1. YAZARLAR

  2. Dilek Karaaziz Şener

  3. Varolmayan Ülke!..
Dilek Karaaziz Şener

Dilek Karaaziz Şener

Varolmayan Ülke!..

A+A-


        
“Gecenin birinde, siz uyurken, bir hayalin odaya süzüldüğünü, sizi uyandırıp, onunla birlikte, hiçbir yetişkinin olmadığı bir düşler ülkesine uçmayı önerdiğini, hayal etmeyeniniz oldu mu?!”
Doğruyu söylemek gerekirse ben etmedim. Böylesi bir ihtiyaç içinde olduğumu hatırlamıyorum. Portakal ve ekşi ağaçlarının arasında geçen bir çocukluğun hayalleri ancak, annemin ne zaman soğanlı börek pişireceği ve yanına hellim kızartıp bize kahvaltı hazırlayacağının pek ötesinde değildi! Sonrasında herkes gibi siz de büyüyorsunuz ve portakal ağaçlarının etrafını çeviren kalın duvarların arkasındaki dünyaya, isteseniz de istemeseniz de bir şekilde karışmış oluyorsunuz. Deniz kenarlarında yapılan pikniklerde, mavi suyun ötesindeki ülkelerin varlığını coğrafya kitabınızın arasından çekip çıkararak hayallerinize katmayı deniyorsunuz.  Ve gecenin birinde uyurken ekşi ağaçlarının altına ekilen bamya ve patlıcan fidelerinin etrafına açılan küçük su arklarının içinde yüzerken buluyorsunuz kendinizi… Şimdilerde bu hayal ve rüya arası puslu görüntü kaymalarına karşı gülümseyerek bakıyorum yeniden. Eski ve yeni benim hayatımda hep bir mücadele içinde birbirlerine sarılıyorlar. Bazen de uçmayı deniyorlar. Eğer uçuyorsanız kesin delisiniz ve fakat uçmayı denemiyorsanız da delilikle mantık hudutlarında bir yerlerde sıkışıp kalmışsınız demektir. Sonuçta uçuyorsanız delisiniz, uçmuyorsanız da uçmayı hayal edebilenin gözünde yine delisiniz. Uçmak istememek akıllılıksa eğer, yeşil tarlaları düşleyerek bir Zeytin Ağacı’na tırmanıp ufka doğru ıslık çalmak da o kadar deliliktir. Islık çalabiliyorsanız mutlusunuz. Ya çalamıyorsanız?!
***
Biz küçükken gördüğümüz her dikenli telin arkasına, yanından geçerken bile bakmak yasaktı! Küçük bir istekte bulunmak bile gereksiz ve susturulması gereken bir cümle şeklindeydi… Yine de dalıp gitmeden duramazdım dikenli tellerin ardındaki, saklı bedenlerin, düşünce dehlizlerinde ne olup bittiğini görmek adına… Düşleri sınırlayan dikenli tellerin ve konuşulması yasak cümlelerin bir süre sonra aslında geleceğin gerçekleşmesini ve gelmesini yasaklamak olduğunu da anladım. Bir tek şey yapmam gerekiyordu: Bir istekte bulunmak! Küçülmek ve tellerin ardındaki lapsana ve horozibiği çiçeklerinden örülü tarlalarda özgürce koşmak! Peter Pan olabilir miydim? İşte bu aşamada aklıma düştü, düşle gerçeğin parçalı bulutlu ve yağmurlu iklim halleri… Büyümeyi reddetmeliydim. Treni çoktan kaçırdığımın farkındayım. Anlamadık anlayamadık başımıza gelenlerin ne olduğunu. Büyüdükçe ya yaşanmışlıklarımızı geride bırakarak terk ettik “varolmayan ülkeyi”, ya da kalarak sadece yaşamın içine akmayı, akarken de sadece nefes almayı becerebildik.
Gerçek şu ki: nereye gidersek gidelim ve hangi konumda olursak olalım hep geçmişi yanımızda taşıdık!
