Uygar Erdim; “Sadece Kıbrıs’ta değil her yerde farklı hikâyeler var”
“Aslında sadece Kıbrıs’ta değil her yerde farklı gerçeklikler, hikâyeler var. Etrafımız hikâye dolu. Aslında yaşlı insanlarla konuşabildiğimiz kadar konuşmalı, onları mümkün olduğunca dinlemeli, kayıt altına almalıyız. Onlarda çok değerli hikâyeler var.”
Simge Çerkezoğlu
Bir insan ne kadar gezip görürse, kendisine o kadar iyilik yapar diyor Uygar Erdim… Bu röportajı yapmak için aylar öncesinden Floransa’da sözleşiyoruz. Sonunda Kıbrıs’ta buluşuyoruz. Floransa deneyimini, yönetmen olarak imza attığı pek çok belgeselini, fotoğrafçılık yönünü, tüm bunlar yanında iki toplumlu film ofis projesini bizimle paylaşıyor. Önümüzdeki günlerde yeni çalışmalara imza atacağının müjdesini de veriyor.
Öncelikle Uygar Erdim’den sinemaya olan ilgisinin nasıl geliştiğinin hikâyesini dinliyorum. Aynı neslin sinemasız çocukluk geçiren bireyleri olarak bu ilgi hayli ilginç…
“Çocukluğumdan bu yana sinema aşkı ile büyüdüm. Kendimi bildim bileli hep zihnimde bir şeyler tasarlardım. Kendi kendime yazar, çizer oynardım. Elbette yapmaya çalıştığım bu işin ne olduğunu bilmiyordum ama bir şeyler ürettiğimin farkındaydım. Aslında bilgisayar oyunları üretme yönünde de bir çabam vardı ancak yaş aldıkça anladım ki benim ilgi duyduğum esas konu sinema. Sinemasız çocukluk geçiren bir nesil olarak elbette de benim sinema merakım da ilginç bir detaydır. Ben on altı yaşıma gelinceye dek sinemaya gitmemiştim. Tüm sinemalar kapanmıştı. O yıllarda VHS çok popülerdi. Sinema aşkını ben biraz da VHS’lerden kaptım. Bu teknoloji hem sinemanın sonunu getirmiştir hem de benim gibi sinemayı bilmeyen genç insanlara sinemayı sevdirmiştir. Güneyde hiçbir zaman sinemalar kapanmadı. Ancak kuzeyde bu da yaşandı. Şimdi düşününce biz sinemasız nasıl büyüdük diye hayretler içinde kalıyorum. Film okuluna gidemediğim için de Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde bana en yakın bölüm olan Radyo, Televizyon ve Sinema eğitimi almayı seçtim. O gün bugündür de bu yolda yürümeye devam ediyorum.”
“SALAMİS’İN GİZEMLERİNİ ORTAYA KOYMAK GÜZEL BİR DENEYİM OLDU”
İlk belgeselinde Salamis Antik Kent’iyle ilgili bir çalışmaya imza atan Uygar, 2005 yılında yaptığı bu belgeselin düşünce olarak ortaya iyi bir iş çıkardığı kanısında.
“Mezuniyetimin ardından bir süre özel televizyon kanallarında çalıştım. Daha çok kurgucu olarak çalıştım. Acemilik yıllarımdı. Esas istediğim yaratıcı bir şeyler yapabilmekti. Bunu yine özel televizyonlarda hazırladığım reklam filmleri izledi. Böylece ilk belgeselimi 2005 yılında Salamis’le ilgili yaptım. O yıllarda Salamis Antik Kenti’nde kazı çalışmaları devam ediyordu. Ben de bağımsız olarak ilk uzun metrajlı belgeselimi bu konuda yaptım. Kalite olarak çok iyi bir çalışma olmasa da fikir olarak ortaya güzel bir iş çıktı. Salamis’in gizemlerini ortaya koymak bana çok güzel bir deneyim oldu.
“BASIN TARİHİNDE YENİDÜZEN’NİN MÜCADELESİ ÇOK ÖNEMLİ BİR YERE SAHİP”
Zaman içinde televizyonculuk kariyerini geride bırakan Uygar’ın izlediğim ilk belgeseli Yenidüzen Gazetesi’yle ilgili belgeseliydi. Bana göre çok başarılı olan bu çalışmanın detaylarını kendisinden dinledim.
