“Uzaklara gidemezsin ki!”
Yürüdüm.
Yine “işçi” aradı gözlerim.
“Bayram”dı ama kime?
İşçi kılığına girmiş yüzlere baktım, kılık değiştirmiş ülkeme…
Yüz/süz/lük!
…
Yürüdüm.
Her daim karanlıkla çatışan ve tertemiz bir yürekle göğü kucaklayanları gördüm.
Yalansız!
Bir ömrü barışa adayanların yanında kendimi güvende hissettim o an…
…
Yürüdüm.
“İnşaat işçileri birlikte ortak vatanı inşa ediyorlar” pankartını okudum.
Ortak vatanları “ekmek” olsa gerek…
Selam durdum önlerinde…
…
Yürüdüm.
Liman yenilenmişti ama tuz kokusu eskiydi.
Çocukluğum yanaştı yanıma, içimde çoğaldı, gürül gürül aktı anılar…
Yüzlere baktım, seslere, suretlere, çocukluğumu aradım.
…
Yürüdüm…
“Devlet” gösterisine takıldım.
Kimlik gösterdim, kimlik değiştim, öbür kimliği gösterdim.
“Barış” yazan duvarın yanından geçtim.
Duvar yürümedi, durdu!
…
Yürüdüm.
Milliyetçiliğin, tahakkümün, barikatların inadına…
Düşündüm de ne savaşan ne de barışan bir kuşağın çocuklarıyız biz...
Yürüdüm, cam kırıkları üzerinde çıplak ayak gider gibi…
…
Yürüdüm.
Suskunlar ormanında…
Gördüm ki, başkalarının hayatlarından çaldıklarına suskun çoğunluk, kendi mağduriyetine rezil!
Mağdur unutmuyor, fail hatırlamıyor.
…
“Yürümek;
dost omuzbaşlarını
omuzlarının yanında duyup” der ya şair…
Ah nerede öylesi omuz başları şimdi…
Yalanla, talanla, menfaatle kol kola yürüyenlerin kalabalığında yolumu aradım.
***
İnsan ruhunun çelişkilerle, çatlaklarla ve zaaflarla dolu olduğu bir gerçeklikte yürüdüm, yorgun, yılgın ama vazgeçmeden…
Aytuğ Akdoğan ne güzel demiş, “kazıyoruz kendimizi, daha derine inmek için… Biraz da endişeyle vuruyoruz kürekleri ikircikli zihnimize…”
…
“Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek...” dedim yine de…
Yürüdüm…
…
Hakkı abiden mesaj geldi.
Amerika’da bir yerde şimdi…
D.H.Lawrence’den bir alıntı...
“Uzaklara gidemezsin ki!” diyordu.
“Uzak diye bir yer yok, çünkü. Yalnızca kendi kabuğuna çekilmiş oluyorsun; hepsi bu.”
Özel hayat, basın ve özgürlük
Hem “Özel Hayatı” korumak, gözetmek, insanların özel alanlarına saygı duymak istiyoruz.
Özgürlüklerini korumak aslında…
Hem de basın özgürlüğünü…
İkisi çatışıyor zaman zaman…
İşte burada “kamu yararı” kavramı öne çıkıyor ama bunu tanımlamak bir o kadar güç…
***
Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nde buluştuk, bir grup gazeteci, hukukçu vekil, uzman ve saatlerce konuştuk.
Bir “gazeteci”nin en doğal hakkı olmalı kamu yararı içeren özel bir kayıt, ses, görüntü, belge varsa incelemek, gerekirse yayınlamak…
O zaman da “gazeteci kim” sorusu çıkıyor ortaya…
Şimdiki zamanlarda bunu anlatmak zor olsa dahi “gazeteci”nin de tanımı var.
***
Doğrusu, en temelde “kamu yararı”nı şöyle ayırıyorum “özel hayat”tan…
“Kamu görevi ya da kamu kaynaklarını kullanarak bir kişiye veya zümreye haksız menfaat sağlamak, insan haklarını ve yasaları ihlal etmek, suça ortak olmak…”
Gizli bir ses ya da görüntü kaydı, belge ya da yazışma bunları ortaya koyuyorsa, o durumda suç olmamalı…
“Kamu yararı”nı tek bir tanım içine hapsetmeyi de sakıncalı buluyor ortak görüş….
Yargı verecek belki kararı…
Toplum vicdanı verecek…
“Bu mesele kamu yararı içeriyor o zaman özel hayatın gizliliğinden söz edilemez” diyecek.
***
Meselenin iki tehlikeli boyutu var.
“Özel hayatın gizliliği” diyerek basın ve ifade özgürlüğünü engellemek…
Hapsetmek gazetecileri…
Ya da…
“Basın özgürlüğü”nü istismar ederek, insanlara çamur atmak…
İkisini de gördük, yaşadık yakın zamanda…
***
Çok çirkin bir deneyim geldi, geçti önümüzden…
Eski bir “başbakan”ın cinsel içerikli telefon görüntüleri ortaya döküldü.
Bana sorarsanız “kamu yararı” yoktu hiçbir anında…
Gazeteciler de bu görüntüyle ilgilenmedi zaten…
Bir “kurultay hesaplaşması” olarak ortaya çıktı, “siyasi çirkef”in enstrümanı oldu, basının değil…
***
Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’ndeki çalışmada uzlaştık, “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası”na önerilerimiz olacak, yeniden...
Özel hayatla birlikte, basın özgürlüğüne de korumak için dünyanın tartıştığı bir mesele bu…
Dünyayla aramızdaki mesafe giderek açılsa da…
Hep birlikte arayacağız doğruyu, konuşarak, tartışarak, anlayarak birbirimizi…
Barışı “masada” değil “hayatta” inşa etmek
“Ortak bir hastane niye olmasın” dedi Niyazi hocam, Kıbrıs Türk Hekimler Sendikası’nı ziyaretinde…
Düşünsenize, ara bölgede adanın en gelişmiş hastanesi olsa…
Hekimler ortak çalışsa Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Rum…. Avrupa’dan gelen diğer ülke hekimleri… Hemşireler birlikte… En ileri teknolojiyle donatılsa bu hastane… Birlikte yönetilse…
Barış böyle kurulur!
Avrupa Birliği de Birleşmiş Milletler de böylesi yatırımlara yoğunlaşsa keşke…
Siyasi liderlerin peşlerinde koşmak, ihtiraslarına ve yalanlarına katlanmak, suçlama oyunlarına zemin hazırlamak yerine…
Elli senede ortak bir hastane, ortak bir ilkokul ya da lise inşa edebilseydik…
Barışı çok daha kolay inşa ederdik birlikte…