Ütopik Bir Söyleşiye Davet
Ütopik Bir Söyleşiye Davet
Aliye Özsoylu
[email protected]
Gerçek; “gözüken”den uzak “görünen”e yakındır. Karşındakiyle hayal ettiklerin arasındaki ilişki; “gözüken” ile “görünen” kadardır. “Gözüken”; başkasının gözünden gördüğün, “görünen” ise kendi gözünün gördüğüdür. Eğer sadece kendi gözünün etrafında dönüyorsa hayat bir yerden sonra görünmez hale gelir. Ama eğer bir başkasının gözünden de bakabilmeyi tercih edebiliyorsan işte o zaman hayallerle gerçeklerin estetik bir şekilde seviştiğini keşfedersin. Ve bu keşif; insanın kafasının içinde rengârenk bir şölene ev sahipliği yapar.
Hayaller; kendimizin yarattığı tozu dumana katarak ilerleyen serüvenlerin toplamıdır. Ne kadar izin verirsek yakınlaşmaya o kadar içselleşir olurlar. Cümleler oluşturur, kulaklar var eder ve bitmek tükenmek bilmeyen diyaloglar oluştururuz. Kokusu ve dili yoktur çünkü var olsaydı sevimsiz olurlardı. Kokusu olsaydı alışıldık; dili olsaydı çekilmez olurlardı. Yerleşik olmamalı hayal dediğimiz ıslık; göçebe ve özgür ruhlu olmalı ki çalınabildiği zamanlarda içimize sinebilsin. Gerçeğe inat, umutla hiç küsmeyen hayal; gerçeği gözlemleyebilen bir göz olarak yaşamalı kafamızın içinde ve sadece doyurabileceği kadar akmalı ruha. Öteki türlü çok çabuk tükenir; görüş açısından kaybolur gerçek ve ruhu kusmaya iter. Sindirilebilir bir hayali yeniden oluşturmak kemik ağrısı kadar iniltili sesler çıkarttırır. Bu yüzden hayaller dışarısı ile kırıntı kadar tanışmalıdır.
Hayal; gerçekten beslenir. Gerçek ne kadar çirkinleşirse hayal o kadar güzellik katar. Fısıltı hali gerçek; hayalde büyük bir sese dönüşür. Açıklarını kapatır gerçeğin; makyajını tazeler, her vazgeçişte daha elle tutulur geri dönüşler sağlar, kahkahayı umursamaz bir gülümsemeyle alt eder. Dedim ya; gerçeğe inat var olur hayal ve onun inadına daha birçok renk katar kafamızın içine, sesleri çoğaltır. Ama eninde sonunda gerçekle yüz yüze geldiğinde ki karşılaşmaları beyin sarsıntısına yol açar; hep bir eksilir. O nasıl ki gerçekten besleniyorsa gerçek de onu sömürerek imparatorluğunu ayakta tutar. Çünkü gerçek; birçok insanın ortak yapımıdır ama hayal bireyseldir, biriciktir. İşte tam da bu yüzden dışarıya çıkmamak için daha çok kendine saklanmalıdır. Burnunu bile gösterse gerçekler tarafından yutulma riskini taşır. Bu durumda hayal kurmak cezbedici bir yasağın ya da bozulmaya hevesli bir kuralın soyut örneğidir. Gerçek gelip ortalığı kimsenin fikrini sormadan toplayana kadar eğlence devam eder.
İnsan beyninin içinde de gündelik hayatta olduğu gibi yaşayan bir aile vardır. Hayatının bir evresinde ilişkileri yoğunken başka bir zamanda kopuk yaşayabilen, çok da kalabalık olmayan ama çekirdek de sayılmayan bir aileden bahsediyorum. Hayalin çocuk gerçeğin ise ebeveyn öznelerini oluşturduğu kumbara özellikli bir beyin ile tanışma hevesindeyim. Kumbarayı açınca içinden dökülenler bu absürt ailenin temelini oluşturanlardır. En çok da onların üzerinde gözüm; en çok da onların ilişkilerinin analizindeyim.
