1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Vadilili “kayıp” Andreas Pulaidis’ten geride kalanlar, Lapta-Karava’da bir toplu mezarda bulundu…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Vadilili “kayıp” Andreas Pulaidis’ten geride kalanlar, Lapta-Karava’da bir toplu mezarda bulundu…

A+A-

s1-049.jpg

 

Aslen Vadilili olan ve henüz 18 yaşında askerliğini yaparken Lapta-Karava bölgesinde “kayıp” edilen Andreas Pulaidis’ten geride kalanların yine Lapta-Karava yöresinde bir toplu mezarda bulunarak kimliklendirildiği ve 27 Ocak 2019 Pazar günü, Lefkoşa’da toprağa verileceği öğrenildi.

“Kayıp” Andres Pulaidis için önce saat 11.00’de Latça’daki St. George Kilisesi’nde cenaze töreni yapılacak, ardından  Makedonidissa Askeri Mezarlığı’na defnedilecek.

Yorgos Pulaidis ve Sofia Pulaidi’nin en küçük evladı olan Andreas, sekiz kardeşten biriydi. Yedi kızkardeşi bulunmaktaydı. Andreas’ın annesi Sofia 2000, babası Yorgos ise 2002 yılında vefat ettiler. Pek çok “kayıp” yakını gibi, evlatlarının adını sayıklaya sayıklaya bu dünyadan göçüp gittiler ve evlatlarından geride kalanların bulunduğunu göremediler…

Ailesinin yaptığı açıklamaya göre 1974 yılında henüz 18 yaşında askerliğini yapmakta olan Andreas Pulaidis, mayın temizleme uzmanı olarak görev yapmaktaydı ve birliği 5 Ağustos 1974’te Lapta-Karava yöresine gönderilmişti. 6 Ağustos 1974’te bölgede Türk askerleriyle karşı karşıya gelen birliği geri çekilirken, Andreas Pulaidis bazı diğer Kıbrıslırum askerlerle birlikte olduğu yerde kalmış ve burada öldürüldükten sonra “kayıp” edilmişti.

Kayıplar Komitesi’nin Lapta-Karava kazılarında kalıntıları bulunan “kayıp” Andreas Pulaidis’in ailesinin acısını paylaşıyoruz…

 


Koççina’dan Mammari’ye 90 kilometrelik ara bölgenin denetimi Arjantin kontenjanında…

s2-041.jpg

s4-012.jpg

Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün yeni komutanı Cheryl Pearce, geçtiğimiz günlerde yerinde incelemelere başladı ve BM Barış Gücü denetimindeki ara bölgenin “Sector One” (“Birinci Bölge”) olarak bilinen bölümünde BM’nin askeri, polis ve sivil personeliyle bir araya geldi. Koççina’dan (Erenköy) Mammari köyüne kadar olan 90 kilometrelik bu bölgenin denetimini 16 Ekim 1993’ten bu yana BM Barış Gücü’ndeki Arjantin kontenjanı yürütüyor. “Sector One”ın komuta merkezi ise Skuriyotissa köyündeki San Martin Kampı’nda bulunuyor. BM Barış Gücü’nün komutanlığını ikinci kez bir kadın komutan, Cheryl Pearce yapıyor.

Fotoğraflar: Katarina Zahorska, UNFICYP.


 

BASINDAN GÜNCEL…

s3-025.jpg

“Türkiye’de ırkçılık yoktur!...”

Ohannes Kılıçdağı

Bu ülkede nesiller bu sözle, daha doğrusu bu yalanla büyüdü. O kadar çok tekrar edildi ki, insanlar inandı. Halbuki, bir sorunu çözmenin ilk aşaması o sorunun varlığını kabul etmek ve onu doğru biçimde tanımlamaktır. O ilk adımı atmadan sorun çözülmez. Türkiye’de ırkçılığın kitabının her gün yeniden yazıldığını fark etmeden ilerlenemez.

İlk yapılması gerekenlerden biri sanırım, ırkçılığın sadece derisinin rengi farklı olanlara karşı bir düşünce ve takınılan bir tavır olmadığını anlamaktır. Irkçılık, hedefini farklı gruplar arasından belirleyebilir ve kimi durumlarda spesifik bir ırkçılık kendine özgü bir isim taşıyabilir. Örneğin, anti-semitizm, yani Yahudi olan her şeye kategorik olarak karşı olmak, Yahudilik hakkında hurafeler uydurmak, ırkçılıktır. Türkiye’de de anti-semitizmin daniskası olagelmiştir, hâlâ da vardır. Benzer şekilde, Hıristiyanofobi de ırkçılıktır ve Türkiye’de yaygındır. Bir belgesel çekimi için Kayseri’ye bir burca asılan ‘Bizans’ bayrağında haç var diye, ahalinin kaleyi muhasaraya ve fethe kalktığını daha unutmadık. Burası, televizyonda gösterilen filmlerde insanların boynundaki haçın buzlandığı bir ülke, ötesi var mı? Hıristiyanlar ve Yahudilerin nüfusu binde birin altına düşmüşken “Özgürlük var”, “Her vatandaşımız eşittir” açıklamaları yapmak kolay. Peki var mı bu grupları yaşatmak, kimlik ve kültürlerini korumak, sayılarını artırmak için bir planınız, pozitif ayrımcılık programınız? (Bunu okuyan devlet yetkilisi olursa eminim gülmekten katılır, “Bizim derdimiz ne, herifçioğlu ne soruyor” diye.)

