Uygun adım: İleri !
Birkaç geleneksel mahalle kaldı, insanların avluda oturmaya devam ettiği...
Kapı diplerine yerleştirilmiş maşrapalarda çiçeklerin renk verdiği birkaç sembolik cadde…
Apartmanların gölgesine boyanmış yollarda çocuk sesleri bir başka aksandan aksediyor duvarlara...
Sabah sefaları mazide!
Asfaltın çatlağından zoraki fışkırıyor lazmarinler...
Ve kenarı pünezli ganimet iskemleler, eskici önlerinde müşteri arıyor kendine...
Olabildiğince betona, olabildiğince metala kuşanmış hayat!
Sessiz!
Tiz bir trompet sesi “saygıya” çağırıyor!
Han’ın ortasında feslikan çığıran adam “mutluyum” diyor, “çünkü bu ezgiler benim!”
Bir toplum kendi ezgisine dahi hasret kalmışsa bu kadar...
Gün batımı efkarında eksiliyor!
* * *
Öksüz bir duruşumuz var, işgal edilmiş sokaklarında mevsimin!
Eğreti gülüşlerimiz!
Yüzümüzde sırıtan maskelerin gizlediği mimikler ele vermese de tutsaklığımızı, altın kafeslerimizde epeyce yalnızlığımız var.
Bayramsız bir bayramın suni teneffüs töreninde, alaca boyalı savaş renkleri giyinmiş araçlar yürürken yollarda, gökyüzü yine de mavi…
Maviye özlemimiz var…
* * *
Kimliksiz bir kimliğin numara sırasında bölünmüş saatleri paylaşıyoruz.
Barikat kuyrukları, düğün kuyruklarına dönüşüyor giderek!
İp gibiyiz!
Bir iğne ucundan geçerken ikiye ayrılan bedenlerimiz, kolye misali boyunlarımızda!
Gövdelerimiz çoktan alışmış boyunduruğa.
Kafesten kaçıveren kuşun ‘uçabilmeyi’ özgürlük sanması gibi hallerimiz!
Nefes istiyoruz...
Kalbi kırık bir şehirde, yaşamak ağrısı iyice çökerken içimize, bir tutam nefes dileniyoruz.
Ve yükseliyor hoparlörden tok bir ses:
- Uygun adım!
- Marş!
- İleri !
Uyduramıyoruz hayallerimizi...
* * *
Bayramsız bayramın sessizliği…
- “Ne Kalimera, ne Merhaba...”
Yerlere çiziyoruz öpüşleri…
O yerler ki, nice ‘ah’la bezeli…