşlardır. Adamızın güney yarısında “Unutmayacağım, Unutturmayacağım” sloganı ile vücut bulan ve belleği canlı tutmayı ve hatırlamayı hedef alan bir yaklaşım geliştirilmiştir. Kıbrıslı Rumlara 1974’te zorla terk etmek zorunda bırakıldıkları evlerine, köylerine, hayatlarına dönmeyi hedef koyan bir resmî ideoloji oluşturulmuştur. Adamızın kuzey yarısındaki resmî tarih ise tam tersine “Bir daha asla” sloganı ile 1974 öncesine ait iyi ve kötü tüm yaşantıların, anıların ve belleğin tamamen unutulmasını, hatırlanmamasını ve bir daha o döneme dönülmemesi gerektiğini vurgulayan Taksimci bir ideoloji ile kurgulanmıştır.
İstisnalar saklı kalarak, tüm bunlar, toplumun geçmişle ilişkisini bozmakta, yaşam deneyimlerini yorumlama ve aktarma süreçlerini etkilemekte ve kendi geçmişleriyle çatışmalar yaşayan bireyler yaratabilmektedir. Travma, travmaya bağlı unutma veya travmanın nesillerarası aktarımı ve canlı tutulması, bireysel olan bellek ile toplumsal olan belleği kesiştirmektedir. Adamızın her iki tarafında da pompalanan resmî tarihlere inat, Kıbrıs’ın kuzey ve güneyinde bireysel yaşam öyküsü anlatıları işte bunları yıkma ve alternatif yaratma anlamında oldukça önemlidir. Unutulan veya unutulmak istenen, hatırlanan ama bastırılan anlatıları çıkarmak, “geçmişle yüzleşme” süreçleri için oldukça önemlidir. Toplumlar açısından “geçmişle yüzleşme” geçmişten daha çok bugüne ve geleceğe ilişkin önem arz etmektedir. Bireysel yaşantılar üzerinden tarihsel gerçeklerin ortaya konması, toplumsal hafızanın güçlenmesine fayda sağlamaktadır. Geçmiş yaşantıların görünür ve bilinir kılınması, anlaşılması, hem toplumsal iyileşmeyi gerçekleştirir hem de empati ve birlikte yaşama arzusunu kalıcı kılar.
Bu bağlamda, yakın geçmişteki diğer pek çok yaşantı gibi, Varosha/Maraş ile alakalı belleğin hatırlanması, hatırlatılması, empati ortamı oluşturulması ve geçmişle yüzleşilmesi oldukça önemlidir. Varosha/Maraş ile ilgili kendi belleğimi yoklarken, Varosha/Maraş'a dair bellek bir kitap olarak yazılsa, kapağında kocaman harflerle “UTANÇ” yazardı diye düşünüyorum... Kitabın her bir sayfasında ise maalesef ayrı bir utanç hikâyesi yer alırdı. 1974’ten önce, denizi, kumsalı, otelleri ve modernliğiyle Akdeniz’de örnek gösterilen bir şehir olan Varosha/Maraş, 1974 ve sonrasından günümüze kadar uzanan farklı dönemlerde ayrı bir utançla anılmaktadır. Bu kitapta, 1974’te Varosha/Maraş’ta korkunç savaş yaşantıları deneyimlemiş insanların yaşantıları her okuyanı insanlığından utandıracak şekilde yer alırdı.
Türk askerinin Varosha/Maraş’tan ayrıldığına dair yayınlanan haberlere güvenerek şehre geri dönenlerin arasında eşlerinin ve ailelerindeki diğer erkeklerin öldürülmesine şahit olan kadınlar bulunmaktadır. Bir yanda tecavüze uğrayanlar, diğer yanda meyve bahçelerinde topluca kurşuna dizilerek katledilenler, hatta katliamdan kaçmayı başaranlar vardır. Bebek, çocuk, yaşlı 10-15 kişi bir arabaya doluşarak kaçanların anlatıları yer alırdı. Varosha/Maraş'ta kaybedilen Kıbrıslı Rumlar hâlâ kayıp listelerinde yer almaktadır. Reşit olmayan Kıbrıslı Türklerin ellerine silah verilerek çoluk çocuk, yaşlı, genç bakılmaksızın intikam almalarının telkin edildiği bugün hâlâ anlatılmaktadır. Bunlar, bugünden geriye bakarak yüzleşmemiz gereken ve utanarak hatırlayacağımız yaşantılardır.
