VASİLİKİ ANDREOU: ANLADIM Kİ FARKIMIZ YOK
VASİLİKİ ANDREOU: ANLADIM Kİ FARKIMIZ YOK
Simge Çerkezoğlu
Vasiliki Andreou genç bir tiyatro sanatçısı. Teoriye dayalı aldığı tiyatro eğitiminin ardından Kıbrıs’ta yüksek lisans yaparken katıldığı kurslarla bedene yönelik çalışmalara ağırlık vererek 2007 yılından bu yana aralıksız farklı sahnelerde yer alıyor. İki toplumlu pek çok projede de yer alan genç sanatçıyla tiyatroyu ve Kıbrıs’ın geleceğini Düriye Gökçebağ’ın da katkılarıyla etraflıca konuştuk. Genç neslin Kıbrıs’ın geleceğine ilişkin bakış açılarını değerlendirdik ve yeni bir de dostluk inşa etmiş olduk.
İki toplumlu etkinliklerde yer almaya tamamen bir tesadüf sonucu Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali’yle başladığını söylüyor Vasiliki ve o anlattıkça etkinlikler benim gözümde canlanıyor.
“İki toplumlu etkinliklere ilk olarak Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali ile 2014 yılında katıldım. Bu festivalin ana teması ara bölgeydi. Çok ilgi gören ve çok güzel bir projeyi hayata geçirdik. Bu projede herkes kendi deneyimini canlandıracaktı. Ben de kendi deneyimimi canlandırdım. Biz göçmeniz. Benim ailem dağın altında bulunan, Taşkent olarak bilinen bölgeden güneye göç etti. Bu festivalde Sinem Ertaner’le birlikte çalıştık. O güne kadar ben kendi açımdan Ada’nın kuzeyine bakıyordum, Sinem ise kendi bakış açısıyla Ada’nın güneyine. Bu projeyle ise Ada’ya ortak bir bakış açısıyla bakmaya başladık. Böylece Kıbrıslı sanatçılar olarak ortak alan olan ara bölgedeki sahada buluşarak barış mesajı verdik. Daha sonra İzel Seylani ile tanıştım ve Otello Kalesi’nin açılışına özel bir tiyatro sahneledik. Bunu farklı etkinlikler takip etti. Son olarak da Edepsiz Projesinde, Oya Akın’la birlikte çalıştık.”
Vasiliki’den sanatın ve tiyatronun hayatına nasıl girdiğini anlatmasını istiyorum. Çocukluğuna dair çok komik bir anısını bizimle paylaşıyor, yaptıklarına kendi de çok gülüyor.
“Sanırım henüz altı yaşındaydım ama hatırlıyorum. Tiyatroya gitmiştik bir ağaç gövdesi vardı ve oyuncunun biri buradan başını çıkarıyordu. Ara olduğunda sahneye bakıp babama ben de sahnede olmak istiyorum dedim. O zaman RIK Televizyonunda haftanın bir günü çocuk tiyatroları gösterilirdi. Ben de bu oyunları videoya alır ve tüm oyunları en küçük detayına kadar ezberleyerek yeniden oynardım. Tabii bu oyunlar tüm ailenin ve mahalle arkadaşlarımın da bilmesi gerekiyordu ki birlikte oynayabilelim. Onlara da zorla öğretmeye çalışırdım. Daha sonraki eğitim hayatım boyunca hep küçük küçük rollerde oynamaya devam ettim. Hepsine mutlaka katılırdım. Lise son sınıfta klasik bir tiyatro oyununda önemli bir rolde görev aldım. Kıbrıs dışında bu oyunu Atina ve Londra’da da sahneledik. Bir anlamda profesyonel tiyatro hayatım da böylece başladı.”
“EDEP-SİZ PROJESİ VE İKİ FARKLI KADIN ROLÜ”
Bizi bir araya getiren ve bu sohbeti gerçekleştirmemize olanak sağlayan proje Lefkoşa Suriçi’nde yer alan ve Araf Cafe’de sergilenen “Edep-siz” projesi. Vasiliki, oyunda üstlendiği rolle çıplaklığın aslında doğal ve hayatın bir parçası olduğunu anlatıyor.
“Özünde bu proje Oya Akın’nın fikriydi. Kıbrıs’ın geleneksel sanatına baktığınızda kadın bedeni sadece profil olarak temsil edilmektedir. Kadınla ilgili ne yapılabilir düşüncesiyle bu proje hayat buldu. Sanatçılarla ilgili seçimler yapıldı. Herkesle çalışamayacakları için bir seçim yapmak durumundaydılar. Ben de seçilenlerden biri oldum. Birlikte atölyeler yaptık. Seçtiğimiz sanatçıların eserlerini çalıştık. Söz konusu eserlerden esinlenerek kendi metinlerimizi yarattık. Çocukluktan genç kızlığa geçen bir bedendi, kendi cinsel kimliğiyle neler hissettiğini anlatmaya çalışıyordu. Filmde gösterilen kadın çok rahattı. Cinsel kimliğiyle ilgili sorunu yoktu ama bize bir kutunun ötesinden kendini gösteriyordu. Biz büyüyüp olgunlaşırken de aslında önümüze cinselliğimizle ilgili engeller koyuyoruz. Yarattığımız karakter de aslında rahat olmaya çalışan, kısa etek giyen, olmasını istediği ve yaşamak istediği bir rahatlığı yaşamaya çalışıyor. Aynı filmdeki kadın gibi olmaya kalıplaşmış kadın modelinden çıkıp onun gibi rahat ve özgür olmaya çalışıyor. Bir anlamda onu taklit etmeye çalışıyor. Ancak elbisesini çıkarmaya başladığında çıplaklık algısını hissediyor. Kendi bedenini eleştirmeye başlıyor. Utanıyor. Kompleks yaşıyor. İstediği gibi özgürleşemiyor. Çıplaklığını kutuların arkasına saklıyor. Bu projedeki bir diğer performansım ise Abdullah’ın yaptığı Beşparmak Dağları’nın yıkılışını, taşocaklarını anlatan videoydu. Bu çekimlerde ben de bulundum. Yüksekler bozulmamış duruyor ama taş ocaklarının çevresi çok kötü durumda. Bu çekimlerde ben iki farklı kadın rolündeyim. Biri kendini bir anda taş ocaklarının olduğu yıkıntının içinde ve diğeri el değmemiş doğanın içinde buluyor. Birisi mutlu diğeri ise çok mutsuz, doğanın ruh halimizdeki etkisini anlatmaya çalışıyoruz. Benim dışımda orada canlı performans sergileyen sürekli bilgisayar başında yazan bir kesim vardı. Hatırlıyorsunuzdur. Orada da anlatmaya çalıştığımız bilgisayar başında çok söz söyleyip gerçek hayatta doğaya sahip çıkmayışımızdı. Aslında biz bu projede belli bir mesaj empoze etmedik. İşin biraz özünü verdik. Herkes kendince bir şeyler aldı. Tiyatroda güzel olan da budur. Konuya izleyicinin dikkatini çekmek ve sonrasını ona bırakmak…”
ONLAR ARKADAŞLARIM, O KADAR
İki toplumlu projelerde ne murat ederek bulunduğunu bizimle paylaşan Vasiliki, zaman içinde tüm kimliklerinden sıyrılarak birlikte bir şeyler üretmenin keyfine nasıl vardığını anlatıyor. Bunu anlatmaktan bile keyif aldığını ifadeleriyle de hissettiriyor.
“Doğrusu benim bu iki toplumlu projelerde yer almam hep rastlantı sonucu gelişen süreçler oldu. İlk başta kendi yaşam ve deneyimlerimi paylaşmak adına bu işe girdim. Bir gün bakıyorsun ki hemen yanında başka insanlar var ancak yaşanmışlıklar ortak. Zaman içinde onlarla bir şeyler paylaşmak istiyorsun. Ben de bu ihtiyacımı tiyatro ve performans üzerinden karşılamaya çalıştım. Zaman içinde elbette arkadaşlar da edinmeye başladım. Böylece performans dışında da görüşmelerimiz başladı. Son deneyimim olan Edepsiz projesi aslında benim için en güzel deneyim diyebiliriz. Diğerlerinde hep iki toplumlu proje üzerinden bir araya gelirken bu kez arkadaşım benim Edepsiz’de yer almamı istedi. Beni ararken de Rum olduğum için falan değil. Bu proje tam sana göre diyerek aradı. Sanırım hepimizin her alanda dostluk bağlamında ulaşması gereken nokta bu. Biz burada herhangi bir politik mesaj vermeden sadece mesleğimizi ortaya koyduk. Bu çok önemli bir şey. Bizler işlerimizi, mesleklerimizi ortaya koyduk. Bunu kuzeyde de güneyde de rahatlıkla yapabiliriz. Hatta şimdi bile anlatırken arkadaşlarım için Kıbrıslı Türk demek beni rahatsız etti. Onlar arkadaşlarım, o kadar. ”
“BEN KIBRISLI TÜRKLERLE BİRLİKTE YAŞAYABİLİRİM”
Elbette onun gibi bir gençle oturup bu denli derin konular konuşmaya başlayınca etrafındaki arkadaşlarının da Kıbrıs’ın geleceğine ve birlikte yaşama ilişkin fikirlerini merak ediyorum.
“Sanırım biraz korku var. Özellikle sosyal medyada çok abartılı açıklama ve fikirler görüyorum. Ben bile bu fikirlerden, şiddet içeren fanatik unsurlardan ürküyorum. Bilgisayarın arkasına saklanarak bazıları kendini çok rahat ifade ediyor. Bu aşırı fikirler de bana çok ürkütücü geliyor. Ben de küçükken kâbus gördüğümü, Türklerin geldiğini, bizi yakaladıklarını falan gördüğümü hatırlıyorum. Aslında bunların temel nedeni eğitim. Okulda öğrendiğimiz şeyler bizi çok etkiliyor. Okulda Türklerin hepsi kötü gibi düşünceler bize aşılandı. Bu artık değişmeli. Biz öyle bir nesiliz ki birbirimizi tanımadan, bir şeyler paylaşmadan yetiştik. Bu önyargılara inandık. Zamanla sizlerin de bizler gibi insanlar olduğunuzu unuttuk. Bense kendimi çok şanslı görüyorum. Kuzeyden arkadaşlarım oldu. Özellikle de Sinem’le yine burada buluştuk. Konuştukça ne kadar benzer hikâyelerimiz olduğunu fark ettim. Paylaştıkça benzer eğitim alıp, birlikte konuşacak çok ortak noktamız olan dostluk kurabileceğim ne kadar çok Kıbrıslı Türk olduğunu fark ettim. Yaşadıkça anladım ki hiçbir farkımız yok. Şahsen ben Kıbrıslı Türklerle birlikte yaşayabilirim. Tek korkum iki toplumda bulunan uç unsurlar.”