“Bu çalışma benim için güzel bir deneyim oldu. O yıllarda Kanal Sim’de çalışıyor olmama rağmen, ben de Yenidüzen Gazetesi’nin bu denli köklü bir geçmişi olduğunu bilmiyordum. Büyük mücadeleler vererek bu günlere gelindiğini, ben de bu belgeselle öğrendim. Biraz uzun bir belgesel oldu ama o kadar çok olaylara, tarihe tanıklık eden kişiler vardı ki… Kısa olması çok da mümkün değildi. Tarihi yaşayan bu insanların tanıklıklarını arşivlemek, sadece Yenidüzen konusunda değil, her konuda toplumsal belleği oluşturmak bağlamında çok önemeli. Belgeseli bitirdikten sonra da hala röportaj yapacak insanlar çıkıyordu ortaya. Kıbrıs Türk basın tarihinde Yenidüzen’nin mücadelesi çok önemli bir yere sahip. Onun özgürlük mücadelesi gelecekteki yayın organlarına da mutlaka ilham vermiştir. Bu projede yer aldığım için gurur duyuyorum.”
“KEMAL TUNÇ’UN SON PROJELERİNDEN BİRİ BENİM BELGESELİMDİ”
Sosyal hayattan, Kıbrıs’ın kültürel değerlerine kadar pek çok farklı konularda belgesel, kısa filme imza atan Uygar için en özel projesi tamamen kendi fikirleri sonucu hayata geçen kahveye dair belgeseli…
“Engelliler, uyuşturucu gibi konularla ilgili belgesel, kısa film çalışmalarım oldu. Elbette bunların toplumsal anlamda çok önemli konular olduğunu düşünmekteyim. Bunun yanında benim en çok içime sinen, en özel çalışmam Kıbrıs Türklerinde kahve kültürünün önemi konulu belgeselimdi. Uzun çalışma gerektiren, zahmetli bir belgeseldi. Benim tutkun olduğum konu kahve konusunda bir çalışma yapmak çok keyifliydi. Yaparken de çok daha fazla kahve tiryakisi oldum. Ben bu belgesel çalışmamı sadece kuzeyde yaptım, ancak adanın güneyinde Kıbrıslı Rumların da bizimkine benzeyen önemli bir kahve kültürü var. Özellikle geçmişi araştırdığım bu belgeselde ortak yanlarımızın çok fazla olduğunu gördüm. Kahve kültürü hem iki toplumu birleştiren bir simge, hem de geçmişe ışık tutan bir değerdir. Bu belgeselin bir diğer özelliği de Kemal Tunç’un da meddah rolüyle yer almasıdır. Bildiğin gibi onun meddahlık yönü de vardı. Bu belgesel için bizimle Şirinevler köyüne gelerek, meddahlık yapmış eskiden kahvehanelerin nasıl eğlence mekânı olarak kullanıldığını, oralarda toplanan insanların nasıl hikâyeler dinlediğini bizim için gerçek bir meddah olarak canlandırmıştı. Bu anlamda da benim için çok özeldir, Kemal Tunç’un son projelerinden biri benim belgeselimdir.”
Genelde çalışmalarını gelen bir talep üzerine gerçekleştirdiğini anlatan Uygar, son olarak iki toplumlu bir çalışmanın ürünü olan, benim de severek izlediğim, ‘Karşılama’ belgeselini anlatıyor.
“Kahve belgeseli dışındaki tüm çalışmalar bana gelen talepler sonucu yaptıklarımdır. Elbette bu noktada kendi dünya görüşüme göre seçimler yapıyorum. En son yaptığım ‘Karşılama’ belgeseli iki toplumlu bir projenin ürünü olması açısından benim için önemlidir. Kıbrıs’ın somut olmayan kültürel mirası konusunda olan bu çalışma yanında Kıbrıs kültürüne ilişkin tüm konuların ilgimi çektiğini söyleyebilirim. Bunu Kıbrıslı olmanın verdiği kimlikten ayrı olarak bir belgeselci yönetmen olarak söyleyebilirim ki özellikle insan hikâyeleri benim ilgimi çeken bir konudur. Mesela mülteci konusunda da bir belgesel çalışma yapmak isterim. Aslında sadece Kıbrıs’ta değil her yerde farklı gerçeklikler, hikâyeler var. Etrafımız hikâye dolu. Aslında yaşlı insanlarla konuşabildiğimiz kadar konuşmalı, onları mümkün olduğunca dinlemeli, kayıt altına almalıyız. Onlarda çok değerli hikâyeler var.”