***
Varla yok arasında bir küçük ülkede sıkışıp kalmak, düşünceyi ve uslamlamayı da kapatıyor/yasaklıyor zaman geçtikçe… Hal böyle olunca yeni bir ülkenin içine karışmayı deneyerek, çözüm bulmaya çalışmanın doğru bir seçim olduğuna karar veriyorsunuz. Kısa bir süre sonra bu büyük (!) ülkenin kurallarının “düşünmek ve uslamlamak” çok özel bir zaman ve üretime yönelik ticari bir kaygı olmalıdır; kuralına da yenik düşüyorsunuz. Eski ve yeninin çarpıştığı bir kırılma noktasından geçmekte olduğunuzu, köprünün altından akan suların ne eskide ne de yenide olduğunu fark ettiğinizde, işin şekli çoktan değişmiş ve sizi aşmıştır. Gecenin karanlığında güncel yaşamın karmaşık ve yorucu düşünce bulutlarına sızan görüntülerin arasından bir gölge (hayal) seçebilmeyi bekliyorum.  Adını üç kere tekrarlarsam ona dönüşebilme şansım var mıdır?
- Peter Pan!
- Peter Pan!
- Peter Pan!
***
İskoç roman ve oyun yazarı J. M. Barrie'nin (1860–1937) yarattığı en ünlü karakterdir,  Peter Pan. Çocukken okuyup okumadığımı gerçekten hatırlamıyorum. Kitap o kadar azdı ki biz küçükken! 1974 yılının hemen sonrasında, ilkokula başlayan bizler için okul kütüphanemizde birkaç kitabı tekrar tekrar, evirip çevirerek okuduğumuzu anımsıyorum. 23 Nisan ilkokulun Müdiresi Gülbahar Öğretmen ile küçük bir odada (ki burasının kütüphane olarak kullanıldığını düşünüyorum) elimde kitaplarla kendimi görüyorum çocukluk düşlerimin arasında… Belki de bir rüyadır aklıma zaman zaman düşen bu görüntü yumakları… Çok eskide kaldıklarından dolayıdır ki, çoğunlukla siyah-beyaz gölgeler halinde bir görünüp bir kaybolurlar. Aslında vardırlar ve fakat bi’ şekilde, zamanın onlara yüklediği ağır güncel olaylardan dolayı yokturlar. Varla yok arasındaki bir ülkenin çocukluk düşlerinin ne kadarını anımsayabilir ki insan?! Bu soru okuyucudan çok kendimedir! Kendimle yaptığım yalnız konuşmaların soruları arasında boğulmanın, yeni bir kara parçası görebilme ve toprağa adım atabilme isteğinin tuhaf bir iç döküntüsüdür bu yazı! 
Evet, Peter Pan büyümeyi reddeden haylaz bir çocuktur. Bitmeyen çocukluğunu, “Varolmayan Ülke (Neverland)” adındaki küçük ADA’da, çocuk çetesiyle, maceradan maceraya atılarak Kaptan Hook'a meydan okuyarak geçirir.  Varolmayan adaya geri dönmek ve KAPTAN HOOK ile ciddi bir mücadeleye girişmek istiyorum. Hiç büyümemek istiyorum.  Sadece ve sadece soğanlı böreğin koktuğu bir mutfağın nemli duvarlarına sızan küflü izlerden bir dünya çizmektir hayalim. Niçin hala daha ESKİdeyim. Yeni olanın pençesine düşmüş ve hâlihazırda hala daha boğuşmaya devam ederken, nerden başıma tebelleş ettim bunca görüntüyü?
Peter Pan’ın küçük adasında da bir bölünmüşlük var mıydı?
Her şey İKİ üzerine mi kuruluydu?
İki dil, iki insan, iki toplum, iki bölge, iki iki iki iki… Çarpsanız da bölseniz de hep iki!
Kim demişti ikikereikidört eder diye?!
Peter Pan’ı yıllar sonra Umut adındaki çocuğa okurken anladım ki: Hepimiz birer Peter Pan’ız/ Peter Pan’dık! Neler yaşandığı ve neler geçirildiği ile ilgili hep hikâyelerimiz…  “Eskiden…” diye başlıyoruz tüm cümlelerimize… Ve genelde “… eskiden böyle miydi?” diyerek de bitiyor yaşamöyküsü anlatma durumları… Olayları kavramak ve ileriye yönelik düşünce dehlizleri kurmak yerine, hep eskiyle yaptığımız sohbetler…
