1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Velinimetimiz... Öğrencilerimiz
Velinimetimiz... Öğrencilerimiz

Velinimetimiz... Öğrencilerimiz

.... bana hırsla, ‘’ ne biçim iş yapıyorsunuz, bunlara bakmadan memlekete sokarsınız sonra olan bize olur’’ diyerek hesap sordu

A+A-

 

 

Nesil Bayraktar

 

 

Kıbrıs’ın kuzeyini ülke diye saydığımız her seçim dönemi nüfusumuzun yeni vatandaşlıklarla artmasını kanıksadık. Çünkü seçmenler de bazılarının velinimeti olmalıdır. Yine Kıbrıs’ın kuzeyini ülke olarak adlandırdığımızda ‘’fuhuş bu ülkede yasaktır’’ diyoruz. Diyoruz demesine de ‘’konsomatris’’ adı altında seks kölelerinin sağlık taramalarını ne kadar iki yüzlü bulsam da, yapanlardan biriyim ben. Çünkü yine bazılarının bir diğer velinimeti de gece klüpleridir.

Henüz 20’li yaşlarına dahi gelmemiş, eğitim almayı, meslek sahibi olmayı hedefleyen öğrencilerimiz var. Elbette ki onlar da velinimetlerimizdir! Yeterli, nitelikli eğitim verip verilmediğini denetlemeden ‘’üniversite’’ adı altında apartmandan bozma binalar yapıyoruz. Uçan, uçmayan hocalar yaratıyoruz. Gerçek akademisyenleri yok sayarak. Nedenini çok sonra anladım bu iki yüzlü düşkünlüğümüzün...

Önceden şeker hastalığına bağlı yaraları nedeniyle takip ettiğim bir hastam bir gün öğrencilere lanet okuyarak odama girdi. Müthiş bir panikle, ‘’doktorum bana test yaptılar, mahvoldum. Hepsine dava açacam’’ diye bağrıyordu. Sakinleşmesini bekledim. Test sonuçlarını göstermesini istedim. Sonucunda HİV ve hepatit B virüsünü aldığı raporlanmıştı. Elbette bana gelmeden internetten araştırma yapmış ve bir sonuca ulaşmıştı. Otostop çeken bir öğrenci ile tek gecelik korunmasız bir ilişki dışında hiçbir açıklama bulamamıştı. Derken bana hırsla, ‘’ ne biçim iş yapıyorsunuz, bunlara bakmadan memlekete sokarsınız sonra olan bize olur’’ diyerek hesap sordu. Nasıl cevap vereceğimi bulamıyordum, şaşırmıştım. Otostop çekenin öğrenci olduğunu bilerek bundan yararlanan kendisiydi ancak benim toplum sağlığını düşünen bir hekim olarak kendimi suçlamam gerekiyordu.

Suçladım da. Derhal Sağlık Bakanlığı ile iletişime geçtim. Ülkeye giriş yapan yabancı uyruklu öğrencilere bulaşıcı hastalık ve aşı taraması yapılıp yapılmadığını sordum. Aldığım cevap dehşet vericiydi. Çünkü YÖDAK ve tüm üniversitelere tarama yapılması konusunda ‘’yazı’’ gönderilmiş fakat bunun denetiminin yapılmadığını öğrendim. İkamet izni dışında ise devlet eli ile tarama yapılmadığı bilgisine ulaştım. Konu ile ilgili toplantı yapılmasını talep ettim ve toplantı sonunda yine sadece ‘’yazı’’ yazılması dışında bir sonuç alamadım. Denetlenmediğinde beklenen yükümlülüklerin yerine getirilmemesinin açıklaması olamazdı. Çünkü konu bu ülkede yaşayan herkesin sağlığını ciddi şekilde etkiliyordu. Konuyu detaylandırdığımda tam bir organize insan kaçakçılığının ‘’üniversiteler’’ vasıtasıyla işlendiği gün gibi ortadaydı. Tam bir ticaret aklı ile planlanmıştı herşey. Seks kölesi olarak kullanılan ‘’öğrenciler’’ son derece kârlı bir yatırımdı. Devam zorunluluğu neredeyse ‘’yok’’ olan bölümlere ‘’sonunda diploma alacaksın’’ vaadiyle getirilen, sonrasında çeşitli tehditlerle köleleştirilen yüzlerce ‘’öğrenci’’ olduğunu öğrendim. Çok kolaydı. Çok kârlıydı. Bir yıllık öğrenim ücretinin beş-altı katını birkaç ay içinde kazandırıyorlardı. Zorluk çıkarırlarsa videolar çekilip tehditlerle sindiriliyorlardı.

Yıllar içinde bu öğrencilerden hastam olanlar oldu. Aralarında hastalıkları nedeniyle kendi ülkelerine sınırdışı edilmek durumunda olanlar var. Kimisinin ülkesinde ilaç yok, kimisinin ülkesinde gidecek yeri yok. Hastalığını söyleyip sınır dışı olacağını anlattıktan sonra kendisini hastane penceresinden atarak intihar etmeye çalışan kadın öğrencinin yüzünü sadece gazetede bir resimden ibaret sanıyoruz. Oysa tam anlamıyla gerçekti. Buradaki gerçek onun mağduriyeti üzerinden değerlendirilmedi. Herkesin sorduğu soru aynıydı. Acaba kimlere bulaştırmıştı. Yaşadığı bölgedeki kaç kişi onunla ucuza beraber olmak için yol kenarında pazarlık yapmıştı. Kaldığı evde birlikte yaşadığı insanlara da bulaştırmış olabilir miydi ve acaba birlikte yaşadığı insanlar da onun gibi ‘’hasta’’ mıydı?. Bunlar aklımda kalan ve bana sorulan sorular... Peki bu sorulardan önce sorulması gereken başka şeyler yok mu? Neden buna zorlanmıştı? Onu hayatını bu şekilde kazanmaya iten neydi? Acaba adaya geldiğinde herhangi bir hastalığı var mıydı? Yoksa buradan mı almıştı? Onu geri göndereceğimiz yerde tedavi edemez miyiz? Doğrusunu isterseniz bunların hiçbiri devlet erkanını ilgilendirmiyordu. Hep aynı baskı ile gelen sorular devam etti hala aynı sorulara cevap vermeye devam ediyorum: ‘’tedavisini bitir da goylum uçağa gitsin, daha ne kadar kalacak?’’

Öğrencilere kayıt yapılırken ‘’sağlık sigortası’’ yapılıyor. Bunun için kayıt esnasında üniversiteler para alıyor. Sigorta ise sadece acil servis ücretini karşılıyor. Bunun anlamı halı saha maçında ayağını kıran öğrenci, acil serviste kırık tanısını alır ve bunun parası üniversite tarafından karşılanır. Ancak kırılan ayak ameliyat gerektirip ortopedi servisine yatırılısa tedavi ücreti öğrencinin cebinden alınır. Peki öğrencilerin bundan haberi var mı? Elbette ki bir çoğunun yok. Hekimler olarak bu noktada sigorta ya da tedavi masrafları gibi durumları hasta ile başbaşa iken düşünmeyiz. İşimiz tedavi etmektir deyip o ameliyat gerçekleştirilir. Sonrası mı? Taburculuk sırasında öğrenci gelir ve kendisinden ‘’çok para’’ istendiğini, bunu karşılayamayacağını yine hekimine anlatır. Öğrenciye senetler imzalatılır, hastaneye borçlandırılır ve taburculuğu gerçekleşir. Oysa öğrenci şu an çok şanslı...ya tedavisi yüzbin dolarlar olan kanser olsaydı...