Irkçılık, geçen haftaki yazıda da tartıştığımız gibi ‘Suriyeliler’ meselesinde de kendini açıkça gösteriyor. O kadar ki, sosyal medyada kendisi bizzat banal bir demagog olan Süleyman Soylu’nun Suriyeliler hakkındaki pozitif amaçla söylediği sözlere bile infialle karşı çıkan var. Bu gibi durumlar bize bir kere daha gösteriyor ki ırkçılık çok kolay besleyip büyüteceğiniz ama bir noktadan sonra kontrol edemeyeceğiniz bir canavardır. O güruh yeterince kalabalık olduğuna inanırsa, kendiyle aynı istikamette düşünen ama yeterince radikal bulmadıklarını dahi ezer geçer.

Türkiye’de bırakın ırkçılığın olmamasını, ne kadar yaygın olduğunu anlamak için www.nefretsoylemi.org sitesini takip edebilirsiniz. Özellikle medyadaki ırkçı, ayrımcı ifadeleri derleyen bu site bile Türkiye’de ırkçılığın çok yaygın olduğunu tek başına göstermeye yeter. Tabii, günlük hayattaki nefret söylemi ve ırkçılık örneklerinin medyadaki örnekler gibi düzenli şekilde kayda alınması zor. Fakat, toplum düzeyinde de alttan alta belki yüzyıllardır çalışan bir kayıt mekanizması var aslında, o da atasözleri ve deyimler. Bunlar, toplumun belli kesimlere bakışını net biçimde gösteren örneklerle dolu. Herkesin istisnasız bu gibi sözleri doğru bulması gerekmiyor ama bu tip ırkçı ayrımcı sözler kabul görüp, onlarca belki yüzyıllar boyunca dilde yaşayabiliyor, mesele bu. Oraya baktığımızda da farklı gruplara karşı ırkçı ifadeler bulmak mümkün. Birkaç tane saymak gerekirse, benim aklıma ilk olarak “Anladımsa Arap olayım” deyimi geliyor. Buradaki ‘Arap’ sözü, sanırım millet olarak Arapları değil, derisinin rengi siyah olanları kastediyor, ama sonuçta ırkçı bir söz. Bilmem açıklamaya gerek var mı ama açıkça, Arap olmayı kötü bir şey olarak konumlandırıyor, “Yalan söylüyorsam o kötü şey başıma gelsin” diyen bir söz. ‘Arap’lı ama bu sefer millet olarak Arapları kasteden ırkçı bir deyim ise “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü”dür.

Irkçı sözlerin ‘gâvur’lu versiyonları bayağı fazla. “Gâvurdan vefa zehirden şifa beklenmez”, “Gâvura iyilik yaramaz”, “Gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını sallar”, “Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz”… Buradaki ‘gâvur’, ecnebileri de kapsar ama daha ziyade, Ermeniler de dahil yerli Hıristiyanlar için kullanılır. Ermeniler ve Yahudilere aynı anda ‘vuran’ bir örnek de, “Ermeni’de irfan, Yahudi’de pehlivan bulunmaz.”

Çingeneler için ise başlıbaşına “çingenelik yapmak” diye, olumsuz manada kullanılan bir söz var. Açgözlülük, tamahkârlık, yırtıklık, yaygara yapanlar için kullanılıyor. “Çingene’ye beylik vermişler, önce babasını asmış” da hemen akla gelen başka bir örnek.

Örnekler çoğaltılabilir ama sanırım yeterince anlaşılmıştır. Bu deyimleri üreten bir yapının ırkçı olmaması mümkün değildir. Üstelik, görüldüğü gibi, bir değil birçok gruba karşı ırkçı deyimler mevcut. Kürtlere dair olanlara hiç değinmedim bile. Tekrar etmek gerekirse, bunlar istisnasız herkesin ırkçı olduğu anlamına gelmez ama ırkçılığın var olduğu anlamına gelir. Fakat, ırkçılığıyla ‘övünen’ nispeten küçük bir kesim dışında, ırkçılar ırkçı olduklarını kabul etmezler. Yani, ırkçılar genellikle ‘kendini bilmez’ olur. Siz bildirmekten çekinmeyin.

(AGOS – Ohannes KILIÇDAĞI – 9.1.2019)

Bu yazı toplam 2224 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar