Vatandaşlık pazarlığı yapmak, özel hayatın gizliliği kapsamında korunmalı mı?
Çok karmaşık günlerden geçiyoruz. Sedat Peker’in itiraf ve ifşaları ardından, taşların yerli yerine oturması ve gerçekliğin anlaşılabilmesi için bir süreye ihtiyacımız var. Ama o zamana kadar, neyin - kimin “kirli” neyin – kimin “temiz” olduğunu, net bir şekilde anlamak pek mümkün görünmüyor. Anlatılan her bir meselede bahsedilen olay ve kişilerin, hâlâ devlet yönetiminin kritik noktalarında bulunması, durumu daha da zorlaştırıyor. Suçları soruşturan Polis Örgütü’nün sivil idare tarafından yetkilendirilip denetlenmediği gerçeğinden bakılınca, Kıbrıs’a dair anlatılanların aydınlatılması daha da zorlaşıyor. Çünkü kelepçenin ucundaki anahtar, bizim kontrolümüzde değil.
Faili meçhul cinayet, kara para aklama ve uyuşturucu ticareti gibi iddialar havada uçuşurken, KKTC’nin en çetrefilli meseleleri arasında sayılan “vatandaşlık temini” ile ilgili bir ses kaydı ortaya çıktı. Yıllardır hakkında çözüm bulunamayan ve özellikle popülist politikanın oy kapısı olarak kullandığı konu, bu sefer rüşvet alış verişi senaryosu ile gündeme geldi. Dinleyen çoğu kişi tarafından düzmece diye tanımlanan kayıt, elden ele ulaştırıldı.
Yeni Bakış’ta çalışan gazeteciler de, bahsi geçen kaydı haber yapıp paylaştıkları için özel hayatın gizliliğini ihlal ettikleri gerekçesi ile Mahkeme huzuruna çıkarılıp teminata bağlandılar. Bu noktada, sürekli birbiri ile yarışan iki hakkı ele alıp tartışmak gerekiyor.
***
İnsan hakları, her gün yenilenen ve gelişen hukuk alanlarından biridir. Geçmişte barış ve ekolojiye ilişkin haklar bu başlık altında değerlendirilmezken, yürütülen mücadeleler neticesinde ciddi kazanımları elde edildi ve yazılı hukukun bir parçası haline getirildiler. Hak yelpazesi bu şekilde genişlerken, birbirleri arasındaki yarışlar da tartışılır hale geldi. Mesela kamuyu ilgilendiren bir konu, sırf özel alanda cereyan ediyor diye saklı tutulması gerektiği ve aksi durumların suç kapsamına alınacağına dair düzenlemeler, özellikle ifade – basın özgürlüğü alanlarında ihlâllere neden olma potansiyeline sahiptir. Bu sebeple her olayı kendi içinde değerlendirmek ve her kişisel konuşmayı – yazışmayı, “özel hayatın gizliliği” odağında ele almamak gerekir.
Birçoğumuzun sosyal medya kanalları aracılığıyla dinlediği meşhur ses kaydı, teknolojinin sunduğu imkânlar sayesinde hızla yayıldı. Olay, ilk etapta silah zoru ile ses kaydı alınması üzerinden soruşturma konusu yapıldı. Tiyatro da bu noktada başladı. Tehdit edildiğini iddia eden kişi sonradan, şikâyetin doğru olmadığını, polise yalan beyanda bulunduğunu itiraf etti. Bu sebeple kendisine amme fesatçılığı davası okundu. Bahsi geçen kaydı haberleştiren gazeteciler ise gözaltına alındı ve mahkeme huzuruna çıkarıldılar. Ardından 6 yıla kadar hapislik gerektiren bir suçtan dolayı yargılanıncaya kadar ağır denebilecek teminat koşullarına bağlandılar.
***
Peki bu soruşturmanın kanuni dayanağı nedir? 32/2014 sayılı “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası”, 24 Şubat 2014 günü KKTC Meclisi’nden oybirliği ile mevzuata dahil edildi. Yasanın kapsamına bakıldığında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. ve Anayasa’nın 19. maddelerinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini korumaya yönelik olduğu anlaşılıyor. Lakin yasada, basın – ifade özgürlüğü bağlamında konunun ne şekilde değerlendireceğine dair somut kriterler yok. Hatta bırakın suçu hafifletmeyi, basın yayın – sosyal medya aracılığıyla gerçekleşmesi durumunda, suçun cezası 5’ten 6 yıla çıkabiliyor.
Suç sayılmayan hususlar, 12. madde altında; suç teşkil eden fiil içeren bir görüntü – ses kaydı varsa bunun yetkili makamlara teslim edilmesi ve yetkili makamlarca mahkemeye aktarılması, bu malzemenin soruşturma memuru veya savcı tarafından mahkemeye sunulması, yasaya aykırı elde edilen haberleşme içeriğinin soruşturma memuru veya savcı tarafından incelenmesi olarak sayılmıştır.
Yukarıda belirtilen haller dışında yapılan her türlü paylaşım, özellikle basın yayın organlarında haberleştirme, suç kapsamındadır ve hapis cezası ile sonuçlanabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına bakıldığında, durum bu kadar da keskin çizgilerle belirlenmemiştir. Özel hayatın gizliliği ve ifade özgürlüğü hakları dengelenirken, belli kriterler ortaya koyulmuştur. Bunlar: bahse konu kişinin ne kadar tanındığı ve haberin konusunun ne olduğu; kişinin önceki eylemleri; bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu; yayının içeriği, şekli - sonuçları ve öngörülen yaptırımın ağırlığıdır.
Her ne kadar, özellikle başkalarının itibarının ve haklarının korunması bakımından belli sınırları aşmaması gerekse de, basının görev ve sorumluluğu; kamuyu ilgilendiren her konuda kitleleri bilgilendirmektir. Ayrıca AİHM’e göre, basının toplum içerisinde ilgi uyandırabilecek ve bu nitelikteki tartışmayı alevlendirebilecek bir bilgiyi ortaya çıkarma ve kamunun gündemine sunma gibi işlevi de vardır. Önemli olan kişilerin özel alanlarını korurken, toplumu ilgilendiren konularda basının özgürce haber yapabilmesine imkân yaratabilmektir. Ki vatandaşlık gibi bir konunun, Kıbrıslı Türkler için ne denli önemli olduğu da hepimizin malumudur.
***
“Vatandaşlık pazarlığı” yapılan ses kaydının ifşası olayını soruştururken ve mahkemeye taşırken, konuyu salt özel hayat bağlamında değerlendirmek doğru değildir. Meclisin, bu gibi durumların hassasiyetini gözeterek yasa yapması, ilerde oluşması muhtemel insan hakkı ihlâllerinin önüne geçmesi gerekir. Özellikle demokrasinin en temel unsurlarından olan basın – ifade özgürlüğünün kolayca ortadan kaldırılabileceği ve karanlık “iş insanlarının” basın üzerinde at koşturmaya yöneldiği bizim gibi coğrafyalarda, daha da dikkatli davranmak gerekir.