Ve Mücahitlik
Ve Mücahitlik
ÇOCUK GÖZÜMDE KIBRIS VE ANILAR -14-
Erdinç GÜNDÜZ
Bir gün sonra ne olacağını bilemeden yaşamanın ne demek olduğunu anlar gibi olmuştuk büyüklü küçüklü. Her yaştakinin tek konusuydu olup bitenler. Kimine göre ‘çözüm’ (!!!) yakındı. Birileri ne yapıp edip durduracaktı çarpışmaları. Ve yeniden eski günlere dönülecekti. Ama kimilerine göre de herşey bitmişti artık. Eski günlere dönmek mümkün değildi.
Silahların susmasının ardından bir sessizlik çökmüştü Lefkoşa üzerine. Şehir ikiye bölünmüştü artık. Kendiliğinden çekilen sınır çizgisi üzerine derme çatma mevziler yapmaktaydı Mücahitler. Zaman zaman, özellikle geceleri, silahlı çatışmalar oluyordu ama hepsi de kısa süreliydi. Bir şekilde Birleşmiş Milletler askerleri tarafından durduruluyordu.
‘Sessiz saatler’, günler geçtikçe uzadı. Ama hayat normale dönemiyordu bir türlü. Ana konu hep aynı kalmaya devam ediyordu: Mücahitler, Rumlar, silahlar, ölenler, yaralananlar, evlerini terkedenler v.s.
Aylarca devam etti böyle. Doğal olarak, Lefkoşa’nın Türk kesimindeki okulllar da kapalıydı. Ben ve arkadaşlarım için, kabul edemesek de, İngiliz Okulu artık çok uzaklarda kalan bir anıdan başka birşey değildi. Türk kesimindeki okulların yeniden açılması için çalışmalar yapılmaya başlanmıştı. Ama İngiliz Okulu ve öğrencileri için ‘gelecek’, soru işaretleriyle doluydu.
Bu sıralarda yeniden ev değiştirip yeniden Köşklüçiftlik’e taşınmıştık. Artık Köşklüçiftlik’te ne Ermeni ailesi vardı artık ne de Rum ailesi. Onların boşaltıp kaçtıkları evlerine yerleşenler vardı. Ama bazıları boş duruyordu.
***
1965
14-15 yaşlarındaki bizler, biraraya gelir gelmez dedikodular, yorumlar yapardık kendimizce. Çarpışmalardan, silahlardan, ‘kahramanlardan’, Bayraktar’dan, Sancaktar’dan, Serdar’dan söz ederdik bolca. Bir de, ‘özel’ bir polis çavuşundan. Land Rover’le sokak sokak dolaşıp gençleri toplayan ve Sancaktarlığa teslim eden şişman, kırmızı yüzlü bir polis çavuşuydu... Hasan Çavuş’tu galiba adı. Çocuk yaştakilerin korkulu rüyası haline gelen Hasan Çavuş....Hasan Çavuş’tan kaçıyorduk hepimiz de ama bir yandan da Mücahitler’e özeniyorduk. Yaşımıza bakmadan “Biz de gidelim mevziye” dediğimiz de çok oluyordu.
***
Ve sonunda biz de yakalandık. Hasan Çavuş tarafından değil ama bir başkaları tarafından. Ailelerimize haber vermemize bile izin verilmemişti.
Birkaç arkadaşla yaka paça Köşklüçüftlikteki Muharrem Apartmanına götürüldük. Uzun uzun konuşmalarla karşılandık orada. Komutanlardan biri olduğunu tahmin ettiğim birisi, sokaklarda dolanma dönemimizin bittiğini, bir işe yarama zamanımızın geldiğini, artık Türklük için savaşma ve gerekirse şehit olma zamanının geldiğini vurguluyordu konuşmasında.
Yaşları 14-15 civarında olan 8-10 çocuktuk. Heyecanlı ve şaşkın durumdaydık. Ne yapacağımızı, ne yapmamız gerektiğini de bilemiyorduk. Zaten karar verme şansımız da yoktu aslında.
O gece, Muharrem Apartmanında, Kızılay baddaniyelerine sarılarak sabahladık. Heyecanlı ve ama şaşkındık. Ve de korku içinde. Ertesi sabah toplandığımızda, 8-10 sayısı 4-5’e düşmüştü her nasılsa. Aramızdan bazıları evlerine gönderilmişlerdi. Yaşının küçüklüğünden dolayı mı ? Torpilli birisi olduğundan mı ? Bilmem. Ama ben ‘kalanlar’ arasındaydım.
Bir saat izin verildi akşam üzeri. Evlerimize gidip üstümüze başımıza birşeyler almamız, annelerimize ve babalarımıza haber vermemiz için.
Annem ve babam evdeydi. “Nerdesin ama ?” sorusu sonrasında bir çırpıda anlattım olanları. Çok şaşkındılar. Paniğe kapılmışlardı. “Çocuksun daha”, “Daha 15 yaşındasın” falan dediler ama nafile. Ben de, vatanı kurtarmak için gitmekte kararlıydım. Dinlemedim bile zavallıları. Kalın birşeyler geçirdim sırtıma ve çıktım. Arkamdan dökülen gözyaşlarına aldırmadan.
Kapıdan çıkarken, artık yıllarca evimden uzak kalacağımı, anne yemeğine hasret kalacağımı, çok uzun bir süre evimin, soğuk ve karanlık mevziler, karargahlar, koğuşlar olacağını aklıma bile getirmemiştim.