Utanç, insanlık suçu ve kayıtsızlık
Önemli yakıcı gündemimiz var ancak ülke yönetilmediği için görülmüyor, işitilmiyor, aldırış edilmiyor.
Büyük bir gürültü ve gösterişle başlayan yargı süreçleri yaşanıyor örneğin...
Öylece kalıyor.
Kimse hatasının, ayıbının, zulmünün, hilesinin bedelini ödemiyor.
"Sahte diplomalı" vekili kimse yeniden konuşmadı.
Çalışma izinleri için onca "rüşvet" itirafı geldi ama tutuklamalar ileriye götürülmedi.
Yargı kadar toplumsal tepkiler de önemli tabii...
Örneğin diploması sahte kadın alkışlar ve tezahüratlar arasında kendi partisinde "zafer" kazandı.
Ne değerler önemsendi, ne eşitlik...
***
Geçenlerde bir eczaneye gittim, eczacı yoktu ve emekli öğretmen olan annesi bakıyordu dükkâna!
"Ah" dedim, "onca gerilim yaşandı, onca tutuklama, yine de anlamı yok kuralların..."
Bu düzenin temelleri "hileyle" kuruldu ya...
Devlet de "göstermelik."
Böylece hayatın her alanı aynı eğretilik üzerinden ilerliyor.
***
Özgür Gazete "Köle Kampı"nı gitti, görüntüledi, deşifre etti.
İlk değil bu…
Yurt dışından getirilen insanlar tam bir sefalet içerisinde sömürülüyor, pisliğe ve açlığa terk ediliyor.
İnsanlık suçu işleniyor ama bunun sorumluları dolgun maaşları, gösterişli hayatları, umarsız tavırları ve uslanmaz kibirleriyle ortada geziniyor.
Uluslararası raporlar insan ticareti, kaçakçılığı ve sömürüsünü bas bas bağırıyor yıllardır.
Kimse üzerine almıyor.
***
Dedim ya bu “köle kampları” yıllardır var.
10-15 sene önce Haspolat’ta saptamıştık benzeri görüntüleri...
Dört yıl önce Lefkoşa’da bir inşaata kendim gitmiştim. Tek bir odada on beş yirmi işçi aynı sefaleti yaşıyordu. O dönemde işçiler yürüyüş bile yapmıştı.
“Mülke tecavüz”den mahkemelik olmuştum.
Şantiyedeki zulmü görüntülediğimiz için “suçlu” da çıkacaktık az daha…
O işçilerin gözlerinde kaybolmuştum…
Gözlerinde öyle bir hüzün vardı ki, yüzlerine sığmıyordu...
195 işçinin ifadelerini almıştı o dönem - güya - Çalışma Bakanlığı!
O işçiler “telef” oldu ama ne bir müteahhit bedel ödedi, ne bir müfettiş!
Ne bir tüccar bunun cezasını çekti, ne bir siyasetçi…
Kaçak çalıştırılan, insanlık dışı şartlarda barındırılan ve üstüne üstlük paralarını da alamayan işçilerin durumu değişmiyor yıllardır. Pasaportlarına el konuluyor, tehdit ediliyor, köle muamelesi görüyor bu insanlar…
Ne de olsa “tanıdık” değiller…
Oyları da yok nasılsa…
Çünkü işçilerin sırtından para kazanan yöneticiler var.
Patronlar var, onların alın teri üzerinden servet büyüten…
“İnsanlık onuru”nu hiç umursamayan nicesi son derece “onursuz” ama “varlıklı” yaşıyorlar.
Milliyetçi maskeli siyasi elitler ile kimi meslek örgütlerindeki işbirlikçileri bu zulmü ayakta tutuyor…
Goethe’nin bir lafını çok tutarım...
“İnsanların kötü olduğunu görmek beni şaşırtmıyor ama bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum.”
Utanmıyorlar hem de hiç!
Eğitimin içeriği
Eğitimin altyapı kadar içeriğinin, niteliğinin, kapsamının da büyük bir sorun olduğunu biliyoruz.
Ama doğrusu “içeriği” çok fazla konuşmuyoruz.
Eğitimci niteliğini örneğin…
Öğrenci yeterliliğini…
Diploma ya da karnelerin hayattaki karşılığını…
Atatürk Öğretmen Akademisi giriş sınavı sonuçları bu gerçeği yeniden sorgulamamız için önemli bir imkan ortaya çıkardı.
Sınava katılanların yarısı Matematik ve İngilizce'den "çuvalladı" resmen...
