Veda yazısı
Yenidüzen gazetesinde okur temsilcisi sıfatıyla yazdığım ilk yazı 19 Mart 2012 tarihinde yayımlandı. 2 yılı aşan bir sürede haftalık değerlendirmeler yapmaya ve okur temsilciliği kurumunu yerleştirmeye çalıştım. Bunda ne kadar başarılı olduğumun takdirini okurlar ve gazeteciler yapacaktır.
Lafı çok fazla dolandırmadan, bunun bir veda yazısı olduğunu belirteyim. Ana gerekçem, iş yükümün fazlalığıdır. Okur temsilciliğine başladığımda zaten DAÜ İletişim Fakültesi’nin dekanlığını yapmaktaydım. Bunlara, geçen yıl Haziran ayında Medya Etik Kurulu başkanlığım da eklendi. Hem Etik Kurul başkanlığı hem okur temsilciliği zaman zaman rol çatışmalarına yol açıyordu.
Umuyorum ki Yenidüzen gazetesi yönetimi, yeni bir okur temsilcisi bularak bu uygulamayı devam ettirir. Bu türden özdenetim uygulamalarının kişilerden bağımsız biçimde sürdürülebilmesi lazım.
Deneyimlerimden hareketle, okur temsilciliğinin sağlıklı biçimde sürdürülebilmesi için; birincisi, bu kuruma sadece gazete üst yönetiminin inanması ve desteklemesi yeterli değildir. Gazete çalışanlarının da yapılan uyarı ve eleştirileri dikkate almaları, yapılan hataları en aza indirmek için daha fazla çaba göstermeleri gerekir. İkincisi, okurların daha ilgili olmaları ve bu kurumu yaşatacak şekilde okur temsilcisini meşgul etmeleri beklenir. Bu kurumun şikâyetlerden beslendiğini unutmamak lazım. Üçüncüsü, okur temsilcisinin editöryal kadro ile belirli aralıklarda toplantılar yapması, sorunlu uygulamaları gazetecilerle tartışması iyi olabilir.
Bu son yazı vesilesiyle, beni cesaretlendiren ve bu uygulamayı başlatan Yenidüzen gazetesi Genel Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni Cenk Mutluyakalı’ya çok teşekkür ederim. Bu iki yıl boyunca sürekli iletişim halinde bulunduğum Hürriyet gazetesi okur temsilcisi Faruk Bildirici’ye de çok teşekkür ederim. Faruk Bildirici hem iyi bir gazeteci hem de Hürriyet gibi sürekli eleştiri oklarının altında olan bir gazetede okur temsilciliğini başarıyla yürütüyor. Bana da çok katkısı oldu. Okur temsilciliğinin iyi bir özeleştiri mekanizması olabileceğini bizlere gösteren Sabah gazetesi eski okur temsilsici Yavuz Baydar’ı da anmalıyım. Yavuz Baydar sayesinde okur temsilciliği Türkiye’de başarılı bir özdenetim modeli haline geldi. Kuzey Kıbrıs’ta da benzer bir süreç yaşansa ve diğer gazeteler de okur temsilciliğini başlatsalardı, daha mutlu olurdum. Belki ileride o da olur.
**
Pulitzer ödülleri, gazetecilik tartışması başlattı
Pulitzer ödül komitesi bu yıl “kamu hizmeti” ödülünü Washinton Post gazetesi ile Guardian gazetesine verdi. Bu iki gazete, Ulusal Güvenlik Ajansı isimli Amerikan istihbarat teşkilatının eski çalışanı olan Edward Snowden tarafından sızdırılan, teşkilatın yasadışı dinleme faaliyetinde bulunduğuna ilişkin belgelere dayalı olarak çok sayıda haber yayımlamıştı.
Pulitzer ödülleri web sayfasında, bu iki gazeteye, bu haberlerden dolayı neden “kamu hizmeti” ödülü verildiği şöyle açıklanmış:
Washinton Post’un ödül alma gerekçesi: “Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından yaygın biçimde yapılan gizli dinlemeleri, güvenilir ve derinlikli haberleriyle açığa çıkardığı ve bu türden ifşaatların, ulusal güvenlik konusunda daha geniş bir çerçeveye nasıl yerleştiğini halkın anlamasına yardımcı olduğu için verildi.”
Guardian’ın ödül alma gerekçesi: “Ödül, Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından yaygın biçimde yapılan gizli dinlemelerle ilgili yaptığı agresif (cesur) habercilikle, güvenlik ve gizlilik konularında hükümet ve toplum arasındaki ilişkiler hakkındaki tartışmayı alevlendirdiği için verildi.”
Sızdırma belgelere dayalı haberleri yapan gazetelere böylesine prestijli bir ödül verilmesi, tahmin edileceği gibi tartışmalara da yol açtı. Her ne kadar, ABD Devlet Başkanı Barack Obama bu gazeteleri kastederek, “batsın sizin gazeteciliğiniz” demediyse de, özellikle hükümet çevrelerinin ve sağ muhafazakâr çevrelerin ödülden hoşnut olmadıkları anlaşılıyor. Örneğin, Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre üyesi Peter King, “Pulitzer ödülünün Washington Post’a verilmesinin utanç verici olduğunu düşünüyorum. Ulusal güvenliği tehlikeye atacak ve Snowden gibi bir vatan hainine fırsat verecek şekilde gizli belgeleri yayımlayanları ödüllendirmek hiçbir biçimde savunulamaz” demiş. Bu suçlama bana hiç de yabancı gelmedi.
**
Özel Hayat Yasası’na basın özgürlüğü rötuşu
24 Şubat 2014 tarihinde Cumhuriyet Meclisi’nde oybirliğiyle kabul edilen Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası, gazeteciler arasında kaygılara yol açmıştı. Aslında bu konuda kaygılarını dile getiren ilk kişi ben olmuştum. Yasanın Meclis’te oybirliğiyle kabul edildiği gün yayımlanan “Özel hayata müdahale ve gazetecilik” başlıklı yazımda, yasanın neler getirdiğini anlattıktan sonra ortaya çıkabilecek sorunları da ele almıştım. Ardından, 3 Mart tarihli ve “Gazetecilik ve kamu yararı” başlıklı yazımı yazdım. Gazete ve meslek örgütleri tartışmalara dahil olunca son olarak da 10 Mart’ta “AİHM kararlarında basın özgürlüğü meselesi”ni yazdım.
Tartışmalar sürerken, yasa metnini hazırlayan milletvekili sayın Tufan Erhürman’ı Medya Etik Kurulu toplantısına davet ettik ve kaygılarımızı paylaştık. Son gelinen noktada, Tufan hoca kaygıları giderecek netlikte bir düzeltme önerisi hazırladı. Değişiklik önerisi şimdi Meclis’te.
Öneride yasaya 4 madde ekleniyor. Bunları kısaca özetleyeyim. Birincisi, nasıl kaydedilirse edilsin, gazeteciye ulaşan herhangi bir haberleşme içeriğinin incelenmesinin suç sayılmayacağı belirtiliyor. İkincisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin özel hayata ve haberleşmenin gizliliğine ilişkin olarak verdiği kararlarda oluşan içtihadın iç hukukta geçerli olduğu ifade ediliyor. Yani yargıçlar, AİHM içtihadına uygun kararlar vermek durumundalar. Üçüncüsü, AİHM’in “özel hayatın gizliliği”, “haberleşmenin gizliliği” ve “basın özgürlüğü” konusundaki kararlarında geliştirdiği ölçütlerin esas alınması gerektiği vurgulanıyor. Son olarak da, resmi belgelerin nasıl elde edildiğine bakılmaksızın yayımlanmasının suç teşkil etmeyeceği açıkça ifade ediliyor.
Bu süreçte, hem okur temsilcisi olarak yazdığım yazılarla hem de Medya Etik Kurulu başkanı olarak yaptığım açıklama ve girişimlerle yasada rötuş yapılmasına olumlu katkı koyduğumu düşünüyorum. Önemli olan, bu ülkede basın özgürlüğünün güvence altına alınması ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün son yıllık raporuna göre 180 ülke içinde 83. sırada yer alan Kuzey Kıbrıs’ın daha iyi bir konuma gelebilmesidir.