Uzatsak bacaklarımızı...
Yürürken bir “zindan” sizinle yürür bazen, nereye gitseniz, nerede soluklansanız peşinizi bırakmaz.
İçinden çıkamazsınız, içinizden çıkmaz.
Siz kaçmak istersiniz, o sizden kaçmaz.
Beyniniz firaridir, yüreğiniz milis, hayalleriniz uzakta…
Bir kıyamet anıdır her saniye!
Zincirlenmiştir bedeniniz!
En zoru da bu zaten.
Bir başka yerdedir ruhunuz, aklınız bir başka yerde... Oysa elleriniz ayaklarınız bağlanmıştır yerli yerinde. Düşünüzün patikasına sığmaz adımlarınız.
Kapılar kapanır içinizde, kilitlenirsiniz!
***
İşte o mevsim, bir bakışla değişir...
Bir çift göz yıkar içinizdeki odanın taş duvarlarını…
Yürür gözlerinizin içine…
İçinize yürür…
Dokunur!
O an teniniz tülüne sarınır...
Titrer maviye tutunmuş bulut...
Bir sağanak başlar ki sel gibi, akar ihtimaller, yolunda ne varsa toplar, nehirler gibi taşar şehvet.
***
İçinizdeki zindanın duvarları çatlamıştır…
Düş gerçeği öpmüş, toprak suyla sevişmiştir.
Badem ağacı çiçek vermiştir, kuytusunda pembe bir tenin…
***
Şimdi o mevsim olsa…
Tam da o mevsim…
Kıyısına taşısa beni uçsuz gülümseyen bir çift göz, sessizliğe taşısa…
Öpse…
Çiselese gökyüzü…
Boşalsa delice...
Saçları ıslansa…
Süzülse yanağımdan çeneme doğru, gamzende dinlenen bir damla, boynumdan gövdeme yayılsa…
***
Uzatsak bacaklarımızı…
Deniz gelse, bileklerimizi ıslatsa…
Ürpersek birlikte…