“ARTIK İKİ TOPLUMLU BİR FİLM OFİSİMİZ VAR”
Daha önce röportaj yapma fırsatı yakaladığım Kıbrıslı Rum yönetmen Andreas Splash Kyriacou ile Uygar’ın ortak bir proje üzerinde çalıştıklarını hatırlıyorum. Onu bulmuşken merakla beklediğim, iki toplumlu bu projenin ne durumda olduğunu da soruyorum.
“Kıbrıslı Rum meslektaşım, Andreas Splash Kyriacou ile güneyde, Büyük Kaymaklı bölgesinde, atölye olarak kullanılabilecek, hayal ettiğimiz gibi artık iki toplumlu bir film ofisimiz var. Henüz tam olarak tamamlanmadı ama çok yakında ortak bir buluşma noktamız olacağını söyleyebilirim. Biz paylaşım kültürüne bu şekilde destek verip, hizmet ediyoruz. Dileyen herkes de orada bize katılabilir, orada çalışabilir, iki toplumlu ortak projeler üretilebilir. Çok yakın zamanda her şeyi tamamlanıp, bunu daha detaylı olarak duyuracağız.”
Avrupa Birliği destekli bir eğitim çalışması için yaklaşık altı ay Floransa’da yaşayan Uygar, İtalya deneyimlerini, farklı ülkelerin ona kattığı yeni bakış açılarını heyecanla paylaşıyor. Yüzünde burada çok kalmayacakmış gibi bir ifade beliriyor.
“Floransa hayatımdaki en güzel maceralardan biriydi. Özellikle İtalya’yı seçtim. Avrupa Birliği burslarından yararlanarak gittim. Sanat enstitüsü diyebileceğimiz bir okulda video prodüksiyon ve sinema eğitimi aldım. Bilgilerime bir ekleme oldu. Ayrıca orada olmak bana seyahat etme, Avrupa’nın farklı şehirlerine gitme fırsatı da verdi. Bir insan ne kadar gezip görürse, kendisine o kadar iyilik yapmış olur diye düşünüyorum. Tabii sadece gezip görmek değil. İnsan böyle süreçlerde tanımadığı başka bir kendisiyle de tanışarak, gelişiyor. Yeni bir dil de öğrendim. Adada yaşarken gündelik hayatın içinde yeni bir dil öğrenmenin ne denli önemli olduğunu unutuyoruz. Ara sıra kendimize bazı kaçışlar, gidişler yaratmamız gerekiyor. Bunun ille de uzun süreli olması da gerekmiyor.”
“BİRİSİNİN SADECE FOTOĞRAFINI ÇEKERSİNİZ AMA BU BÜYÜLÜ BİR PAYLAŞIMDIR”
Fotoğrafçılığa da özellikle ilgi duyduğunu bildiğim için bu konuyu konuşmadan röportajımızı tamamlamak istemiyorum.
“Fotoğrafçılığa üniversite eğitiminden önce başladım. Benim için bir hobi olarak fotoğrafçılık hep var. Hiçbir zaman profesyonel fotoğrafçı olarak çalışmayı düşünmedim. Fotoğraf çok önemli bir sanat dalıdır. Çoğu zaman da fotoğraf makinamla birlikte dolaşıyorum. Elbette yanımda makinem olsa da fotoğraf çekmediğim zamanlar da oluyor. Hayatın tüm anını fotoğraf çekmeye çalışarak geçirmemek, anın tadına varmak da gerekiyor. Daha çok insan fotoğrafı, portre fotoğrafı çekmeyi tercih ediyorum. Her ne kadar daha çok çektiğim manzara, mekân fotoğraflarını paylaşıyor olsam da insanın olduğu fotoğraflar benim için daha özel. O fotoğraflarla bir şekilde bir insanla kısa da olsa temas kurduğumu hissediyorum. Aranızda konuşma bile olmasına gerek yoktur, sadece fotoğrafını çekersiniz ama bu büyülü bir paylaşımdır.”