Evlerini, yaşantılarını, eşyalarını, işlerini, anılarını, aile bağlarını, denizi, kumsalı geride bırakıp bir daha dönmemecesine koca bir özlemle yaşamaya zorlanan Varoshalılara/Maraşlılara yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi de ganimetti. Ganimetle, binaların içlerini boşaltmakla, kendilerine ait olmayan, başka insanların eşyalarını, anılarını ve umutlarını çalarak Kıbrıslı Türklerin utanç çizelgesine kocaman bir çentik daha atılmıştır. Kıbrıslı Türklerin ganimetteki iştahını kanıtlarcasına binalarda kapı, pencere, fayans, mermer hatta bazı yerlerde tuğla dahi bırakılmamıştır. Müzakereler sırasında pazarlık olarak kullanmak üzere kapalı tutulan Varosha/Maraş, zaman içinde hayalet şehir olarak anılmaya başlandı. Pek tabii ki ganimetle viraneye döndürülen binaların görüntüsü de bu ismi ve imajı beslemiştir.
2003’te geçişler açıldıktan sonra Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar, 29 yılın ardından geride bırakmak zorunda kaldıkları evlerini, köylerini, bahçelerini gidip görebilmişti. Ancak Varoshalı/Maraşlı Kıbrıslı Rumlara bu fırsat verilmedi. Varosha'nın/Maraş'ın özel askerî statüsünden ötürü dikenli tellerden içeri adım atmalarına dahi izin yoktu. Kuzeyde evini yerini bırakan Kıbrıslı Rumların genelinin aksine, yıllarca evlerine, yuvalarına duydukları özlem, geçişler başladıktan sonra dahi dindirilememişti. Varoshalı/Maraşlı Kıbrıslı Rumlar sabah uyanınca ilk olarak o eşsiz denizi görebilme düşünü yaşamaya devam ediyorlardı.
Varosha/Maraş’ın yasal sahipleri bu şekilde bir çıkmaza sürüklenirken, plajın bir kısmı ve birkaç otel, restorant asker tarafından kendi personeli ve ailelerinin kullanımı için açıldı. Pek çok asker ve ailesi, o ulaşılması yasak olan denizde yüzme, kumsalında güneşlenme fırsatına sahip oldu. Empatiden yoksun, ayrıcaklı ve fetihçi bir zihniyetle sosyal medyada fotoğrafların paylaşılması ise bizim için ayrı bir utanç sebebi oldu.
2006 yılında “Genel Kazı, Kimlik Tespiti ve Kalıntıların İadesi” projesini başlatan Kayıp Şahıslar Komitesi, 2017 yılında Derinya’da kazı gerçekleştirip dört kişiden geride kalanları çıkarttı. Ancak 15 yıl boyunca özel askerî statüsünden ötürü Maraş’ın içerisinde hiçbir kazıya izin verilmedi. Bu bölgedeki kayıpların 47 yıldır nerede gömülü oldukları hâlâ bilinmiyor. Anneler çocuklarının, kadınlar eşlerinin, çocuklar annelerinin babalarının bulunmasını hâlâ bekliyorlar. Oysa ki, Kıbrıs’ın geneli ile kıyaslarsak, Maraş’ın 1974’ten beri özel statüdeki kapalı bir alan olmasından ötürü, yapılaşmanın olmamasının yanı sıra, toprağın işlenmesinin ve insanların müdahalesinin imkansız olmasından ötürü orada gerçekleşecek kazılarda kayıplardan geriye kalanlara ulaşılabilmenin diğer bölgelere kıyasen daha muhtemel olduğu bir gerçektir. Yıllardır umutsuzca bekleyen kayıp ailelerinin acılarını görmezden gelmek, umursamamak, acıları iyileştirmek için en küçük bir kaygı duymamak yıllarca bu konuda irade koyamayan siyasetçilerin utancıdır!
Müzakerelerin çıkmaza girmesinin ardından, iyi niyet gösterilerek Varosha/Maraş, BM kontrolünde açılıp yasal sahiplerinin kullanımına imkân verilmesi ve “hayalet şehir” utancından kurtulmamız için bir fırsat olarak değerlendirilebilirdi. Bunun yerine, "Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı" tarafından, Varosha/Maraş’ın Türk yönetimi altında yerleşime açılacağı söylemleri geliştirildi, envanter çalışması başlatıldı. Ağustos 2019’da 45 yılın ardından ilk kez gazetecilerin toplu olarak girip görüntü almasına ve görüntülerin tüm dünya ile paylaşılmasına izin verildi. Yıllar boyunca Maraş’ın tellerinin yakınında dahi fotoğraf çeken herkes tutuklanıp mahkemeye çıkarılırken, bir anda politika değişikliğiyle, egemenler kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde fotoğraf servis edilmesine fırsat yarattılar. Bunu yaparken de, şehrin özlemini duyan insanların ne hissedebileceğine dair hiçbir kaygı duymadılar.
