Varoluş
Varoluş
Tufan Erhürman
Kıbrıslı Türklerin bir asrı aşkın bir süreden beri devam eden varoluş mücadelesini ne zaman düşünsem varoluşçular gelir aklıma.
Onların derdi, bir toplumun, bir halkın değil, bir bireyin varoluşudur temelde ama söyledikleriyle Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesi arasında koşutluk kurmak aslında hiç de zor değil.
Varoluşçular için insan dünyaya fırlatılmış bir nesne gibidir. O, hakiki manada var olacaksa, kendi varoluşunu kendi üretmek zorundadır. Böyle bir çabanın içerisine girmediği müddetçe, aralıksız bir şekilde, kurulu düzen içerisinde kendine biçilen rolü oynamaya devam edecek, varoluşçuların sözünü ettiği anlamda var olamayacaktır.
İnsanı varoluşa götüren yolun başlangıcı, kurulu düzene uyarak yaşarken hissetmeye başladığı bir duygudur. Bu duygu, Kierkegaard’a göre “endişe”, Heidegger’e göre “kaygı”, Jaspers’e göre “acı”, Sartre’a göre “bunaltı”dır. (Doğan Özlem, Etik, İstanbul, Say Yayınları, 2010, s. 127). Elbette hoş bir şey değildir ama insanı varoluş yolunun başına yerleştiren de odur.
Kurulu düzen içerisinde sıradanlaştırılan insanlardan biri olmaktan sıkılan, endişelenmeye, kaygılanmaya, acı çekmeye ya da bunaltı hissetmeye başlayan kişi, kaçınılmaz olarak bir arayış içerisine girer. Bu durumu Camus, şu sözcüklerle anlatır:
“Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün ‘neden’ yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. ‘Başlar’, işte bu önemli. Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır... Basit kaygı her şeyin başlangıcındadır”. (Albert Camus, Sisifos Söyleni, çev. Tahsin Yücel, İstanbul, Can Yayınları, 2002, s. 24).
İşte Kıbrıslı Türklerin son zamanlarda yoğun bir biçimde yaşamaya başladıkları gelecek kaygısını, endişeyi, içinde bulunduğumuz halden kaynaklanan acıyı ve hissedilen bunaltıyı bir tür “başlangıç” olarak görüyorum ben. Ne kadar sıkıntı verse de hissettiklerimiz, aslında bunları hissetmeye başladığımız andan bir saniye önceki durumumuza göre varoluşa biraz daha yakınız diye düşünüyorum.
Kurulu bozuk düzen içerisindeki makinemsi yaşamdan hoşnutsuzluk duymaya başlamak, kaçınılmaz olarak bilincin devinimini gündeme getirecektir Camus’nün dediği gibi. Bu, aslında var olmadığımızı, sadece var olduğumuzu sandığımızı fark etmekten başka bir şey değildir. Bunu fark etmek Kıbrıslı Türkleri bir görevle karşı karşıya bırakacaktır ister istemez. Madem ki şu anda içinde yaşadığımız düzen endişelendiriyor, kaygılandırıyor bizi, dahası acı veriyor ve bunaltıya itiyor, bundan kurtulmanın, bu durumdan çıkmanın yolunu aramaktan başka bir çare kalmıyor geriye. Bu manada, varoluş anlamına gelen “ekzistens” ile içinden çıkmak anlamına gelen “ex-sistere”nin yakınlığı dikkat çekiyor (Özlem, s. 122). Bu yakınlık, kurulu düzenden çıkmayı başaramadıkça varolamayacağımızı açık bir biçimde ortaya koyuyor.
Hülasa, birçoğumuz rahatsız olsak da bugün duymaya başladığımız endişeden, kaygıdan, hissettiğimiz acıdan ve bunaltıdan, bence kabul etmeliyiz ki bu halimiz, sanki her şey çok normalmiş, hiçbir sorun yokmuş gibi yaşadığımız dönemdeki hallerimizden çok daha sağlıklı ve umut verici. Ama yine de unutmamak gerekir ki bu duyguyu hissetmek varoluş yolunun başında olduğumuzu gösterir sadece.
Yol uzun ve çetrefilli. Ya başaracağız bu kez var olmayı ya da yenileceğiz ve kıramayacağız yok oluşun zincirlerini. Hazırlıklı olmak lazım. Her durumda çok büyük bir mücadele bekliyor bizi.