Kumbaranın içini açınca çıkış kapısına yakın oturan gerçekle tanışıyorum ilk önce. Biraz daha içeriye girince etrafında bir sürü uçuşan balonla kucak kucağa oturan ve her birini aynı dakika aralıklarla havaya savuran hayal ile selamlaşıyorum. Her bir balonun içinde ayrı bir cümle var kurdeleye sarılmış. Sahnenin arka planında nokta kadar bir yere sığmaya çalışıp ikisinin birbirinin yüzüne bakmadan süregelen muhabbetlerine şahit oluyorum. Hayal; bir taraftan konuşup bir yandan da kâğıda döktüklerini sarıyor. Gerçek; bacak bacak üstüne atmış her şeyin bilincinde olmanın verdiği rahat ifadeyle seyrediyor. Anlatmaya başlıyor hayal; küçük bir kız çocuğundan yetişkin bir kadın olana kadar biriktirilen her şeyi ortaya döküyor. Eli açık oynamayı sever çünkü… Kız çocuğundan kadına kadar olan süreçte kendi için kurduklarıyla insanlık adına kurguladığı her şeyi el ele tutuşturarak kocaman bir konuşma baloncuğu oluşturuyor. Gerçeğin iyi bir dinleyici olduğundan emin olduğu için noktalama işaretlerine kadar vurguluyor olup biteni. Traktör ile scooter arasındaki uçurumu; gökyüzü ile toprak arasındaki iletişimin kanepe ve televizyon arasındaki mesafeye evrildiğini; küçücük insanların bir anda büyümek zorunda kaldıkları gibi kocaman insanların küçüklere özenecek hayatlar yaşama isteklerini, başka bir şehirde doğup bambaşka bir şehirde hiç tanımadığı insanlarla büyümenin özgürlüğünü; gerçekten gitmeye karar verildiğinde izlerin hepsinin üstüne basarak yok edilip yeni izler oluşturmak için nasıl arınıldığını; yalnızlıkla tanıştıktan sonra ona âşık olmanın dayanılmazlığını; hayatında henüz daha birini kaybetmemişken yaşadığı şımarıklığın birini kaybettikten sonra nasıl ağlamaklı bir hal aldığını; farklı insanlarla tanıştıktan sonra farklı renklerin tadına varıp sonra birileri yüzünden yok edildiklerinde renksiz bir tekdüzeliğin akıl almaz varlığını; insanın başka bir insana yaptıklarını ve bıkmadan usanmadan yapmaya devam edeceklerini; her şeyden habersiz bir çocuğun ekmek almaya giderken her şeyden haberdar hatta olayın tam merkezinde yer alıyormuşçasına algılanıp nasıl da o yoldan geri dönemediğini; gülümsemeleri aynı noktada buluşan birkaç iyi adamın yürünebilir, birbirine değerek bazen de teğet geçerek yürüyen kalabalığa ait o sokaklarda nasıl da devrildiğini; düşünürken, görürken, duyarken ve tam bunları herkes bilsin diye yazıya dökerken okunası o gazetelerin kalemlerini nasıl da bir anda kırabildiklerini; dokunmaya kıyamadığın ama başkasının izinsiz dokunmayacağına da emin olduğun bir dışarının varlığı içinde güven sarsıcı, mide bulandırıcı dokunuşlarla yok oluşları; göze ve kulağa hoş gelen insan çokluğunun insan olmayanların tekliğiyle nasıl da uyuşmuş bir patlama yarattığını; başkalarını düşündükleri için yine o başkalarını düşünemeyenlerin her fırsatta nasıl da gürültülü bir patlama yarattığını; birilerinin hatta birçoğunun hakkını hiç de mecbur hissetmemesi gerekirken derinden hisseden birini elini kolunu sallaya sallaya nasıl da viran ettiklerini; alıştığı yerden alışılmadık bir şekilde gitmek zorunda kalan bir çocuğun ait olmadığı bir kıyıya hiç beklemediği bir şekilde vurduğunu ve o resmin insan olan herkesi aynı yerden kanattığını soluksuz anlatıyordu. Derin bir nefes alıp devam ediyordu akılda kalıcı olanları anlatmaya. Liderlerden; insanların kendilerini başka birinin yönetme ihtiyacı duyma isteğine karşılık seçtikleri kişilerden bahsediyordu. Kızmış bir edayla kendi halkına parmağını sallayan, ata binip zihninin rahatlamasına yol açarken başka coğrafyalarda akıl tutulmasına yol açan rahatsızlıklar veren, kendinden olana âşık olduğu için kendinden olmayana tahammül edemeyip yaşadığı dünyadan silen; kendinden olana bile tahammül edemeyip onları da yok eden ama bu işin sonunda aynı özelliklere sahip koltuğa oturan seçilmiş kişileri de anlat anlat bitiremiyordu. Gerçek; hayalin anlatmış olduğu bütün ikinci cümlelerin sahibiydi. Dinliyordu ve o anlatmayı bitirdiğinde hayale bir bardak soğuk su içmesi için bardağı uzatıyordu. Her karşılaştıklarında anlatımın sonunda kurduğu cümleyi tekrarlayarak kapıyı aralayıp dışarı çıkıyor ve hayali kumbaranın içinde aynı çocuksu edayla büyümeye terk ediyordu; “Senin varoluş sebebinin sana kurdurduğu cümlelere karşılık benim tabiatımın sende oluşturduğu kırıklıklar kazanıyor hep. Ben her seferinde dışarıya çıkıp yenilerini ekliyorum bunlara ve sen hep içerde yeni cümleler kuruyorsun kendine. Senin bu ısrarın benim hep buraya gelişimi sağlıyor böylelikle.” Gerçek; hiçbir zaman kazanma hissini somutlaştıramıyor, onun üretkenliği hayalin vazgeçmeyişinde saklanıyordu.
Hayal; sevdiğiniz bir t-shirtü sokaktaki kalabalık içerisinde yürüdüğünüzde ters giydiğinizi fark edip düzeltmeden o bilinçle yürümeye devam etmek kadar serbesttir. Kalabalığın tepkisi umurunda bile değildir. Gerçek ise illa ki o kalabalığın içinde çıkarıp düz tarafını giydirebilecek kadar tutukludur. Kimsenin görmeyeceği bir yere girip değiştirebilecek kadar söz sahibi olmayan sınırlı marjinallik göstergesidir. Kalabalığın içinde ama kalabalığın doğrusuyla sınırlıdır. İnsan; hayatını bu iki kavramın birbirleriyle ettiği sohbetin içerisinde şekillendirip o doğrultuda mı ilerler bilinmez ama hayat o t-shirtü nasıl giymeyi tercih ettiğinize bakar. Kimi zaman rengarenk şölen ve kimi zaman da beyin sarsıntısına yol açan o sohbete hangi kılıkta katılmak istediğiniz size kalmış; ben hayalden yanayım ve “gerçek bu”.