Venedik’te Gondollar Neden Siyahtır?
Venedik’te Gondollar Neden Siyahtır?
Serkan Tansel
[email protected]
Luigi Barzini New York Times’ta Venedik için şöyle yazar: “Kuşkusuz bir insan tarafından yapılan en güzel şehir (…)” (Luigi Barzini (1982), The Most Beautiful City in the World, http://www.nytimes.com/1982/05/30/books/the-most-beautiful-city-in-the-world.html?pagewanted=2).
Kanallar ve köprüler şehri olarak bilinen Venedik’te, Grand Kanal üzerinde ilerlerken Luigi Barzini’ye hak verirken, kendimi 15. Yüzyılda geçen bir sinema filminin içine düşmüş gibi hissediyordum. Bu masalsı şehrin kanallarında, deniz otobüsleri (vaporetto), deniz taksileri ve gondollar ile yolculuk yapabilirsiniz. Kanallarda yüzmek yasak; gerçi bu yasağı delmek, temiz olmayan kanal suyu yüzünden pek mantıklı değil kanımca. Gerek kanallarda gerekse karada gezerken şehrin her noktasından fışkıran tarihe şahit oluyorsunuz. Her köşede gotik, barok veya Rönesans stilde bir yapıya rastlamak mümkün. Şehrin dar sokaklarında gezerken her an karşınıza tarihi bir saray, kule veya meydan çıkabilir. Hatta kendinizi çıkmaz bir sokakta, bir binanın giriş kapısında küçük bir kanal üzerindeki köprüde bulabilirsiniz. Ulaşım ile ilgili şehrin en sevdiğim özelliği ise, kanallarla örülmüş olmasına rağmen, köprüler sayesinde şehrin her noktasını yürüyerek gezebilmeniz. Daha da güzeli, Venedik’te, İtalya anakarasına bağlandığı bölge dışında motorlu kara taşıtı göremezsiniz. Bunun dışında şehirde duyabileceğiniz yegâne tekerlek sesi ise, mütemadiyen gelip giden turistlerin çektikleri valizlere aittir.
Venedik’te kaybolmak, bir turist için gayet doğal bir eylem. Labirente benzeyen sokaklarda gezerken her an kaybolabilir ve elinizdeki haritanın faydasız bir nesneye dönüştüğünü fark edersiniz. Hani tecrübeyle sabittir derler ya; ününü bir internet sitesinde okuduğum “Libreria Acqua Alta” adlı kitabevini bulana kadar yukarıda anlattığım tecrübeye sahip oldum. Odaları kanala açılan, içinde kitaplarla dolu bir gondolun olduğu bu fantastik kitabevini ziyaret etmek, ararken yaşanan zorluklara fazlasıyla değdi doğrusu. Günün sonunda, sokaklardaki duvarlarda bulunan yönlendirme levhalarının, Venedik’te yol bulmak için en yararlı metot olduğu kanaatine vardım. Roma için söylenen bir sözü Venedik için uyarlamak mümkün: Bütün yollar San Marco Meydanı’na çıkar ve en az bir kere Rialto Köprüsü’nden geçersiniz. Rialto Köprüsü 16. yüzyılda yapılmış ve uzun bir süre Grand Kanal’daki tek köprü olarak işlev görmüş, daha sonraları ise yenileri buna eklenmiştir. San Marco Meydanı ise şehrin kalbi ve ruhudur. Her daim güvercinlerle dolu bu meydan için Napolyon’un, “Avrupa’nın en güzel şenlik alanı” diye bahsettiği söylenir. San Marco Bazilikası, Dükler Sarayı ve Saat Kulesinin çevrelediği meydanda, bir zamanlar Goethe, Thomas Mann, Marcel Proust, Ernest Heminghway, ve Mark Twain gibi yazarların oturup muhabbet ettiği, kahve içtiği meşhur Caffe Florin’de nispeten tuzlu bir bedel karşılığı şehrin tadını çıkarabilirsiniz. Caffe Florian’nın penceresinden baktığınızda meydanda üstün teknolojik aletleri ile çekim yapan Japon turistleri görmek hiç de sürpriz değildir. Japon turistler dışında Rialto Köprüsü ve San Marco Meydanı’nda, Asya kökenli satıcılarla karşılaşırsınız. Bu satıcılar tahmin ettiğiniz gibi kolye, bilezik gibi hediyelik eşyalar değil, selfie çubuğu satmak için sizinle oldukça ısrarlı bir mücadeleye girerler. Günümüzün küresel ekonomik yapısından mütevellit, dünyanın her bölgesinde olduğu gibi bu şehirde de Asyalı ve Afrikalı göçmenler hizmet sektöründe emeklerini satarak geçimlerini sürdürüyorlar.
Bu güzel şehrin insana hüzün veren acı gerçeği ise an be an batması, sulara gömülüyor olmasıdır. Siyah gondollar, müzik ve neşeli turistler eşliğinde kanallarda yol alırken, bana bu hüzünlü gerçeği ve bir rivayeti hatırlatır. Rivayet odur ki; Avrupa veba salgını altında inlerken, Venedik’te gondollar, vebadan ölen insanları taşırmış. Bu yüzden bu rivayete göre, o gün bugündür gondollar siyah renkmiş.