1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Uttumbos’tan geride kalanlar...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Uttumbos’tan geride kalanlar...

A+A-

Okurlarımızın çok değerli yardımlarıyla gömü yeri bulunan “kayıp” Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Uttumbos için 20 Ocak 2018 Cumartesi günü Larnaka’da cenaze töreni düzenleniyor… Uttumbos’tan geride kalanlar:

 

Bir Ronson çakmak, bir sigara tabakası, bir hap kutusu, üstünde adı kazılı bir cep çakısı… İçinde torunlarının resmi bulunan bir cüzdan…

 

Uzanmış öylece yatıyor, ense kökünde bir kurşun deliği… Kaburgaları kırık, öylece yatıyor…

Livadya’da bir kuyuda bulunduğu zaman da böyle yatıyordu, upuzun… Ense kökünde bir kurşun deliği…

Üstünde adı kazılı cep çakısı, Ronson çakmağı, sigara tablası, hap kutusu… Kuyunun dibine saçılmış üç beş kuruş, birkaç şilin parası…

Cüzdanı çıkarılıp içinden kağıt paralar çalınmış herhalde, cüzdanında toruncuklarının solmuş, hayal meyal seçilebildikleri bir fotoğrafı… Cüzdanı kuyunun içine savrulmuş, parası alınarak… Cüzdandan parayı alıp, fotoğrafları bırakarak savurtmuşlar gitsin kuyunun dibine…

Cep çakısında adı yazılı: Yiasumis…

Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Komikebirli, 58 yaşında bir adam… 1.68-1.70 boylarında, işlemekten yorgun düşmüş kemikleri… 7 Eylül 1974’te evinden alınmış bazı Komikebirli Kıbrıslıtürkler tarafından…  Öldürülmüş, kuyuya atılmış, üstünde lacivert pantolonu, kurşuni gömleği, ayağında parmak arası terlikleri, mavi renkte – flip-flop derdik bunlara, hiçbir şey olmamış gibi duruyorlar bunca yıl aradan sonra… Onlarca yıl bir kuyunun dibinde durmuşlar, sonra Kayıplar Komitesi kazı ekibindeki arkeologlarımızın titiz çalışmaları sonucunda bir kez daha yeryüzünde güneşi görebilmişler – işte o zaman mavi renklerini kaybetmedikleri ortaya çıkmış… Öylece kalmışlar, bir çift parmak arası mavi lastik terlik…

Pantolon sentetik kumaştanmış, o da kalıvermiş öylece, hiç bozulmadan. Kurşuni gömlek de öyle, yıkanıp temizlense yeniden giyilebilecek gibi…

Çakmağı kalmış, çakısı kalmış, sigara tabakası, üçbeş kuruş bozukluğu, içinde torunlarının fotoğrafları olan boş cüzdanı…

Ve kendi kalıntıları…

Uzanıp kalakalmış yıllarca, ta ki çok değerli okurlarımız aradığımız kuyunun tam yerini gösterinceye kadar…

4 Eylül 1974’te evinin yakınından bazı Kıbrıslıtürkler tarafından kaçırılan Davlos papazı Papahrisostomos Hristofi ve üçüncü bir “kayıp” şahısla birlikte gömülmüşler bu kuyuya, Livadya’da, nam-ı diğer Sazlıköy…

Bugün buraya, ara bölgeye geldik arkadaşım Hristina’yla birlikte… Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Uttumbos’un kızı Panayota Hanım’a eşlik etmeye…

Bugün Kayıplar Komitesi laboratuvarında, Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Uttumbos için görüş günü…

“Görüş günü” demek, Kayıplar Komitesi bilim insanlarının yapılmış olan kazı, yürütülmüş olan antropolojik inceleme ve DNA testleri hakkında aileye bilgi vermesi demek, ailenin kalıntıları ve gömü yerinde bulunan yakınlarının üzerinden çıkanları görebilmeleri demek…

Birleşmiş Milletler kontrolündeki ara bölgede bulunan Lefkoşa Uluslararası Havaalanı yakınındaki bu laboratuvara psikolog Keti’nin arabasıyla geldik, Panayota Hanım’a komşusu Yalusalı Yanulla Kemeki, Yanulla’nın kızı Maria ve bir zamanlar Komikebir’de, bazı Kıbrıslıtürkler’in hışmından kaçıp sığındığı komşuları Prokopis’in kızı Maria eşlik ediyor…

Arkeolog Marios ayrıntılı biçimde bilgiler veriyor kazıyla ilgili ve ardından antropolojik ve DNA incelemeleri hakkında sunuşlar yapılıyor… Sonra ikinci odaya geçiyoruz ve burada karşılaşıyoruz Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Uttumbos’la – uzanmış yatıyor öylece, ense kökünde bir kurşun deliği… Kaburgaları kırık… Bir başka masada pantolonu ve gömleği ve ayağındaki terlicikleri… Terlikleriyle alıp gitmişler evinden, hiçbir suçu olmadığı, hiçbir olaya karışmadığı halde – sırf Kıbrıslırum olduğu için ense köküne bir kurşun sıkıp öldürmüşler, cüzdanından parasını almışlar, torunlarının fotoğraflarını bırakarak… Sonra da onu bir kuyuya fırlatıp atmışlar… Bunları yapanlar bazı Kıbrıslıtürkler, o günlerde “yetkili” konumda olan bazı Kıbrıslıtürkler…

Bir başka masada çakmağı, cüzdanı, şilincikleri, kuruşçukları, plastik hap kutucuğu, taşlaşmış sigara tabakası sergileniyor…

Hristina onu akşamüstleri evinin avlusunda oturup bir şeyler içerken hatırlıyor hep…

Kızı Panayota’nın yüreği daralıyor, bir sandalye çekip oturuyor, bir pencere aralanıyor, temiz hava girsin içeri diye…

“Su ister misin?” diye soruyor biri…

“Yok istemem” diyor Panayota Hanım… Ağlıyor… Babasının kemiklerini görmeden önce, dışarıdaki odada kazı süreci anlatılırken, fotoğraflar gösterilirken de ağlıyordu için için… Bu odaya girince daha da fenalaştı durumu, babasının kalıntılarına dokanıyor ve ağlamaya devam ediyor… Bir sandalyeye çöküyor ve artık oradan kalkmıyor…

Hristina’yla buraya gelirken, elinde beyaz bir naylonun içinde mersin ve feslikan dalları görmüştüm… Bunları neden laboratuvara götürdüğünü anlamamıştım.

Ama işte şimdi bunun nedeni anlaşılıyor: Küçük tabuta beyaz bir çarşaf seriliyor, Hristina elindeki naylondan çıkardığı mersin dallarını, feslikanları yayıyor çarşafın üstüne… Sonra da bu küçük tabuta, Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Uttumbos’tan geride kalanları alıp koymaya başlıyorlar… Kendi elleriyle masada yatan Uttumbos’un kemiklerini bu küçük tabuta teker teker yerleştiriyorlar… Panayota Hanım izliyor onları bir sandalyeye çökmüş vaziyette – Hristina, Yanulla ve kızı Maria ile Prokopis’in kızı Maria yapıyor bunu…

Dışarı çıkıyorum, bir sigara yakıyorum…

Bütün bunlar çok ağır…

İlk kez bir tabuta ailenin kendi elleriyle kalıntıları yerleştirdiğine tanık oluyorum – “kayıp” yakınlarıyla birlikte pek çok görüşe katıldım ancak buna ilk kez tanık oluyorum… Psikolog Keti bana isteyen “kayıp” yakınlarının bunu yapabildiğini, dini veya başka herhangi bir nedenle bunu yapmak isteyenlerin yapabileceğini ifade ediyor…

Panayota Hanım, babasının üstünden çıkan çakısını, çakmağını, hap kutusunu, giysilerini, kuruşçuklarını ve şilinciklerini, sigara tabakasını, parmak arası terliklerini, hepsini ama hepsini de tabuta koymalarını söylüyor… İki beyaz torbaya konuyor bunlar da ve tabuta yerleştiriliyor…

Tabut kapanıyor, görüş bitiyor, gitme zamanı…

Kayıplar Komitesi’nin bilim insanlarına bu kadar titiz çalıştıkları, her şeyi çok güzel biçimde düzenledikleri ve anlattıkları için teşekkür ediyoruz

Gerek kazılarda çalışan arkeologlarımız için, gerek laboratuvarda çalışan antropologlarımız ve genetikçilerimiz için her bir “kayıp”la ilgili bu çalışmalar birer travma anlamına geliyor… Onların neler hissettiklerini düşünemiyorum bile… Birbiri ardına gelip masalara uzatılan bu “kayıplar”, ense köklerinden, kaburgalarından kurşunlanmış “kayıplar”, yaşlı “kayıplar”, genç “kayıplar” ve “kayıp” çocuklar… Minik bebekler, Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar… Çatışmaların yalayıp yuttuğu, ısırıp parçaladığı, tükettiği insan yaşamları… Küçük ya da büyük, uzun ya da kısa, yaşlı ya da genç fark etmiyor – hiçbir olaya karışmamış masumlar gidiyor hep çoğunlukla, Komikebir’in en iyi insanları, kimseye hiçbir zarar vermemiş masum çocukları Muratağa’nın, Atlılar’ın, Sandallar’ın… Palekitre’nin masum, güzel kadınları, genç kızları… Esir alınmış, elleri bağlanmış, kurşunlanmış insanlar – adlarının Türkçe mi, Rumca mı olduğu fark etmiyor çünkü her bir taraf da bu suçları işlemiş: Masum sivilleri katletmişler, savaş esirlerini katletmişler, kadınları, gençleri, çocukları öldürmüşler, kurşunlayarak, hatta zaman zaman diri diri bir kuyuya atıp gömerek… Tüm bunlarla baş etmek kolay değil: O nedenle Kayıplar Komitesi’nde her aşamada çalışan bilim insanlarının işi zor… Çünkü bir değil, iki değil, üç değil, beş değil, yüzlerce “kayıp”la ilgili çalışıyorlar, bir gün, iki gün, üç gün, beş gün değil, yıllardır bunu yapıyorlar… Tüm bu travmaların etkisi yıllar sürecek eminim… Onlara kolaylıklar ve sabır diliyorum…

Ara bölgeden ayrılıyoruz… Genetik Enstitüsü’nün park yerine dönüyoruz… Ardından oturup konuşmaya, birer kahve içmeye gidiyoruz Alfamega’ya…

Bir masanın etrafında toplanıyoruz, kahvelerimizi içerken konuşuyoruz…

“Nasıl birisiydi babacığın Panayota Hanım?” diyorum…

“Çok iyi birisiydi, herkesle iyi geçinirdi, sessiz bir insandı, köyde büyük saygı görürdü” diye anlatıyor.

Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Uttumbos’un eşi 1968’de vefat etmişti, kızlarıyla birlikte kalıyordu Komikebir’de…

Kızı Martha, İngiltere’ye giderek orada evlenmişti…

Bay Yiasumis, kızı Panayota’yla yaşıyordu Komikebir’deki evinde…

Panayota Hanım, “Babam çok güzel bulgur pilavı yapardı” diye anlatıyor. Çok meşhurmuş bulgur pilavı. İngiltere’ye kızını ziyarete gittiği zaman ondan bulgur pilavı yapmasını istemişler…

Babası öldürülüp, “kayıp” edilip, kendisi de Komikebir’den kovulduktan sonra Panayota Hanım, kızkardeşi Martha’nın yanına gitmiş İngiltere’ye… Orada evlenip bir yuva kurmuş. Bir kızı olmuş, adı Ksenia… Ksenia şimdi 37 yaşında…

2005 yılında Kıbrıs’a geri dönmüş Panayota Hanım…

Annesini gömmüş, babasını kaybetmiş, eşi vefat etmiş, kızkardeşi vefat etmiş…

Panayota Hanım 77 yaşında ve işte şimdi de 44 yıldır “kayıp” olan babasını gömecek…

Cenaze töreni 20 Ocak 2018 Cumartesi günü Larnaka’da yapılacak, Bekirpaşa Su Kemerleri’nin bulunduğu bölgede, Ay Afksendiyo Kilisesi’nde… Sonra da sevgili babacığını Tersefan’daki mezarlığa defnedecek…

Biz de gideceğiz bu cenaze törenine, Panayota Hanım’ın yanında durmak, acısını paylaşmak ve tüm Kıbrıslıtürkler’in de babasını öldüren bazı Kıbrıslıtürk katiller gibi olmadığını, bu olayları asla onaylamadıklarını göstermek için… Bir barış mesajı vermek için… Gömü yerinin bulunmasına yardım eden okurlarımızın insancıllığını havada süzülen birer barış güvercini gibi bu cenazede yansıtmak için…

“Işıklar içinde uyu Bay Yiasumis Yeorgiu Kavalieru Uttumbos” demek için…

Panayota Hanım’ın acısına bir nebzecik ortak olup, gözyaşlarını silmek için, elini sıkıp “Yanındayız” diyebilmek için Larnaka’da bu cenaze töreninde olacağız çok değerli arkadaşım Hristina Pavlu Solomi Patça’yla birlikte…

 

Bu yazı toplam 2218 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar