VE… NE GÜZEL BİR HUZURDU…
VE… NE GÜZEL BİR HUZURDU…
Neriman Cahit
Toplumumuz ‘tüketim toplumuna’ dönüşmediği yıllarda, sade biz çocuklar değil, annelerimiz de ne var ne yok biriktirdik… Bir gün bir biçimde bir işimize yarar diye…
Bize gelene dek, kaç nesil, nenelerinden, dedelerinden öyle görmüştü, biz de öyle!
Şimdi anımsayınca hüzünle gülümsüyorum: Küçük bir iplik parçası, bir bez parçası bile atılmaz, birbirine sarılarak, bir kenara konurdu… Zaten okulda da öyle öğretilmiyor muydu: “Sakla samanı, gelir zamanı.” diye… Ve gelindi de…
Ve ne güzel bir huzurdu, bir yerlerden, eski bir düğmenin yine saklanmış bir sap iplik ile arasından soğuk giren bir fanellanın önünü kapatması… Ya da kerpiç duvarın oyuğundan çıkarılan bir bez parçasının bir çıplak üşümeye çare olması…
Ama tüketim çılgınlığından çok önceydi tüm bunlar… Bu çılgınlık, geçmişi saklama eğilimimizi sıfırladı. Zaten koyacak yer de kalmadı. Evler, katlara, bahçeler balkonlara dönüştü. Öyle ıvır zıvır saklayacak ne bodrum ne sende, ne de sandık kaldı. Her şeyin yenisini almak, hatta birkaç yılda bir değişmek moda oldu. Yepyeni arabaları bile değişiyoruz artık. “Sonra, konu komşu ne der ya!” diye…
Mutfak gereçlerinden, eski koltuk ve kanepelerden başlamıştı tasfiye! Artık biz modern olmuştuk ve buna uygun olarak yeni satır alınacaklara yer açılmalıydı! Önce çok yer tutanlar atıldı… Sonra, sıra ‘ötekilere’ geldi!
Ama, kime ait olduğu unutulmuş fotoğraflar, bir gün gerekirse diye saklanmış faturalar, yolculuk anısı taşıyan kartpostallar, kimi eski evrak, çok yer tutmadığı için, dolapların ulaşılması zor bölümlerine yerleştirilmiş … Ve, orada unutulup kalmıştı!..
Tıpkı, pek çok şeyin unutulduğu gibi…
ARTIK ANIMSAYALIM…
Dünya kurulalı beri erkeklerin neler yaptığını, nereden başlayıp nerelere geldiklerini… Tarih sayfalarından, romanlardan, öykülerden, anılardan, destanlardan… Özetle: Bilumum yazılı ve sözlü kaynaklardan öğreniyoruz ve çok iyi biliyoruz…
Peki ya kadınlar?
Sevgili kadınlar… Bu işin bize düştüğünü ne olur artık anımsayalım…
Zaman zaman eş-dost ve okurlar soruyor: “Hep Lefkoşa’dan söz ediyorsun. Neden diğer yerler hatta köyün, Lefkoşa kadar yer almıyor yazılarında…”
Kim bilir, kendi görüşlerinde haklılar belki de; çünkü bu eleştirileri ben de yapıyorum kendi kendime zaman zaman…
Ama Lefkoşa, biz istesek de istemesek de gündemden asla düşürmüyor kendini; çünkü, insan yapısı, mimarisi ve kültürüyle her gün değişiyor… Ama, bu değişim çoğu kez olumludan yana değil…
Gidiş, kayboluşa, zaman çizgisinin gerisine düşmede…
Her şey paraya, hırsa, ihmale, acze ve sevgisizliğe esir düşüyor. İki çocuğun pek de ötesine gitmeyen Kıbrıslı Türk, her yıl yüzlerce nüfus artışı gösteriyor!