Köleleştirilen, sömürülen, sırtlarından tonlarca para kazanılan ‘’öğrenci’’ler çoğunlukla gelişmemiş ülkelerden getirtiliyor. Bu ülkelerde bulaşıcı hastalıkların büyük bir kısmı Dünya Sağlık Örgütü tarafından salgın noktasında izleniyor.Kıbrıs’ın kuzeyini ülke olarak saydığımız seçim arifesinde halk sağlığı, koruyucu hekimlik daha da önemlisi temel insan hakları üzerinden değerlendirirsek ülkeye ‘’öğrenci’’ olarak gelen tüm ‘’velinimetler’’imizin hiç değilse sağlığını, sağkalımını denetlemek ve korumak adına bir kez daha yüzleşmemiz gerekiyor. Çözüm o kadar zor değil. Alınması gereken kararlar sanıldığı kadar oy kaybettirmez. Seksen bin öğrenciden bahsediyoruz. Ağırlıklı olarak Türkiye’den gelen yaklaşık on bin öğrencinin ise riskli bölgelerden geldiğini biliyoruz. Bununla ilgili üç yıldır seri toplantılar yapıyoruz. Kararlar üretiyoruz. Gelen öğrencilerden sağlık raporu ve aşı bilgisi talep edilmesi konusunda hemfikir oluyoruz. Defalarca paydaş yapılara resmi yazılar yazdırıyoruz.

Günün sonunda denetim yapamadığımız için kağıt üzerindeki muhteşem kararlarımız; aslında çıkar ilişkileri, oy kaygıları ve ne yazık ki kör, sağır bir duyarsızlık ürününden öteye geçmiyor. Sivil toplum örgütleri ile çeşitli temasları olan bir hekim olarak bu konuda destek ve eylemlilik gerektiği konusunda hemfikiriz. Ancak önümüzde, ‘’damgalama’’ ve ötekileştirme eğilimi son derece yüksek bir toplum var. Dolayısı ile şu an öğrencilerden bahsettiğimiz için, konu hastalıklar ve bizim steril KKTC’miz adına hedef alınan ‘’ötekileşen’’ grubumuz, öğrenciler oluyor. Açlık sınırı altında çalıştırmak için getirttiğimiz işçiler ve onların sağlığından bahsedersek; inşaattan molozlara düşüp yaralananlar (ölenler), ev içinde köleleştirilenler, hasta olduğu için ‘’aman aman değmesin çocuğuma’’ dediğimiz ‘’hizmetkârlar’’ ve bu liste daha uzar... Tüm bunlardan ve yıllık bulaşıcı hastalık istatistiklerinden bahsetsek damgalayacağımız hedef kitle şu an onlar olacaktı.

Kabul etmemiz ve yüzleşmemiz gerekenler var. Biz bir ada ülkesiyiz. Bölünmüş bir başkentimiz var ve mikroplar pasaport kullanmaz. Göç alıyoruz. Göç aldığımız ülkeler arasında sağlık koşulları kötü olanlar ağırlıkta. Sağlıkla ilgili geliştirilen politikalar, hasta esaslı olduğu kadar toplum esaslı da olmalıdır. Mikroplar bulaşırken kimlik kontrolü de yapmaz. Üzerinde yaşadığımız bu adayı korumak için insan hakları temelli çözümler üretmeliyiz. Çünkü göç devam edecek. Biz kendimizi steril zannedikçe öğrenciler de göç eden nüfus da kendini saklamaya, mağdur olmaya ve mağdur etmeye devam edecekler. Elbette yasal düzenlemeler, iç yazışmalar iyi bir başlangıç olabilir. Ancak gerek oy kaygısı gerekse toplumumuzun kendini ayrıcalıklı hissetme gayreti yasal düzenlemelerle yarın sabah değişmeyecektir. Ama yarın sabah bunu değiştirmek için uyanabiliriz...

Bu haber toplam 2371 defa okunmuştur
Gaile 445. Sayısı

Gaile 445. Sayısı