Vatanımızda özgürüz!
Hangi yıldı hatırlamıyorum… Teknecik Elektrik Santrali yanındaki canavar otelin yapımının başlayacağı yıl olduğunu biliyorum… O otelin de içinde bulunduğu holdingin uçak şirketi Londra’ya Ercan’dan sefer başlatmıştı. Bağlantılı tabii… Direkt olduğu sanılmasın sakın!... Bu ilk seferde Kıbrıs’tan ve Türkiye’den gazeteciler de davet edilmişti. Kıbrıs’tan da üç-beş arkadaş bu sefere katılmış, şirketi ve seferi anlatmıştık okuyucularımıza doğal olarak…
Elbette ki şimdi uhdesine aldığı denizimizin içinde ayrı bir de adacık oluşturan otelin de içinde bulunduğu Holding yetkilileriyle denizlerin işgalini de konuşmuş, düşüncelerimizi paylaşmıştık.
Dönüşte uçakta Holding sahibinin eşiyle de samimi bir sohbet yapmıştık. Ondan iyi niyetli olarak “artık yapacak bir şey yok, otel yerini verdiler, oteli yapacaksınız ama belki denizine gerçek sahiplerinin girmesini sağlayacak düzenlemeler yaparsınız” dedim. O da “ilgilenirim” demişti.
Olmadı, demek ki ilgilenmedi veya ilgilendi de gücü yetmedi.
Bizim olan bir denize girebilmek için başkalarına ricacı olmak işin en garip ve üzücü yanı aslında… Birilerinin yaptığını toplum veya bireysel olarak siz düzeltmeye çalışıyorsunuz ama atı alan çoktan Üsküdar’ı geçiyor bu memlekette…
O bölgenin benim için ayrı bir özelliği var. Orası otelden önce harnıp ağaçlarının olduğu, düzlüklerin yer aldığı, yüksekte, denizden esen rüzgârların yüzünüze ferah bir aydınlık verdiği yerlerin belki de başlarında gelirdi. İki kızım ilk adımlarını o düzlüklerde atmışlardı. Her fırsatta oraya kaçar, ailece o ağaçların altında veya sonbaharın ısıtan güneşinde düzlüklerin yeşiline uzanır, çocuklarla oyunlar oynardık.
Ama ne harnıplar kaldı, ne de düzlükler… Ara sıra girdiğimiz o denizde de şimdi ayrı bir adacık var artık… Bütün gece kumar oynayan müşterilerinin öteki geceki kumar gecesine güneşten biraz enerji toplamaları için… Bizden alınan bir kara ve deniz parçası daha… Özgürüz!.
* * *
Ve Derinya plajı… Maraş’taki Derinya plajı KKTC ve TC vatandaşlarına açıldı dendi. BRT ve Yenidüzen ekipleri görüntülemek, haber yapmak için gittiler ama içeri alınmadılar. Neden? Mağusa Belediye Başkanı’na göre askeri bölge olduğu için önceden izin alınması gerekirmiş. Daha doğrusu öyle olduğunu sanıyormuş. Peki o denize girenlerin yanındaki bütün akıllı telefonlar da toplanıyor mu peki? O plaja girenlerin telefon kullanmaları yasaklanıyor mu? Toplanmıyorsa plaja gidenlerin başında görüntü almamaları için asker mi bekliyor? Peki ey halkım! Hade zorunlu olduğumuz için ne yazık ki Kıbrıs’ın diğer yarısına geçerken kimlik gösteriyoruz da “bu tarafta” dedikleri denizimize girmek için de kimlik göstermek zor olmuyor mu! Üstelik daha önceleri ve şimdi de o bölgelere TC vatandaşları asker ailesiydi, şöyleydi, böyleydi diye girerken, tatil yaparken… Özgürüz!
Yine eşekler…
İki hafta önce de yazmıştım… Dipkarpaz’daki özgür eşekler… Bu eşeklerle kavgalı olan Dipkarpaz köylülerini bir şekilde barıştırmak gerektiğini söylemiştim. Bunu yine tekrarlıyorum. Bunun çaresini eşeklerin özgürlüklerini kısıtlamadan o bölgeye, o köylüye özgür eşeklerin gelir getirici bir hale getirilmeleri… Oturup bu konu ciddi ciddi konuşulmalı… Alternatifler üretilmeli… Eko-agro turizm bağlamında özgür eşeklerin de özel ilgi turizmine kazandırılması sağlanabilir… Şu anki hallerinde bile eşekler turistleri ve yerli halkı bölgeye çeken bir unsur… Ancak ben o eşeklere suyunu-yemini vermesi için istihdam edilen çalışan sayısını 7-8 bilirken yeni durumda 22 kişi olduklarını öğrenmeme rağmen o eşekler yine aç-susuz… Öyle oldukları bölgeye giden arabaların camından yemek bulmak amacıyla kafalarını uzatmalarından belli… Demek ki o 22 kişi görevlerini yapmıyorlar veya görevlerini yapacak yemekleri dağıtmak için bölgeye gerekli yemek gitmiyor. O 22 kişi sadece bölgeden oy toplamak için yapılmış istihdam gibi görünüyor. O zaman ilgili bakanlık, uzmanlar, sivil toplum örgütleri bir araya gelmeli, çözümler üretilmeli…
TV 1
Gurme programlarından birinde Ayhan Sicimoğlu tarihi korunmuş bir mahalle ve evleri geziyor, bölgenin yemeklerinin tadına bakıyor… Ancak turizm merkezlerinden biri olmuş bölgede bazı alışkanlıkların hoş olmadığından dem vuruyor… Örneğin evlerden yükselen arabesk müzik gibi… Dinlenmesine karşı olmadığını ama her şeyin de bir yeri olması gerektiğini anlatıyor “hastayım” sözcükleri arasında… Bir de sitem ediyor; “Sen aslında halkın seviyesine inmiyorsun diye kızıyorlar bana” diyor ve ekliyor; “Ben niye ineyim ki halk benim seviyeme çıksın.” Böyle bir bakış açısı… Siz ne dersiniz?
TV 2
Bir de ciddi TV kanallarından birinde haberlerde bir çocuk hırsızın çantayı nasıl kaptığı güvenlik kamerasından aktarılıyor… “Çocuk oturanlara şöyle bir baktı, dolaştı masalar arasında, sonra gözüne bir çantayı kestirdi ve güvenlik kamerasında gördüğünüz gibi kadının çantasını aldı, kaçtı. Onu fark eden vatandaşlardan biri arkasından ateş açtı ama çocuk kaçmayı başardı.” Habere bakın, çocuğun çantayı alıp kaçması haber ama vatandaşın arkasından ateş açması normalleştiriliyor. Türkiye’de iyi şeyler olmuyor.
Dürüst insan her zaman gerçeği söyler, akıllı insan ise yalnızca zamanında…
Bernard Shaw
Boşuna kendinizi kandırmayın; sürekli yaptığınız şey neyse siz osunuz.
Aristoteles