Başta insanımız ve doğamız olmak üzere, her gün biraz daha yenik düşüyoruz zamana karşı…
Sözde koruma planı var ama tüm yasalara ve yasaklara karşın. Lefkoşa da- diğer yerlerimiz gibi kendini koruyamıyor; ama diyor ki: “Betona, göçe, paraya, hırsa, utanca böylesine yenik düşen Lefkoşa, bir gün intikam almaya kalkar mı?
Sizi bilmem ama ben hep, bu sorunun yanıtını arıyorum. Çünkü O: “Param parça, bir başına, sonsuz kendi cenazesinde…”
---------------------------------------------------------------------------------
BALABAYIS’TAKİ: GİRNE İNGİLİZ OKULU…
VE…
BAŞARI YÖNTEMLERİ…
20 Mart Cuma günün gecesi, Feriha Altıok’la birlikte – Balabayıs’ta bulunan: “Girne İngiliz Okulu’nun ‘Şiir – bir bakıma - Kültür Gecesi’ne davetliydik… Ve, kızım Alev’in güzel bir araba jestiyle programa tam da zamanında vardık…
Güzel bir karşılanmadan sonra, insanı – hele de yıllarca öğretmenlik yapmış biri olarak beni - çok etkiledi: Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım ve tanıklığını yaptığım her şey… Yüreğimin neredeyse bütün kapıları açıldı…
• İşte bu… Evet bu… Sadece dümdüz ve kalıplaşmış bir öğretim değil… Bal gibi bir ‘EĞİTİM’ de veriliyor’ dedirten…
Feriha ve benim ‘kısa programımızdan sonra… Sıra öğrencilerin programına geldi: Koro, şarkılarını sundu… Sonra şiir okuyacak öğrenciler, teker teker sahneye çıkıp şiirlerini okudular… Ve büyük bir beğeni içinde izlenip, bol bol alkışlandılar…
Bu alkışı – hatta çok daha fazlasını da – hak ettiler… Çünkü, ‘Müzik Hocası’ bizim yanımızda oturuyordu ve diğer birçok okulda olduğu gibi: ‘Koroyla sahneye çıkıp, çocukları emirle sıraya koyup da, elini kolunu sallayarak idare etmedi. Aksine, çocuklar gayet mükemmel bir şekilde programlarındaki şarkıları söyleyerek, bitirip… Yine aynı düzen içinde sahneden inip yerlerine oturdular…
Bütün bu süreçte, olduğu yerde oturan ve sadece çok çok az el ya da baş hareketi yaparak… Büyük bir başarıya imza atan bir durum sergiledi Müzik Hocaları…
İNSAN SEVGİYLE YAŞAR…
Sadece ‘Müzik ve Koro’ olgusu değil…
Okulda, gerçekten de: “Başarılı bir eğitimin” yapıldığı her anlamda ortada…
Niçin mi bu kadar önemle vurguluyorum bunları: ‘İlkokuldan – Üniversiteye’… Çocukları yetiştirirken: en başta: ‘SEVGİMİZİ VE İLGİMİZİ’ esirgemeyelim onlardan… Çünkü: Çocuklukta atılan ‘KİŞİLİĞİN TEMELLERİ’, o çocuğun huzur ve mutluluğuna bir ömür boyu arkadaşlık, yoldaşlık ve yol göstericiliği yapar…
O yüzden: ‘Ülkemin tüm öğretmenleri… İdarecileri… Anneleri ve babaları…
• SEVGİMİZİ ve İLGİMİZİ ESİRGEMİYELİM ÇOCUKTAN… ÖZETLE İNSANDAN…
Çünkü insan – ister çocuk ister büyük olsun – Sevgiyle yaşar… Var olur ve var eder…
***
BÖYLESİ BİR YOLUN YOLCULARINA… GİRNE İNGİLİZ OKULUNUN TÜM BİRİMLERİNE… TEŞEKKÜRLER… VE YÜREKTEN BAŞARILAR DİLEĞİYLE…