Şubat 2020’de TC Büyükelçiliği organizasyonu ile Türkiye Barolar Birliği Kıbrıs’a getirilip Maraş’ta “Hukuki, Siyasi ve Ekonomik Yönleri ile Kapalı Maraş Açılımı Toplantısı” düzenlendi. Kıbrıslı Rumların tarihsel ve duygusal bağlarının görmezden gelinmesine ek olarak Kıbrıslı Türklerin bu konudaki temsiliyeti de yok sayılarak, Varosha/Maraş üzerinden güç gösterisi yapıldı. Ekim 2020’de Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Türkiye’nin belirlediği kişiye seçim kazandırmak için gerçekleştirilen müdahalenin bir ayağı olarak Varosha/Maraş’taki bir cadde asfaltlanarak turistik gezi amaçlı açılmıştır. Bunun öncesinde sahil de sadece KKTC kimliği taşıyanların kullanımına açılmıştı. Tüm bunlar, insanlara acı çektirmek, acıları kullanarak utanmazca politika üretmekten başka bir şey değildir.
Bu süreç Varosha/Maraş şehri ile duygusal bir bağı olmayan ve asla olmayacak olan insanlar için "heyecan verici", turistik gezi yapacakları; ganimetten, hırsızlıktan nasibini almış binaların önünde poz vererek fotoğraflar çekecekleri bir gelişme olsa da, evine yerleşmek üzere dönmek yerine, kısa süreliğine ziyaretçi olarak geçmek Varoshalı/Maraşlı Kıbrıslı Rumları hayalkırıklığına uğratmıştır. Bu süreçte insanlığımızdan utanacağımız pek çok fotoğrafa, hikâyeye şahit olduk. Evinin önünde bebeklik ayakkabısına rastlayan Varoshalı/Maraşlı bir kadının, Varosha/Maraş özlemi ile hayatını kaybetmiş arkadaşının mezarına toprak taşıyan adamın, yıkıntıya dönen evine yaşlı gözlerle bakan çiftin omuzlarındaki ağırlık ve yüreğindeki düğümü kim, nasıl anlatabilir? Oysa bu yaşananlarla en iyi empatiyi yıllarca doğup büyüdüğü topraklara, evine barkına gidemeyen, onları göremeyen, ağacını bahçesini, denizini, kumunu gözü yaşlı bir şekilde veya ballandıra ballandıra anlatan Kıbrıslı Türklerin kurması beklenmez miydi?
Bu gelişmelerin ardından Türkiye’den müteahhitlik firmalarının Varosha/Maraş’taki binaların dönüşümü konusunda istekli ve hevesli olduklarını açıklamaları, bu yönde TC devletinden yeşil ışık beklediklerini söylemeleri ve aynı paralelde bazı Kıbrıslı Türk müteahhitlerin de Varosha/Maraş’ı ayrı bir geçim kapısı gördüğünü açıklaması, bellekle ne kadar kopuk olunursa, insani değerlerin o kadar yitirildiğinin en iyi örneklerinden birisini göstermektedir.
Fotoğraf: AFP Birol Bebek
Fotoğraf: Mağusa Haber Ajansı
Son olarak, Varosha/Maraş özelindeki bellek çalışmasında bir diğer önemli noktaya değinmeden geçilmemesi gerekir. Çünkü Kıbrıslı Türkler olarak yüzleşme ve samimiyetimizi sorgulamamız gereken pek çok konuda sınıfta kaldığımız gibi Varosha/Maraş konusunda da sınıfta kaldık. Kıbrıslı Rumların geneline “artık çözüm olasılığı yoktur, umutlarınızı yitirin, Maraş’ı unutun” görüşünün yerleşmesini sağlayan tüm bu gelişmelere biz barış sevdalısı Kıbrıslı Türkler neden seyirci kaldık? Politik elitler ve TC Büyükelçiliği, vücuduna Türkiye bayrağı sarılı kadının fotoğraf çektirip paylaşmasına veya Türkiye Mehteran Birliği’ni getirip fetih şovu yapılmasına fırsat tanırken biz yıllardır iki toplumun yakınlaşmasını ve çözümü hayalini kuran Kıbrıslı Türkler ne yaptık? "Dark turizm" yapacağız diye açıklama yapan Turizm Bakanı’na ne gibi tepki koyduk? Varosha/Maraş'ın bu şekilde çürümesine, çalınmasına, yağmalanmasına, binaların ufalanmasına izin vererek ne kazandık? Varosha/Maraş'ın bu şekilde açılmasına ses çıkarmayarak, tepki koymayarak ne elde ettik? Unutmayalım, sessiz kalmak da kabullenmektir. Bu süreçte öfke ve utanç duygularım birbirine karışıyor, üzüntüm hâlâ kalbimi acıtmaya devam ediyor... Ve düşünüyorum; bu kitabın adı, sonu güzel ve umut dolu yeni yaşantıları gelecek nesillere aktaracak şekilde yazılarak değiştirilmeli!