V. Milli Eğitim Şurası ve Düşündürdükleri *
V. Milli Eğitim Şurası ve Düşündürdükleri *
Dokuz yıl aradan sonra gerçekleşen Milli Eğitim Şurası’na katılma fırsatı buldum. İlk başlarda heyecan verici olarak görünen bu durum, Şura’nın başlangıcı ile yerini önce soru işaretlerine, sonrasında ise hayal kırıklıklarına bıraktı.
Milli Eğitim Şurası’na ilk defa katılma fırsatı bulan biri olarak; şuranın amacını, önceki toplantılarda alınan kararları ve bu kararların uygulanıp uygulanmadıklarını araştırmaya koyuldum.
Milli Eğitim Şurası’nın amacı oldukça etkileyiciydi:
“Kıbrıs Türk Toplumu’nu geleceğe taşıyacak eğitim sistemini yeniden yapılandırmaya yönelik olarak, bugünün ihtiyaç ve koşullarına göre eğitimde yaşanması gereken dönüşümleri hayata geçirecek yol haritasını belirlemek, eğitim-öğretim konularında izlenecek temel politikaların kararlaştırılması ve uygulamaya konmasıyla ilgili önlemleri saptamak.” (Milli Eğitim Şurası Tüzüğü, 3. Madde).
Ancak, amacın etkileyici olmasının yanında önceki şuralarda alınan kararların uygulanmamasının etkisi de yadsınamayacak boyutta. Bugüne kadar dört kez toplanan Milli Eğitim Şurası’nda alınan kararların (daha önce toplanan şuralara katılan kişilerle yaptığım görüşmeler sonucu bu bilgiye ulaştım) uygulanmadığını öğrendim. Yukarıdaki amaç ile uygulamada ortaya çıkan tablo arasındaki tutarsızlıklar kafamda birtakım soru işaretleri oluştursa da önyargılarıma yenik düşmemek adına şuranın ilk gününden son gününe kadar orada yerimi aldım.
Şuranın açılışında 11 konuşmacı söz aldı. Konuşmacılar arasında Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı, siyasi parti (CTP-BG, UBP, DP-UG, TDP) temsilcileri ve sendika başkanları (KTÖS, KTOEÖS, KTOEYD) vardı. Söz alanlar arasında bir tane bile kadın konuşmacının olmaması dikkat çekiciydi. Görünen oydu ki, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar dahi savunduklarını destekleyen bir davranışta bulunmamışlardı. Eğer savunduğumuz doğruların diğerleri tarafından ciddiye alınmasını veya kabul edilmesini hedefliyorsak, düşünce ve davranışlardaki tutarlılığın bu konuda güven verici bir tercih olacağı aşikârdır.
Konuşmacıların birçoğu kendileri dışında kalan birçok grubu eleştirdi. Bu eleştirilerin bazılarını yerinde bulsam da, bu eleştirileri yapanlara sormak istediğim bir soru var: “Sizler ifade ettiğiniz gibi kusursuz olsaydınız, günümüzde eğitim ile ilgili bu kadar çok sorunumuz olur muydu?”
Dolayısıyla, bir toplumda eğitim ile ilgili sorunlara çözüm bulmak istiyorsak, öncelikle sorumluluk almamız ve öz-değerlendirme yapmamız gerekiyor. Gerçekleşmeyen hedeflerimizde düzenlemeler yapabilmek için güçlü ve zayıf yönlerimiz ile ilgili objektif değerlendirmeler yapmalıyız. Bu değerlendirmeleri gerçekçi olarak yapabilmemiz için somut verilere ihtiyacımız vardır. Şura’nın açılışında söz alan konuşmacıların maalesef hiçbiri, iddialarını somut verilere dayandırmamıştır. Bunun da eğitim sistemini geleceğe taşımayı hedefleyen bir şurada kabul edilebilir bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum.
Keza eğitim ile ilgili konuların tartışıldığı bir toplantıda eğitimdeki tüm paydaşlara yer verilmesi ve katılımda eşit fırsat sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Katılımcı listesinde yer alıp, komisyonlara katılmayan, fikrini dile getirmeyen ve komisyon kararlarının oylanması sürecinde görevini yerine getirmeyen eğitim paydaşlarının da daha özenli olması gerektiğini ve fikirlerinin eğitim sisteminin yol haritasını belirlemede ne kadar değerli olduğunun altını çizmek istiyorum.
Komisyon kararlarının sunulması sırasında da bazı aksaklıklar olduğunu düşünüyorum. Komisyon çalışmaları, kararlar oylamaya sunulmadan bir gün önce tamamlanmaktadır. Bu kararların komisyon başkanları tarafından sunulmasının ardından hemen oylamaya geçilmesinin ve tüm karar metnini bir defada oylamanın doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Dikkati uzun süre odaklayabilmek, on bir komisyonun kararının algılanıp, zihinsel süzgeçlerden geçirilmesi pek mümkün değildir. Dolayısıyla birçok kararın eleştirilmeden kabul edildiğini veya reddedildiğini düşünüyorum. Tabi ki üç-dört gün boyunca tüm komisyonlarda ciddi çalışmalar yapıldı, komisyonlardaki katılımcılar birçok konuyu enine boyuna tartışıp, uzmanlık alanları çerçevesinde kararlar yazdılar. Ancak tüm komisyonlarda, ilgili tüm paydaşlar olmadığından dolayı onların görüşlerinin eksik kaldığını düşünüyorum. Özellikle öğrenci temsilcilerinin çok az olduğunu farkettim. Öğrenci-merkezli eğitimi hedefliyorsak, öğrenci görüşlerinin değerli olduğunu düşüyorum. Özellikle amaç içerisinde belirtilen “bugünün ihtiyaç ve koşullarına göre eğitimde yaşanması gereken dönüşümleri hayata geçirecek yol haritasını belirlemek” adına öğrenci ihtiyaçlarının (kendileri tarafından ifade edilen) da dikkate alınması gerekmektedir.
Oylama sırasında oy hakkı olan kişiler konusunda da eşitsizlikler olduğunu düşünüyorum. Eğitimimizi geleceğe taşımak konusunda bilimden yararlanmamız gerektiğini kimsenin göz ardı edeceğini sanmıyorum. Akademisyenlerin şuraya davet edilmesi ve katılımı çok değerliydi. Fakat akademisyenlerin uzmanlık alanlarından yeteri kadar yararlanılmadığını ve bunun yanında akademisyen sayısı çok fazla görünse de “gözlemci” olarak katılan akademisyenlerin oy hakkının olmadığını belirtmek istiyorum. Oylama sırasında Milli Eğitim Bakanlığı temsilcileri ile öğretmen temsilcilerinin ezici bir çoğunluğu oluşturduğunu, kararlar verilirken “Eğitim sistemimize yansıması nasıl olur?” yerine “Çıkarlarımızı en iyi nasıl koruruz?” sorusunun odak noktası olduğunu düşünüyorum. Savunmacı tavırlar bizi bir yere götürmez, eğitimdeki sorunlarla başa çıkmak ve bu sorunlara etkili çözümler getirmek istiyorsak elimizi taşın altına koymamız gerekiyor.
Eğitim Şurası’na sendikaların davet edilmesi, sendika temsilcilerine söz hakkının verilmesi, öğretmenlerin hak ve çıkarlarının korunması adına bu şuradaki olumlu şeylerden biriydi. Özellikle “Eşit işe, eşit ücret” “Barışa karşı eğitim istemiyoruz” “Bilimsel, demokratik ve parasız eğitim” pankartları ile ortaya konulan saygılı ve anlamlı protestoları oldukça önemliydi. Ancak, bir noktada ilköğretimde görev alan sınıf öğretmenleri ile farklı görüşte olduğumu söyleyebilirim. Sınıf öğretmenlerinin “biz müzik, beden eğitimi, resim ve ingilizce derslerini de verebiliriz, bu dersler için branş öğretmenlerine ihtiyacımız yok” yönündeki yaklaşımının eğitime zarar verdiğini düşünüyorum. Bu derslerin sınıf öğretmenliğinden farklı olduğunu ve öğretim ilke teknikleri açısından kendilerine özgü yöntemleri olduğunu söylersek yanlış olmaz. Atatürk Öğretmen Akademisi’nden mezun sınıf öğretmenleri branş derslerini vermek için kadrolara başvururken, sınıf öğretmenliği için boş kalan kadroları üniversitenin farklı bölümlerinden mezun olan öğretmenler veya öğretmenlik sertifikası olmayan üniversite mezunları doldurmaktadır. Çocukların duyuşsal ve psikomotor gelişiminde önemli yeri olan müzik, beden eğitimi ve resim dersleri ya yeteri kadar yapılmamakta ya da yanlış yöntemlerle yapılmaya çalışılmaktadır. Sınıf öğretmenliğinden mezun olmayan diğer kişiler tarafından verilen eğitim de farklı sorunlara yol açmaktadır.
Ezberci eğitim sisteminden kurtulmanın yolunun öğrenmeyi öğrenme, düşünmeyi öğrenme, yaşamayı öğrenme, problem çözme, bağımsız düşünme, eleştirel düşünme ve farklılıklara değer verme gibi konularda öğrencilerimizi geliştirmekten geçtiğini birçoğumuz biliyoruz ve kabul ediyoruz. Ancak, kararların verilmesi sırasında birçok eğitimcinin bu becerilerden yoksun olduğuna tanık olduğumu da üzülerek aktarmak istiyorum. Oy kullanılırken, başkalarının veya arkadaşlarının hangi yönde oy kullandığına bakıp kartını o yönde kaldıranların böyle bir amaç uğruna toplanmış şurada yer almasını bir hata olarak görüyorum. Oylama sırasında dikkatimi çeken bir diğer nokta, oy hakkı bulunanların elinde üç kart (evet, hayır, kararsızım) olmasına karşın “kararsızım” oyunu kullanan neredeyse yoktu. Bu konuyu ele almamın nedeni, on bir komisyonda çok farklı alanlarda kararlar sunuldu. Bazı kararların oylanması sırasında oy veren kişilerin o konuda bilgisi olmamasına rağmen fikir beyan ettiğine tanık oldum. Bunun yanında, bir komisyonun önerdiği “olası eğitim modeli”ne ilişkin ek gösterilmemesine rağmen eleştirilmiş, buna alternatif olarak sunulan öneri de bir altyapısı, modellemesi olmamasına rağmen V. Milli Eğitim Şurası kararları arasında yer almıştır. Bu noktada, “bilgim yok ama fikrim var” yaklaşımının bize yarardan çok zararı olacağını belirtmek isterim.
V. Milli Eğitim Şurası olumsuzluklara sahne olsa, bazı kararlar basında fazlasıyla yer alsa da, son kertede eğitim adına olumlu kararların alındığı görüşündeyim. Sadece basına yansıyanlar üzerinde spekülasyonlar yaratmak yerine kararları okuyup (http://egitimsurasi.mebnet.net/ adresinden komisyon raporlarını okuyabilirsiniz), bizim için yararlı ve önemli olan kararların uygulanması için çaba sarfetmeliyiz. Bir hafta boyunca verilen emeğin, harcanan maddi olanakların tozlu raflara kaldırılmasının önüne geçmeliyiz. Alınan kararlara ilişkin eleştirilerimizi yöneltirken; bu kararların “tavsiye niteliğinde kararlar” olduğunu unutmamamız ve bu kararların hayata geçirilmesi aşamasında geliştirilmeye ihtiyacı olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.
Albert Einstein “Bir ülkenin geleceğinin, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlı olduğunu” söylemektedir. Eğitime verdiğimiz önem sadece kolej sınavları ile kalmamalıdır. Herkesin eşit ve parasız eğitime sahip olması, eğitim sisteminin değişen hükümetlerle değişmemesi ve “devlet politikası” olması adına adımlar atmalıyız. Bu politikaları oluştururken de kendi ülkemizin ve kültürümüzün özelliklerini dikkate alarak, bilim ve teknolojideki gelişmelerden yararlanmalıyız.
________________________________________________________
* Yazar isminin gizli kalmasını tercih ettiğinden dolayı bu yazıda iletişim adresi ve yazar ismi belirtilmemiştir.