Gıynık'ın haberine göre, 354 öğrenciden 95’i matematik testinde sıfır çekti. 21 matematik sorusunda sıfır, bir ve iki doğrusu olan öğrencilerin toplamı ise 194’ü buluyor. Bir başka deyişle tüm adayların yüzde 27’sinin sıfır; yüzde 55’inin ise sıfır, bir veya iki doğru yanıtı bulunuyor. Mülakat hakkı kazanan 55 öğrenci arasında bile sıfır matematik doğrusu olanlara rastlanıyor.
Bu öğrenciler şimdiki eğitim sisteminin birer ürünü...
Çok daha acısı, bunlar, yeni nesiller için de "öğretmen" olacaklar.
***
Kamu Hizmeti Komisyonu’nun yaptığı “yeterlik” sınavlarında da bu tablo sıklıkla karşımıza çıkıyor.
Özellikle de ezberci modelin yarattığı vasatlık halini görüyoruz.
Hep diyorlar ya, “nitelikli eğitimin amacı düşünen, sorgulayan ve çözüm üreten bireyler yetiştirmektir.”
Hatta “Eğitimdeki yeni anlayış problem çözmek de değil… O problemi önceden ön görecek nesilleri yetiştirmeyi hedefliyor yeni eğitim sistemi…”
Kıbrıs’ın kuzeyinde durum tam tersi!
Anımsayınız, üniversite mezunlarının katılığı “orta düzey yeterlik” sınavında her 100 mezundan 95’i başarısız olmuştu.
***
İlk ve ortaöğretimde durum bu…
Üniversiteler tam bir felaket…
Eğitimi düzeltmeden hayatı düzeltmeye uğraşıyoruz nedense…
Mümkün mü?
Acil
Kıbrıs Türk Hekimler Sendikası'nın başkan ve yöneticisi Dr. Özlem Gürkut ile Dr. Bayram Taşseven acil servislerde yaşanan sorunlara, duyarsızlığa, kayıtsızlığa dikkat çekti.
Haklılar!
"Perifer hastanelerimizde, tek bir hekimin acilde nöbetçi olduğu, hastayı taşıyacak, kayıt yapacak, durumuna göre kimin çok acil ve öncelikli olduğunu tespit edebilecek triyaj sistemini yürütecek sağlık personelinin olmadığı acil servisler var. Bu acil servisler, hastaya doğru tanı koymak ve gerekli tedaviyi uygulamak açısından da yetersizlikler içeriyor. Mesela, bazılarında görüntüleme yani radyoloji hizmetleri yeterli değil. Bazılarında laboratuvar yeterli değil. Bazılarında hizmet belli saatlerde var, belli saatlerden sonra yok."
Sağlık Bakanı "randevu" dahi vermiyormuş bu sorunları görüşmek için...
***
Kıbrıs Türk Serbest Çalışan Hekimler Birliği Başkanı Dr. İpekdal’ın da bir açıklamasını okudum.
O da bir başka yerden yaklaşıyor meseleye…
“Bugün hala devlet hastanelerinde poliklinik hizmetleri ve mesai saatlerine uyulmazken, devlette poliklinik yapılması gereken doktora özelde ulaşılmak zorunda kalınırken, hastalar uzaktan telefondan verilen komutlarla değerlendirilirken, acil servislerde yığılma elbette olacaktır. Polikliniklerin kapalı kapılarıyla karşılaşan hastalar elbette acil servisleri poliklinik gibi kullanmak zorunda kalacaktır.”
Yalan söylemiyor.
Sorunumuz da o ya…
Meseleyi “bütünlüklü” değerlendirmek yerine…
Kendi sorumluğu dışında bakıyor tüm çevreler…
Böylece aslında hemen hepsi “haklı” saptamalar, birbirinin karşıtı gibi okunuyor.
Sağlık Bakanlığı, “acil” başta olmak üzere personel ve altyapı yatırımı yapmalıdır mutlaka…
Hekim örgütleriyle diyalog kurmalıdır.
Buna karşılık hekim örgütleri de “eksik mesai” meselesiyle yüzleşmelidir artık…
Hastanelerin yarım gün poliklinik hizmeti vermesi, mesaiden önce terk edilmesi ve kamusal sağlığın özele taşınmasında hekimler kendi pozisyonlarını sorgulamalıdır.
Acil Servislere “dolaylı poliklinik” muamelesi yapılması yaşanan yoğunluğun sebeplerinden biridir. Ancak bu gerçeklik üst yönetimin kusurlarını ortadan kaldırmaz.