Vadili’den Ebe Dimitria, hem Kıbrıslıtürk, hem Kıbrıslırum bebeklerin dünyaya getirilmesinde emek harcadıydı...
“İşçi Salih” olarak tanınan değerli arkadaşımız Salih Mehmet, hem Kıbrıslıtürk, hem de Kıbrıslırum bebeklerin dünyaya gelmesinde emek harcamış olan Vadili’den Ebe Dimitria’nın resmini yayımlayarak şöyle yazdı:
“Ebe Dimitria Nene, anneme beni dünyaya getirmesi için yardım etmişti... Benim ellerimi ve ayaklarımı tutan ilk hanımdı ve bana sıcak suyla banyo yaptıran... Nur içinde yat Dimitria Nene...
Ben 1923 senesinde onun başından geçen olayları bilmiyordum – 1920’li yıllarda İzmir’i gerketmeye zorlanmış ve 1920’li yılların ortalarında Vadili’ye yerleşmeye karar vermişti... Onun küçük bir arabaya, bir Morris MinorA sahip olduğunu da hatırlıyorum...
Benim genç arkadaşım Andrikko’yu da onun dünyaya getirmiş olma ihtimali vardır... Andrikko’dan geçen günlerde yazılarımda bahsetmiştim, beraber çalıştığım bu arkadaşım, Vadilili Andreas (Andrikko) Boyacı, “kayıp” idi ve ben onun “kayıp” edildiğinden habersizdim... Seneler sonra ondan geride kalanların bulunup defnedildiğini öğrenince, onunla ilgili bir yazı yazıp bunu paylaşmıştım. İşte Ebe Dimitria, büyük olasılıkla onun da ebesiydi. Çünkü gerek Sinde, gerek Vadili, gerekse Arçoz’dan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum bebeklerin dünyaya gelmesine yardım ediyordu... Pek çok Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kadına doğum yaparken yardım eden ebe oydu... Işıklarda olsun Dimitria Nene...”
Anastasia Pattihi ise Vadili’den Ebe Dimitria’yla ilgili İşçi Salih’in paylaşımını görünce şöyle yazdı:
“Bugün çok sevinçliyim çünkü 47 yıldan bu yana fotoğrafını görmemiş olduğum ve halen hayatta olmayan bir insanın resmini gördüm... Bereket versin Salih Mehmet bu fotoğrafı paylaştı, ona teşekkür ederek bu resmi aldım...
Bu resim, Dimitria Nene’nin resmidir. İzmir’de doğduydu ve 1922 senesinde, o büyük felaketten sonra yaşlı babası ve Argiro ve Anjela adlı iki kızkardeşiyle birlikte Kıbrıs’a gelmişti. Henüz 22 yaşındaydı, yeni evlenmişti ve hamileydi ancak o günlerde yaşadığı zorluklardan ötürü bebeğini düşürdü...
Yalnız başına, yaşlı babasıyla birlikte köyümüz Vadili’ye yerleşti – yalnızdı çünkü Türkler’le geride kalan erkekleri kimse bir daha göremeyecekti. Babaları Vadilili olduğu için pek çok akrabaları bulunuyordu, benim dedem de Dimitria Nene’nin birinci yeğeniydi.
Başlangıçta çok büyük zorluklarla karşılaştılar fakat bu hayran olunası kadın kendi ayakları üstünde durup refaha kavuşmayı başardı. Babası ölmüştü, küçük kızkardeşi de evlenip köyden ayrılmıştı. Dimitria, ablası Argiro ile birlikte köyde kalacaktı. Onların köpeğini de hatırlıyorum...
Çok küçük yaşlardan itibaren Dimitria çalışmaya başlamıştı... Ve kısa sürede ebe olmuştu... O günlerde İngilizler ebeler için münhal ilan etmekteydi, onları eğitmekteydiler ve tüm sağlık merkezlerine onları yerleştirmekteydiler...
Dimitria, o dönemin neredeyse tüm kadınları gibi eğitimsizdi, tarlalarda çalışmaktaydı fakat cesaret edip ebelik mesleğinde uzmanlaşmayı seçti. Türkçe dilini çok iyi konuştuğu için köyümüzdeki tüm Kıbrıslıtürk kadınlar ile komşu Sinde ve Arçoz’dan da kadınlar onu çağırıyorlardı. Önceleri yaya olarak ebeliğini yapmak üzere oraya buraya gidiyordu, sonra bir bisiklet satın almıştı ve bisikletiyle gidiyordu. Ve nihayetinde bir araba satın almıştı... Köyümüzde araba sürmeyi öğrenen ilk kadındı, o ve köydeki doktor...
Hızla bir eve sahip olmuştu Dimitria nene, arazi satın almış ve bağ ekmişti... Her gün kızkardeşiyle birlikte ovaya gittiklerini, evlerine baktıklarını ve ikindi vakti de örgülerini veya nakışlarını alarak ya neneme ya da anneme kahve içmeye geldiklerini hatırlıyorum...
Ne zaman bir bebeğin doğumu için çağrılsa, saatin kaç olduğuna bakmaksızın derhal oraya koşardı...
Bize geldiği yerden öyküler anlatırdı, Küçük Asya şivesiyle anlatırdı bu öyküleri, topraklarının çok verimli olduğunu, sulak olduğunu ve insanların da varlıklı olduklarını anlatırdı...
Bu iki hanım yani Dimitria Nene ile ablası Argiro Hanım ileri görüşlü, çok çalışkan evhanımlarıydılar, dindardılar ve biraz da disiplinliydiler... O günlerde onları anlayamazdım ama şimdi anlıyorum ve onlara hak veriyorum... Pek az şeyle yetiniyorlardı. Yemekleri çok farklıydı...
Ve bu kadın ikinci kez göçmen olmuştu... Yaşadığım sürece onu anacağım, ondan söz edeceğim...”
Vadili'den Ebe Dimitria...
“Karava’dan bir papaz, kilisenin avlusuna gömüldüydü…”
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Günaydın Sevgül hanım. Şimdi Garava’da kayıp kişilerin gömü yerleri araştırması yazınızı okudum. 75’te biz Garava’ya geldiğimizde Larnaka’dan Garava’ya gelmiş bir ailenin bir evin içindeki ölü papazı kilisenin havlısına gömüp o eve yerleştiği konuşululurdu. Kilisenin havlısına gömülen papazın ayakkabısı görünüyordu, derine gömmemişlerdi. Biz de gider bakardık. Hatta o papazın gömüldüğü yerde bir zerdali ağacı vardı ve meyvelerini kimse yemezdi dibinde ölü gömülüdür diye. Sonra bir şekilde o ceset oradan alınmış ve başka bir yere gömüldü diye konuşulurdu. Garava’da bir bahcenin havuzunda da genç bir kız cesedi varmıştı. Garava’ya ilk gelip yerleşen Mandirgalılar bu cesetleri gördüler ama nereye gömüldüler bilen var mı bilmiyorum. Kilisenin bahçesine gömülen papazın toprağın üstünde görünen ayakkabısı hala gözümün önündedir.”
Bu okurumuza da paylaştığı bu değerli bilgiler için çok teşekkür ediyoruz…
Konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımızı isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı cep telefonumuzdan aramaya davet ediyorum. Kayıplar Komitesi’ne bilgi vermek isteyenler de 181 ihbar hattını arayabilirler…
“Bosna’da yakılmış dört kişilik “kayıp” aileden geride kalanlar bulundu...”
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BIRN’de yer alan bir habere göre, Bosna’da yakılmış, dört kişilik aileden geride kalanlar bulundu.
Sözkonusu ailenin Bosna savaşı esnasında 1992 yılında “kayıp” edilmiş oldukları, Probosiyeviçi köyü yakınlarında yürütülen kazılarda kalıntılarına ulaşıldığı bildirildi...
Bosna Kayıp Şahıslar Enstitüsü geçtiğimiz Cuma günü yaptığı açıklamada, dört kişiden geride kalanların bulunduğunu duyurdu. Açıklamada, “Bu bölgede aralarında bir de çocuk olmak üzere dört kişi aranmaktaydı, bugün bulunan kalıntıların onlar olduğu tahmin edilmektedir” denildi.
Enstitü sözcüsü Emza Fazliç, BIRN’e yaptığı açıklamada, kalıntıların bazılarının yakılmış olduğuna dikkati çekti.
Kalıntılar Tuzla’daki Anı Merkezi’ne götürülerek burada kimliklerinin belirlenmesi için DNA analizleri yapılacak.
Kayıp Şahıslar Enstitüsü'ne göre 1992-95 yılları arasındaki savaşta “kayıp” edilmiş ve gömü yerleri aranmakta olan 7,600 kişi var. Bugüne kadar toplam 25 bin 500 “kayıp”tan geride kalanlar bulundu. Bu da, “kayıp” edilmiş olanların yüzde 80’inin bulunduğu ancak yüzde 20’sinin aranmakta olduğu anlamına geliyor.