Dünya tarihinin geçen iki yüz yılını yazarlar, idealizm açısından ütopyacı, ama yapılanlara bakıldığında aşırı pratik bir dönem, olduğunu vurguluyorlar. Kuşkusuz bu bileşimin sonucu, düş yıkımı ve sinsizimi artırmakla da kalmadı!  Aynı zamanda kültür üzerine konulan gerginlikleri içerme ve yorumlamada kültürün yeteneğine de meydan okuyarak, durağanlık yerine “değişken” bir atmosfer yarattı. Değişiyoruz! Hadi diyelim ki: değiştiriliyoruz!
Kültürün ne olduğunu ve ne işe yaradığını anımsamamak niye?!
***
Geçtiğimiz ay içinde kısa süreli bir Girne kaçamağı yaptım. Denize karşı uyanmanın verdiği özlemle ait olduğum YENİ’nin içinden sıyrılabildiğim zamanı, evimde geçirdim. Soğan böreği yapacak kadar zamanım olmadı ve fakat genç bir insanın gözlerine saatlerce bakıp geçmişle bugünü geleceğe taşımak için zaman bulabildim. Onun adı Umay Yılmaz ve fakat bendeki adı PETER PAN! Bir küçük adada yaşıyor ve “çağdaş paradoks” olarak adlandırabileceğimiz bir çeteye karşı tek silahı hayalleriyle savaşıyor! Bulutların altında eskiden yeniye evirilen genç yaşının içine yerleşen kelimeleri, yine bulutlardan şekillere benzeterek yaşıyor. Bizler küçükken bulutları seyrederken, filler ve zürafalar çizerdik gökyüzüne! Küçük adamızda yaşayıp da uzak diyarlardaki bu canlıları sadece kitaplarda görmekten mi kaynaklanıyordu bu düşler? Sorunun yanıtını vermek çok zor benim için. Ama Umay’ın bulutlarında ne fil ne de zürafa olduğunu ESKİ’nin içinde gezinirken daha iyi anladım. Onun varolmayan ülkesinde, var olan sözcükler içindeydi düşleri: Sınır, bölünmüşlük, savaş ve kan! Benim Peter Pan’ım (Umay Yılmaz) dünyaya gözünü açtığı dünden bugüne, diğer bir deyişle eskiden yeniye yani diğer varlıklarla (kavramlarla) neler yaşadığını, onlarla geçirdiği (genç yaşına rağmen) zamanı, yeri geldiğinde mücadeleyi ESKİ’nin anı yüklü duvarları içinde bizlerle paylaştı.
Onun verdiği mesajı, tıpkı Peter Pan’ın yazarında olduğu gibi ÇOCUKLAR/GENÇLER çok rahatlıkla alabilir; algılayabilir. 
Çünkü gördüm ki: büyükler pek de anlamış değil!
***
Tarihte bir savaşı anlatmak için sanatçılar çok farklı anlatım ve biçim verme yöntemleri denemişlerdir. Çoğu zaman barışçı bir afişle birlikte bir Nazi bayrağı “savaş”ı anlatmak adına ifade yöntemleri arasında yer almıştır. Bayrak, daha güçlü bir anlatımı hedefleyebileceği ve daha duygusal bir etki bırakacağı için görsel bir imge olabilir. Umay’ın eskiye dair yenisinde ise KIBRIS’ın kendi coğrafik biçimlenişi ve bu küçük adanın horozibiği tarlalarına çekilen dikenli teller ve “Yasak Bölge GirilmezGirmek Yasaktır” levhalarına karışan görüntüler, çok rahatlıkla görsel belleği zorlarken diğer yandan da anıları kilitleyen yalnız odalarındaki mekânın sessizliğiyle duygusallığımızı körükledi.
***
Duvarlarda donmuş, yıkılan ve dökülen çatının kerpiç örtüsünden sızmış ne varsa mekânda durup bana baktılar!
Onlara dönüp dedim ki: Benim adım PETER PAN! Ya siz kimsiniz?

Not düştüm: Umay Yılmaz’ın geçen ay ESKİ’de gerçekleşen sergisi “Neverland” genç sanatçının ilk kişisel sergisi olup; mekânda yapılan ilk çağdaş sanat sergisi olma özelliğini de taşımaktadır.

Bu yazı toplam 4178 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar