“Uzun, ince bir yolda kritik bir viraj dönüldü”
Avukat Murat Metin Hakkı, Türkiye kökenlilerle Kıbrıslılar arasında yapılan karma evliliklerden dünyaya gelen çocukların vatandaşlığı konusunda Güney Kıbrıs'taki mevzuatın tatbik ediliş şeklinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyledi.
Ödül AŞIK ÜLKER
Avukat Murat Metin Hakkı, Türkiye kökenlilerle Kıbrıslılar arasında yapılan karma evliliklerden dünyaya gelen çocukların vatandaşlığı konusunda Güney Kıbrıs’taki mevzuatın tatbik ediliş şeklinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve bunun sorgulanması gerektiğini söyledi.
“Uzun, ince bir yolda kritik bir viraj dönüldü. Ancak bu, mücadelenin yeni safhası için bir başlangıçtır” diyen Av. Hakkı, ilk etapta resmi makamları, Türkiye kökenlilerle Kıbrıslılar arasında yapılan karma evliliklerden dünyaya gelen çocuklara Kıbrıs Cumhuriyeti kimlik ve pasaportu verilmemesine ilişkin dilekçelere cevap vermeye zorlamak adına idari ihmal davaları açtıklarını anlattı.
Mahkemenin, “Kıbrıs meselesi, siyasi belirsizlik ve sair konular makul sürede cevap verilmemesi için bir mazeret değildir ve Kıbrıs Cumhuriyeti makamları bu dilekçeleri cevapsız bırakarak mevzuata aykırı davranmıştır” sonucuna vardığını kaydeden Av. Murat Metin Hakkı, “Eğer ikinci aşamada davalar kazanılmaya başlanırsa, mesele halledilme yoluna girecektir. Ancak halledilme yoluna girmezse, iç hukuk tüketilecek ve üçüncü aşamaya geçilecektir. Üçüncü aşamada da AİHM’e gidilecek ve Rum makamlarının tavrı sorgulanacaktır” diye konuştu.
“Kanaatimce Güney Kıbrıs’taki mevzuatın tatbik ediliş şekli bariz bir şekilde uluslararası hukuka aykırıdır, bunun sorgulanması gerekiyordu” diyen Av. Hakkı, “Biz bu mücadeleyi başlattık, sonuç alana kadar mücadeleye devam edeceğiz” dedi.
“Vatandaşlık mevzuatı ülkeden ülkeye değişir”
Soru: Karma evlilikler dünyanın her yerinde var, farklı milletlerden insanlar evleniyorlar, birliktelik yaşıyorlar, çocuk sahibi oluyorlar. Uluslarası hukukta karma evlilikten doğan çocukların durumu nedir?
Av. Hakkı: Genel olarak, vatandaşlık mevzuatı ülkeden ülkeye değişir. Kimi ülkelerde o ülkede doğmuş olma şartı, kimi ülkelerde iki ebeveynin birden o ülkenin vatandaşı olması şart aranır. Bazısı maddi yatırım karşılığı veya özel yetenek veya başarı sebebiyle vatandaşlık verir. Avrupa geneline baktığımız zaman, öncelikle çocuklara vatandaşlık verilmesi için evli olma şartı aranmadığını belirtmek lazım. Çünkü evlilik dışı birliktelikler, özellikle Avrupa’da ve Batı dünyasında çok yaygınlaştı. Artık genel yaklaşım, herhangi bir ebeveyn o ülkenin vatandaşıysa çocuğuna da tabiyetini geçirebileceğidir.
“Karar verici makam uluslararası anlaşmalara öncelik vermelidir”
Soru: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasaları ne diyor?
Av. Hakkı: Vatandaşlık konusu ilk olarak 1960 Anayasası’nın 198’inci maddesi altında düzenlendi. Orada belirtilen kriter vatandaşlığın babadan geçtiğiydi ve düzenleme eğer doğan kişinin babası Kıbrıs vatandaşıysa veya vatandaş olmaya ehil ise çocuk da vatandaşlık alabilir şeklindeydi. Tabii ki bahsettiğimiz sosyo-kültürel değişim dalgası sonucunda, 1967’den itibaren, vatandaşlık mevzuatı birçok kez değişikliğe uğradı. En köklü tadilat, Haziran 1999’da oldu ve 65/1999 sayılı kanun yürürlüğe girdi. Bu kanun, babayla ilgili kriteri tamamen ortadan kaldırdı ve herhangi bir ebeveyn Kıbrıslı ise, yasanın yürürlük tarihinden itibaren doğan çocukların vatandaş olma ehliyetini kayda geçirildi. Ancak, Kıbrıs’a özgü durumlar ve adaya Ercan gibi limanlardan giren Türkiye vatandaşları akılda tutularak bir takım zorlaştırıcı düzenlemeler getirildi. Eğer ebeveynin biri, onların değişiyle, “gayrı yasal” limanlardan girmiş ise, o birliktelikten doğan çocuğun vatandaşlığa alınması ya da alınmamasıyla ilgili nihai kararın Bakanlar Kurulu takdirine bırakılacağı düzenlendi. 2002’de geçirilen ve vatandaşlıkla ilgili temel mevzuat olan 141/2002 sayılı yasanın 109’uncu maddesinde de bu yaklaşım korundu. Fiiliyatta, eğer Kıbrıslı Türk birisiyle Türkiyeli birisinin birlikteliğinden bir kişi doğmuş ise ve evlilik öncesinde ebeveyn adaya kuzeydeki limanlardan giriş yapmışsa, bu de facto bir engel olarak ortada durmaktadır. Şunu da belirtmekte yarar var, evlilik birlikteliğinin ve doğumun yurtdışında olması ya da anne babanın yurt dışında çalışırken veya eğitim esnasında tanışması, çocuklara vatandaşlık verilmesi için tanınan gayrı resmi istisnalardandır.
Rum makamları genelde bu tür başvurulara, herhangi bir yazılı delil bırakmamak için, cevap vermekten kaçınıyor. Ama bu yaklaşım ve yasal düzenlemeler, 1960 Anayasası’nın 169’uncu maddesi ışığında iç hukuk yapılmış, yani Meclis tarafından onaylanmış ve kanunlaşmış uluslararası sözleşmelere aykırıdır ve o sözleşmeler de bahsettiğim Anayasa maddesi ışığında yerel hukuktan üstündür. Yani karar verici makam konuyu ele alırken, alelade yasa hükümlerini gözardı etmeli ve iç hukuk olan uluslararası anlaşmalara öncelik vermelidir.
“2007 itibarıyla Rum hükümetini bu konuda frene bastı”
Uygulama, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılıkla mücadele konusunu düzenleyen 12’nci Ek Protokolü, ilaveten BM Çocuk Hakları Konvansiyonu ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın serbest dolaşım, özel yaşam ve yuva kurma hakkı ve ayrımcılıkla ilgili temel hak ve yükümlülükleri düzenleyen 13, 15 ve 28’inci maddelerine de aykırıdır.
2007’ye kadar, bahsettiğim bu düzenlemeler pek çok kişi için sıkı bir şekilde uygulanmadı. Hatta bazı istisnalar, başvuru sahipleri lehine olacak şekilde uygulandı. Ancak 2007 itibarıyla hem dosyalanan başvuruların çokluğu, hem de Kıbrıs sorununun durumu, Rum hükümetini bu konuda frene basmaya itti. Biliyorsunuz, Annan Planı döneminde 40-45 bin Türkiye kökenliye AB vatandaşlığı ya da pasaportunun verilmesi gündemdeydi. Rum Yönetimi karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlıklarıyla ilgili bu başvuruları belirsiz bir süre için askıda tutarak, muhtemelen olabildiğince Kıbrıs kökenli sayılabilecek kişiyi bu kontenjana sokmak istiyor. O yüzden sıkıntılar devam ediyor.
“Kıbrıs Cumhuriyeti makamları dilekçeleri cevapsız bırakarak mevzuata aykırı davranmıştır”
Soru: Geçtiğimiz günlerde karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlığı konusunda davaların sonuçlanmaya başladığını açıkladınız. Davalarda nasıl bir yol izleniyor ve sonuçlanan davanın içeriği nedir?
Av. Hakkı: Vatandaşlık konusu uzun ince bir yol olarak değerlendirilebilir, çok çetin hukuki ve siyasi mücadele gerektiren bir konudur. O yüzden aşama aşama ele alınmasını uygun gördüm ve hukuksal anlamda üç aşamalı bir stratejiyi takip etmeye karar verdim. Birincisi, geçen yıllara rağmen başvuruların cevapsız kaldığı bir durum söz konusudur. Cevapsız bırakılan dilekçeler, tek başlarına meselenin özüne dair bir dava sebebi yaratmıyorlar. Dolayısıyla birinci aşamada, meselenin özüne dair bir dava sebebi yaratmak için resmi makamları cevap vermeye zorlamak adına idari ihmal davaları açtık ve basına yansıdığı gibi bunların ikisi kazanıldı. Bu süreç 2-2.5 yıl sürdü. 1960 Anayasası’nın 29’uncu maddesine göre, dilekçelere 30 gün içerisinde cevap verilmesi lazımdır. Elbette ki bu 30 gün, devletin yükünden dolayı bazı meselelerde daha esnek tefsir edilebiliyor. Ancak çıkan mahkeme kararları dedi ki, “Kıbrıs meselesi, siyasi belirsizlik ve sair konular makul sürede cevap verilmemesi için bir mazeret değildir ve Kıbrıs Cumhuriyeti makamları bu dilekçeleri cevapsız bırakarak mevzuata aykırı davranmıştır”.
“İkinci aşamada davalar kazanılmaya başlanırsa, mesele halledilme yoluna girecektir”
İkinci aşama, resmi bir cevap elde edince ve bu olumsuz olunca, uluslararası hukukun yerel hukuka göre üstün bir şekilde tatbik edilmesi gereğiyle ilgili olacaktır. Eğer ikinci aşamada davalar kazanılmaya başlanırsa, mesele halledilme yoluna girecektir. Ancak halledilme yoluna girmezse, iç hukuk tüketilecek ve üçüncü aşamaya geçilecektir. Üçüncü aşamada da AİHM’e gidilecek ve Rum makamlarının tavrı sorgulanacaktır.
Uluslararası hukuktan ya da siyasi koşullardan bihaber olan çocuklar...
Soru: Bu iki karar ne anlama geliyor?
Av. Hakkı: Cenevre Konvansiyonu ve sair uluslararası anlaşmalar belli bir savaş sonrasında, belli bir ülkeden nüfus aktarımının demografik değişimin tetikleyicisi olabileceği gerekçesiyle bazı düzenlemeler getiriyor. Yetişkinler bu düzenlemelerden olumsuz olarak etkilenebilir ve onların vatandaşlık ya da ikamet izni sürecinde sıkıntılar yaşaması makul karşılanabilir. Öte yandan uluslararası hukuktan ya da siyasi koşullardan bihaber olan çocukların, anne babalarını tercih etme, seçme hakları yoktur. Onları anne karnındayken ikaz etme olanaklar hiç yoktur ve nerede doğacağı, ebeveynlerin hangi ülkede evlenmesi gerektiği, adaya hangi limanlardan giriş yapılması gerektiği gibi konular onların takdirinin ya da bilincinin ötesinde olan konulardır. Dolayısıyla bu konuların onlar aleyhine tatbik edilmesi ayrımcılık göstergesi sayılabilir. O yüzden, kanaatimce Güney Kıbrıs’taki mevzuatın tatbik ediliş şekli bariz bir şekilde uluslararası hukuka aykırıdır, bunun sorgulanması gerekiyordu. Uzun, ince bir yolda kritik bir viraj dönüldü. Ancak bu, mücadelenin yeni safhası için bir başlangıçtır. Henüz yolun sonuna varmak için erken.
“Biz bu mücadeleyi başlattık, sonuç alana kadar mücadeleye devam edeceğiz”
Soru: Vatandaşlık sorunuyla karşı karşıya kalan çocukların farklı durumları da var... Örneğin anne mi, baba mı Kıbrıs kökenli, nerede evlendiler, çocuklar nerede doğdu gibi…
Av. Hakkı: Bu, 10 binden fazla insanı etkileyen bir durumdur ve bunlar içerisinde farklı kategoride insanlar vardır. Mesela evlilik yurtdışında olmasına rağmen doğum adada, hatta güney kesimde gerçekleşse bile vatandaşlık verilmeme eğilimi vardır. Bu da absürt bir ayrımdır, herhangi bir olgusal ya da hukuksal mantıktan uzaktır. Bunların bir şekilde sorgulanması lazımdı ve biz bu mücadeleyi başlattık, sonuç alana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Rum hükümetinin hem Kıbrıs Türk mallarıyla ilgili mevzuatın tatbiki konusunda, hem de bu vatandaşlık konusunda sorgulanması lazım. Biz her iki konuda aldığımız davalarla sistemi yavaş yavaş sorguluyoruz. Konuları uluslararası makamların dikkatine getirmeye başlıyoruz.
Soru: Bu konuda uluslararası camianın sessiz kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Av. Hakkı: Rumlar kuzeydeki taşınmaz mallarıyla ilgili mağduriyetlerini, geçmişte Loizidu örneğinden başlayarak, uluslararası mahkemelerin dikkatine getirdi. Öte yandan, Kıbrıslı Türkler gerek vatandaşlık konusunda, gerek taşınmaz mal konularında bu tür bir yol takip etmediler, siyasi yaklaşımdan ya da bilinçsizlikten dolayı… Bu genel olarak toplumumuz aleyhinde en büyük dezavantaj oldu. Halbuki artık konular uluslararası camianın dikkatine somut, iç hukuk yolları tüketilmiş bir şekilde getirilirse, Rum hükümetinin politikaları da daha açık ve bariz bir şekilde sorgulanabilecektir.
“Siyasi baskının artması için bu tür davaların sayısının fazlalaşması lazım”
Soru: Bu tür davaların sonucu sadece davayı açanlara mı etki edecek yoksa aynı durumda olan herkese mi?
Av. Hakkı: Hukuken baktığınız zaman, verilen mahkeme kararı, esasen tarafları yani o sürece taraf olan kişileri bağlar. Moralman ya da ahlaki açıdan elbette ki bu kararların bir anlamı olacaktır. Ancak siyasi baskının artması için bu tür davaların ve ilaveten lehte çıkan kararların sayısının da fazlalaşması lazım. İdare açısından otomatik bir etkisi olmayacak ve muhtemelen birçok meselede, bu çıkan kararlara rağmen, en azından alt mahkeme kararlarına rağmen negatif yaklaşım devam edecektir.
Soru: Ne yapılmalı, ne tür adımlar atılmalı? Toplu davalar mı açılmalı?
Av. Hakkı: Usul hukuku bağlamında toplu dava açma yaklaşımı Kıbrıs’ta çok yaygın olmayan bir durumdur. Genelde, ufak tefek de olsa, kişilerin kendilerine özgü koşulları farklılık gösterdiği için, bu tür konularda bireysel davalar açılması daha uygundur. Ancak bu davaların sayısı ne kadar artarsa, bu mücadele ne kadar ses getirirse, siyasi anlamda o kadar etki doğuracaktır diye düşünüyorum.
Maraş...
Soru: Maraş konusundaki önemli davaların da avukatısınız, Maraş konusunda da bir karmaşa olduğunu hep söylüyorsunuz. Maraş’ın %3.5’nin askeri bölge statüsünden çıkarıldı, gerçi bu kararı göremedik…Maraş’ın TMK’nın yetki alanına olduğunu Yargıtay’ın 21 Ekim 2019’da verdiği kararda olduğunu vurguluyorsunuz. Ancak TMK Maraş’la ilgili başvuruları bugüne kadar hiç ele almadı…
Av. Hakkı: Burada sıkıntı iade konusudur. Malı iade etme kriterlerinden biri malın askeri bölgede olmaması şartıdır. Yani askeri bölge statüsü kağıt üstünde malın iadesine engeldir, tazminat ya da takas formüllerinin gündeme getirilmesine engel değil, hiç bir zaman olmadı. Ancak ne tazminat, ne de takas gündeme geldi. Bu, muhtemelen siyasi çekincelerden dolayıydı. “Kıbrıs sorunu devam eder, Maraş Rumlar’la bir pazarlık kartıdır. O kartı bozarsak ve kart değerini kaybeder, biz bu işi nasıl bitiririz” gibi endişeler oldu.
“Evkaf’ın taraf olması, muhtelif dava dilekçeleri dosyalanması, duruşma yapılması süreci 3-4 yıl geciktirecektir”
Soru: Son alınan bir kararla, TMK bir davada Evkaf’ın taraf olmasını uygun gördü. Bu karar süreci nasıl etkileyebilir?
Av. Hakkı: KV Mediterranean Tours Ltd, AİHM’in gündemindeki en güncel pilot davadır. Bu dava, TMK’yı etkin bir iç hukuk yolu olarak tanıyan Demopoulos davasından sonra dosyalanan ilk davadır. Dolayısıyla, tanınma sonrası Komisyon’un Maraş bağlamında etkin olup olmadığının değerlendirileceği bir meseledir. Bu dava 2017’de dosyalandı, ondan önce verilmiş 2016 tarihli bir Yüksek İdare Mahkemesi kararı vardır. O karar, Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi’nin 2005 Mağusa Kaza Mahkemesi kararının ortada durması sonucu, Maraş’la ilgili başvurulara müdahil olabileceğiyle ilgiliydi. Ancak 2017’de pilot dava olan KV Mediterranean Tours davası dosyalandıktan ve 2019’dan itibaren olgunlaşmaya başladıktan sonra, bu sefer Yargıtay olarak oturan Yüksek Mahkeme bir karar verdi ve 2005 Mağusa Kaza Mahkemesi kararının Maraşlı Rum başvuranın haklarını etkilemediğini, onları mağdur etmediğini, netice itibarıyla TMK’nın 1974 kayıtlarını esas alarak karar vermesi gerektiğini kayda geçirdi. Hatta 2020 yazında, Türkiye bu davada ilk savunmasını dosyaladı ve müdafaasında bu Yargıtay kararına geniş yer verdi, “Yargıtay’ın 1974 kayıtlarının esas alınacağıyla ilgili karar ışığında Maraş konusunda bir iç hukuk yolu açıldı ve dolayısıyla bu davanın ileri gitmesine gerek yoktur’’ dedi. 2022 başında sizin bahsettiğiniz yeni TMK kararı ortaya çıktı. Hukuken bunun anlamı şudur; TMK Yüksek İdare Mahkemesi kararını esas alarak Vakıflar İdaresi’ni müdahil yapacak, 1974 kayıtlarını esas alarak da karar verecek. Siyaseten bunun anlamı, Kıbrıs Türk liderliğinin Maraş konusunda uluslararası camia nezdinde ne yapacağını bilmediğinden dolayı 3-4 yıl daha zaman kazanma çabasında olduğudur. Çünkü, her ne kadar Komisyon Yargıtay kararı ışığında 74 kütük kayıtlarını esas alarak karar vermeye devam edecekse de, Evkaf’ın taraf olması, muhtelif dava dilekçeleri dosyalanması, duruşma yapılması süreci 3-4 yıl geciktirecektir.
Soru: Bu 3-4 yıllık gecikme Kıbrıs Türk tarafına nasıl yansıyacak?
Av. Hakkı: Bu, AİHM nezdinde elbette ki olumsuz bir şekilde değerlendirilecektir. Hatta, bu bahsettiğimiz pilot davanın kararının Türk tarafının aleyhinde çıkmasında çok ciddi bir etken olabilecektir. Bunun iki anlamı olabilir; belki de TMK Yüksek Mahkeme’den bir üst seviyede mahkeme olan AİHM kararlarını gerekçe göstererek, Evkaf’ı müteakip aşamalarda tamamen denklemden çıkaracaktır ya da olayın AİHM boyutu hiç değerlendirilmedi, sadece AB ve ABD nezdinde, yarı bilinçli bir şekilde zaman kazanılmaya çalışılıyor. Hangi senaryo geçerlidir bilemiyorum. İzleyip göreceğiz.
“Belirsiz olan ve aydınlığa kavuşması gereken birçok konu var”
Soru: Maraş’ın Güven Yaratıcı Önlemler kapsamında değerlendirilmesi tartışmaları zaman zaman gündeme gelir. Son dönemde yeniden gündeme geldi, Maraş’a karşılık limanların AB veya BM kontrolünde açılması… Bu, Kıbrıs Türk tarafının direk reddettiği bir konu. Bu durum uluslararası camiada hem siyasi hem de hukuki anlamda nasıl bir etki yapar?
Av. Hakkı: Bu önerilerin aslında Anastasiades’in Türk tarafını uluslararası camia nezdinde uzlaşmaz olarak damgalamak için geliştirdiği bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Bu konu çok hassas ve enine boyuna ele alınması gereken bir konudur. Direkt reddedilmesi, uluslararası camiadaki sicilimize çok olumsuz etki yapacaktır.
Öte yandan bu konuda belirsiz olan ve aydınlığa kavuşması gereken birçok konu vardır. Örneğin, limanlar kimin tarafından, nasıl idare edilecek? Kastedilen, mesela bin civarında BM askeri ya da AB yetkilisinin bu limanlar fiili idaresini tamamen devralması mıdır? Buna ilaveten oralardan elde edilecek gelirlere de el koyması mıdır? Yoksa sembolik not alma, istatistik tutma hedefi güden bir açılım mıdır? İlaveten, Ercan Havaalanı bu açılım çerçevesinde Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO) nezdinde kaydedilirken Rum Yönetimi’nin vereceği izin zararsız bir şekilde nasıl formüle edilecek? Bu izin, geri döndürülemez mi olacak yoksa ileride Türkiye ile Yunanistan, örneğin Ege üzerinde bir anlaşmazlık yaşarsa, bu izin Rum Yönetimi tarafından iptal edilebilecek mi? Bu konuda varılacak uzlaşılar bir BM Güvenlik Konseyi kararı çerçevesinde herkes için kalıcı ve bağlayıcı olarak kayda geçirilecek midir? Kıbrıs Türk liderliğinin üzerine düşen görev, bu konuyla ilgili olarak bu belirsiz konuları netleştirmek, ciddi çekinceler varsa ve reddedilmesi gerekiyorsa, bunu hem toplumumuza hem de uluslararası camiaya açıklamaktır ki gereksiz yere, “Türk tarafı uzlaşmazdır damgası” yemeyelim.
“Güven Yaratıcı Önlemler Paketi konusu toplumun bir numaralı önceliği olmalıdır”
Güven Yaratıcı Önlemler Paketi konusu halihazırda toplumun bir numaralı önceliği olmalıdır. Muhalefetin buradaki esas görevi konunun gündemde kalması için iktidara baskı uygulamak, iktidarın görevi de bu konuyu müzakere etmektir. Özellikle havalimanı konusunda benzer açılımlar Çin Halk Cumhuriyeti ile Tayvan arasındaki ilişkilerde de gündem oluşturdu. Bunlar Kıbrıs’a nasıl uygulanabilir, formülasyonu nasıl yapılabilir? Bunların pazarlık yapılarak netleştirilmesi ve ona göre nihai bir karar verilmesi gerekir.