VAR MISINIZ?
“Bir yandan, AB üyeliği yolunda, Kıbrıs’taki barış sürecinin öneminden (yenile farkına varmışlar gibi) söz eden bu ağızlar; diğer yandan, ülkelerinin Doğu ve Güney Doğu’sunu savaş alanına döndürmenin provalarıyla uğraşıyorlar…
Aylardır süren, “sokağa çıkma yasağı” insanların özgürlüklerini ortadan kaldırmakla kalmıyor; çocukların, kadınların askerler tarafından öldürülmesinde “gerekçe” olarak da kullanılıyor…
Diyarbakır, Cizre, Şırnak, Silopi ve Sur’da, asker, polis, özel harekat ve korucular tanklarla girdikleri mahalleleri, top atışına tutuyorlar...
Bir çok insan (Suriyeliler gibi) bölgeyi terk etmek zorunda bırakılıyor… Keskin nişancılar çocukları ve kadınları evlerinin önünde vurup; habercilik yapmak isteyen gazetecileri kaçırıyorlar..
Provakasyonlar ve demagoji ile, sürdürülen bu kıyım örtülenmek isteniyor… Cumhurbaşkanı, nüfusun yarısını terörist yada “yandaş” ilan edip hedef göstermekten; “o evlerde, o binalarda o açtığınız hendeklerde yok olacaksınız.” Diye tehditler savurmaktan geri durmuyor…
Şimdi biz bunların SAMİMİYETİ’ne mi güveneceğiz…
Ya da, adamızı “batmayan uçak gemisi” gibi kullananların, “üç garantör çözümün en büyük destekçisi olacak” laflarında mı arayacağız, o SAMİMİYETİ!..
Ortadoğu’da kaynayan kazan, ısındıkça büyüyor… Türkiye, Suriyeleşme sürecine çoktan girmiş… Emperyalist güçler, adamızı, o kazanı daha da karıştıran bir kepçe gibi kullanıyor; biz tüm bunların dışındaymışız gibi kendi uydurduğumuz masalların ninnisiyle uyumaya devam ediyoruz…
Herkes, “Çözüm kapıda” türküleri söylerken; (yukarıda yazdıklarımdan ötürü olsa gerek) benim karamsarlığım artıyor…“ diye yazmıştım yedi ay önce (19-12-2015) ve çok tepki almıştım…
Şimdi tablo daha da karanlık…
Yalnızca Doğu ve Güney Doğu değil, tüm ülke savaş alanına dönme tehlikesi taşıyor. İntikam hırsı ve “benden olmayanlara yaşam hakkı tanımam” bağnazlığıyla sürdürülen yargısız infazlar artarak sürüyor… Daha düne kadar “hoca efendi”ye laf söyletmeyenler, şimdi “hocacıdır” diye suçladıkları insanların çalışma ve yaşama özgürlüklerini elinden alıp; diktatörlüklerini pekiştirme eğilimini sürdürüyorlar…
On günde, 16 tv, 3 haber ajansı, 23 radyo, 45 gazete, 15 dergi, 29 yayınevi, 15 üniversite vd.. kapatıldı; binlerce insan gözaltına alındı, on binlerce “hain” ilan edilen insan arananlar listesinde. Tüm bunların arkasındaki gerekçenin, “demokrasi beklentisi” değil; “güç ve sermaye”yi ele geçirme kavgası olduğu gün gibi ortada…
Gittikçe genişleyen “Cadı avı”nın ve iktidar savaşlarının yaratacağı sonuçları düşünmek bile istemiyorum…
“Kedinin kuyruğundaki maşarabba” konumuna getirilen bizim bu yarıbuçuk adacığımızda ise, “yalanlar manzumesi” üzerine kurulmuş (nasıl olsa yarına herkes unutur); biat etme edilgenliğinden sıyrılamamış; “yapanın yanına kar kalır” anlayışlarıyla biçimlenen popülist,/partizan siyaset, gerilemek yerine güçlenerek sürüyor. Koltuk ve “karasermaye”den yenecek rant uğruna ne hallere düştüğümüzü anlatmaya gerek var mı?
Bu durumun, salt edilgenlik ve çaresizlikle bağlantılı gelişmediğini; genelde, umursamazlık, çıkar beklentisiyle susma, güçlünün yanında görünme, günü kurtarma, mağdurları oynama vb. ruh halimizin de tetiklediğini kabul etmeliyiz.
Boşuna klavye patlattığımın; çok tekrara düştüğümün farkında olduğum kadar, gerçekleri görmezden gelip, pembe boyalar kullanmanın da bir işe yaramayacağının farkındayım.
“Bunları yalnızca sen mi görüyorsun; önerdiğin çıkış yolu ne?” soruları kulaklarımda çınlayacak biliyorum. Bu soruyu soranların en az yarısının “çıkış yolu”nun ne olduğunu bildiğinden de eminim (ama bu yola koyulmak işimize gelmiyor)…
O yola çıkmaya cesaretimiz yoksa, en azından bu “verili durumu/bize dayatılan yavru rolünü” REDDEDELİM…
Var mısınız?