Vakıflar'ın İslam ve Osmanlı merakı
“Lefkoşa’ya farklı bir gözle bakmak ister misiniz?” diye soruyor Vakıflar İdaremiz, bir video hazırlıyor ve bu sorduğu sorunun aksine Lefkoşa’ya tek/aynı gözle bakıyor.
Vakıflar İdaresi hazırladığı videoda Lefkoşa’yı sadece Osmanlı eserleriyle tanıtırken o sorduğu sorudaki ‘farklı bir göz’ün nerede olduğunu arıyor insan…
Türkiye’de hazırlanan ve yine Türkiye’de basın toplantısıyla açıklanan projede Lefkoşa’nın “Vakıf Şehir’ olarak tanıtımı ve turiste Lefkoşa’nın Osmanlı eserlerinin tanıtımı yönünde bir güzergâh düzenlendiği de anlaşılıyor. Bu güzergâh sanırım dün itibarıyla ilk turist kafilesiyle gezilmeye başlanacaktı.
Bu proje, Kıbrıs’ın ve Lefkoşa’nın 1571 öncesi tarihini göz ardı ediyor. Kıbrıs’ın Osmanlı tarafından fethi ve o yıl kurulan Vakıf ile birlikte Lefkoşa tarihi başlatılıyor ve turiste Osmanlı tarihi tanıtılıyor. Projenin logosunda ise Kıbrıs, olduğu gibi Osmanlı harfleriyle çizilmiş olarak görülüyor.
Yine Vakıfların kendi web sayfasında yazan bilgilere göre hediyelerine el konulduğu için Kıbrıs’ı fetheden Sarı Selim’in Vakfı kurmasıyla başlatılan Lefkoşa tarihinin neye hizmet ettiğini anlamak çok da zor değil. Vakıfların web sayfasında şunlar yazıyor;
“Akdeniz üzerinden gelen Mısır tarafından II. Selim'e yollanmış hediye gemisinin korsanlar tarafından kaçırılması, tüm hediyelere el konulması ve mürettebatın zindana atılması ve bunun gibi onlarca neden sebebiyle Sokullu Mehmet Paşa'nın itirazlarına rağmen 15 Mayıs 1570'te Osmanlı Donanması sefere çıktı. 18 Mayıs 1570'te Kevkeban kalesi fethedildi. 2 Temmuz 1570'te Leftari Kalesi, 9 Temmuz 1570'te Girne Kalesi alındı. 9 Eylül 1570'te Lefkoşe (dikkat! Lefkoşe) fethedildi ve nihayetinde 1 Ağustos 1571'de Magosa (dikkat! Magosa) Kalesi'nin teslimiyle Kıbrıs'ın fethi tamamlandı.”
Lefkoşa sadece Osmanlı tarihiyle anlatılmaya çalışılırken değerli hocamız Neriman Cahit daha dün adres Kıbrıs’ta o çok sevdiği eski Lefkoşa’yı anlatıyordu. Ta Taş Devri’nden başlayarak çeşitli işgaller ve çeşitli medeniyetlerin yönetiminden söz eden Neriman Cahit, MÖ. Yunan Kolonisi zamanında Ledra adında küçük bir krallığı, Arkaik zamandan Helenistik zamanlara oluşumları, Venediklilerin, Bizanslıların bıraktıkları eserleri hatırlatıyor.
900’lü yıllarda Lefkoşa’ya Kermia veya Leucosia denildiğini, Bizans, Fransız işgallerinin yaşandığını, Aslan Yürekli Richard’ın Ada’yı Lusignan’a sattığını ve o zamanlardan hep başkentlik yaşamış Lefkoşa’sında bu dönemlerden kalma birçok eserin olduğunu anlatıyor da anlatıyor…
İşgal yönetimlerden etkilenen ve o zamanlardan kalan binalardan biri de Fransız-Bizans karışımı kilise binasıdır ki daha sonra Osmanlı zamanında çarşıya döndürülen ve Bedesten adı verilen binadır.
Yani Lefkoşa’nın sadece 1571 sonrası tarihi yoktur ve bu projeyle ve video tanıtımıyla İslam ve Osmanlılık kokan bir tanıtım yapan Vakıflar İdaresi’nin yeni yönetiminin bu noktalara dikkat edeceğini ümit etmek isterim.
Cahilliğin portresi ve kıskançlık!
Dün yolumuz Mağusa’ya düştü… Girne’den çıkıp Mağusa’ya gitmek ve birkaç saatliğine de olsa Mağusa’yı yaşamak iyi geldi bana… Oralarda kendimi daha çok memleketli hissettim. O olumsuz görüntüye rağmen!.. Salamis yolunda kısa mesafeli de olsa tamiratın hâlâ bitirilmemiş olması ve yolun kapalı durması, arabaları yolun aşağısındaki mahalle aralarına yöneltiyor, trafik sıkışıyor, mahalle aralarında tehlike artıyor… Yolun üst tarafında DAÜ’nün giriş- çıkışları olumsuz etkileniyor… Bu olumsuzluğun yanında Girne’nin aksine Mağusa’nın Palm Beach bölgesinde insanların yaşlısı, genci, çocuğu denize girmeye başlamış, plajlar herkese açık, bilet kesen yok… Oralardaki kafelerde daha çok tanıdık simalar, daha çok bizden insanlar, daha çok memleket… Ben bir Girneli olarak kıskanıyorum ve artık dönüşü olmayan bir yolda ilerleyen Girne’ye de üzülüyorum. Bundan bir gün önce de Girne’de Kaşgar Court bölgesinde hafta sonu iznini kullanan ya asker ya da gazino çalışanlarından oluşan bir grubun sahilde içtikleri bira tenekelerini kayaların üzerinde bırakmalarını, güneşten kaçıp gölgeliğe sığınırken ellerindekini de yine kayalıklara fırlattıklarını izledim o sırada cahilliğin portresini çizer gibi… Kayalıklar hep çöp doluydu zaten, onlar da buna katkı yaptılar. Mağusa’yı gezerken kıskançlığım daha da arttı.
Artık yeter!
Suriye’de dönen dolapları takip etmekten yoruldum, kimin eli kimin cebinde karıştırdım… Orada yaşanan insanlık dramlarının kimsenin umurunda olmaması, yalnızca ülkelerinin büyük idealleri, stratejileri uğruna! Suriye’ye asker göndermeleri, bomba atmaları, ülkeyi birbirlerine düşürmeleri, terörist grupları ordu diye tanımlamaları, onları göklere çıkarmaları, ondan sonra başlarına bela olunca başka gruplara ve yöntemlere sarılmaları ama bu sürede de olanın Suriyelilere ve bölgeye olmasından artık gına geldi. Yeter artık.
Kendimize saygımızı yitirmeden…
Yerel seçimler yaklaşırken aday adayı isimler arasında öyle isimler var ki akıl alır gibi değil… O isimleri duyunca, ya partiler insanı tanımakta acizler ya da bu küçük toplumda artık bir yerlere aday olacak isim kalmadı ya da aday olabilecek insanlar siyasetin her türlüsünden bıktı diye düşünüyor insan… Aday adayı diye anılan isimlerin bazılarının aday olması durumunda artık sandığa gidip oy vermenin oy verecek insanın kendine saygısını yitirmesi olarak isimlendirilebilir.
İnsan; aklındakilerle gündüzleri, yüreğindekiyle geceleri uğraşıyormuş.
Can Yücel