Veriler var, iyi ki var, UBP hükümetinin ayıbıdır bu
TC Lefkoşa Büyükelçiliği Yardım Heyeti Başkanlığı’nın 2010 yılı faaliyet raporunu bütünü ile okuma imkanına sahip oldum. Bu rapor öyle tek başına bir makale ile ele alınamaz. Ancak ben bu makalede bu rapora dair bazı değerlendirmeler yapmak istiyoru
“… Raporda işaret edilen sorunların oluşmasında, Türkiye hükümetlerine ait olan sorumluluk alanlarını ve noktalarını da ele almak gerekmez mi?”
TC Lefkoşa Büyükelçiliği Yardım Heyeti Başkanlığı’nın 2010 yılı faaliyet raporunu bütünü ile okuma imkanına sahip oldum. Bu rapor öyle tek başına bir makale ile ele alınamaz. Ancak ben bu makalede bu rapora dair bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum.
Ancak öncelikle şunu ifade etmek isterim ki KKTC hükümetinin öncelikle yapması gereken bir görevi Yardım Heyeti Başkanlığı yaptı. KKTC, ekonomik verilerini de bütün içinde sundu. Ancak raporda da belli başlı veri eksiklikleri var. Ama bu elçiliğin eksikliği değil. Öncelikle hükümetin kusuru. Bakın, “KKTC Ekonomisine İlişkin Ekonomik ve Sosyal Göstergeler” gibi bir tabloda dahi, (sayfa 9), 2007 ve 2008 dair veriler eksiksiz bir şekilde yer alırken, 2009 ve 2010 yılına ait bir hayli veri, boşluk olarak duruyor. Örneğin, Net Elektrik Tüketimi, (milyon KWS), 2009 ve 2010 yılına ait yoktur. Halbuki bunun tüketim guruplarına göre dağılımının da verilmesi gerekir. Çünkü bu ekonomik sektörlerin verimlilik ve üretkenliğini değerlendirilmesinde önemli ölçümlerden biridir. Eğer hükümet, bir yıllık elektrik tüketim miktarını veri olarak açıklamaktan acizse, o yapının hükümet iddiası olamaz. Bu olsa olsa hükümetin veri gizlemesidir..2009 -2010 ekonomik göstergeleri hâlâ yayınlanmamıştır. Ayıp.
RAPOR VE HANGİ EGEMENLİK?
Şimdi raporu öncelikle ilkeler açısından değerlendirmek isterim. Rapor, 2010 yılında mali disiplin sağlama alanında adımlar atılırken, gelir artışını sağlamaya yönelik tedbirler alındığından söz ediyor. “Gelir adaletinin sağlanmasına yardımcı olacak, temel vergilendirme ilkelerine uygun olacak ve vergilendirilmeyen veya ticari ilişki içinde bulunulan ülkelere göre yeterince verilendirilmemiş alanlardan gelir elde etmesine dikkat edilmiştir” denilmektedir, raporun 36. sayfasında. .
İşte burada ilkesel olarak birinci soruyu sormak gerekir UBP hükümetine. Bir ülkede vergi koyma yetkisi kime aittir? Vergi politikasını belirleme sorumluluğu ve yetkisi kime aittir? Bu çok partili demokrasilerde halk iradesi ile oluşan Parlamento’ya aittir. Meclis’te çoğunluğa ulaşıp, halktan destek alan parti, bu alandaki politikalarını halkına sunar ve aldığı destek çerçevesinde iş başına gelir. Bu nasıl iş? Rapor, açıkça vergi politikasının buna göre şekillenmediğinden söz etmektedir.
Çünkü UBP, 19 Nisan seçimlerinde KKTC’yi bölge ülkelerinden daha ucuz yapacağı, bunu için vergileri indireceği ve bırakın vergiyi, bütün memleketi serbest bölge yapacağı vaatleri ile halktan oy almıştı. Bu şimdi nedir? Bu nasıl demokrasi, bu nasıl halk egemenliğidir? Kusur, UBP yönetiminindir.
Şimdi, 2010 da, rapor da açıkça, “ticari ilişki içinde bulunulan ülkelere göre yeterince vergilendirilmemiş alanlardan vergi alınmasına dikkat edilmiştir” denmektedir. Kimi örnek aldık? Örneğin akaryakıta örneğimiz Türkiye’mi? KDV’de örnek güney mi? Peki ne imiş bu alanlar?
Akaryakıt, alkollü içecekler, sigara, mevduat faizlerinden vergi artışı ve KDV oranlarının yeniden artırılması. Yani fon ve dolaylı vergiler artırıldı. Ayrıca da açıkça, direk vergideki artışın da, “çalışanların vergi artışının sağlanması” olarak ifade ediliyor. UBP’den daha dürüst, gizlemiyor.
Burada ayrıca çok açık bir saptama da var. 2010’da gelir artışının sağlanmasındaki faktörlerden birinin de, “süper emeklilerden vergi alınması “ olduğundan bahsediyor. Ancak raporun ilerleyen bölümlerinde ise bunun Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması nedeni ile 2011 yılında bunun sağlanamayacağından söz ediyor. Ancak 2010 yılındaki düzenlemenin de Anayasa Mahkemesi kararının geriye doğru işleyemeyeceği içinde bu durumun, 2010 için bozulmayacağından söz ediyor.
GELİR ARTIŞI EN GENİŞ TÜKETİCİ VE ÇALIŞANLARDAN SAĞLANDI…
İşte burada en üzücü nokta başlamaktadır. Yani gelir artışı en geniş olarak tüketicilere yansıyan dolaylı vergileri ve çalışanların vergi yükünü artırarak sağlanmış!.. Peki bu nasıl bir düşüncedir ki bunu, “gelir adaletinin sağlanmasına yardımcı olacak şekilde ele alındığı” ifade edilmektedir. Hani yüksek kazançların ve kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesi?
Burada raporun bizim hükümet dönemimizi bu açıdan tenkit eden hususuna da değinmek istiyorum.
Raporun, 35. sayfasında, “2007 yılına kadar süren ekonomik büyüme döneminde kamu maliyesinde gelirlerin yüksek düzeyde gerçekleşmesi sağlanmıştır” dendikten sonra, şu ifade edilmektedir. “Bunun vergi idaresini rehavete ve kamu harcamalarının disiplin altına alınmasına dönük gevşek davranılması sonucunu getirdiği” söylenmektedir. Buna bağlı olarak ta, “Vergi gelirlerinde istisna ve muafiyetler yaygınlaşırken, süreklilik arz eden kamu giderlerinde reel artışlar sağlanmıştır.”
Yani bunun Türkçesi, CTP hükümetleri döneminde ekonomik büyüme artmış, bu yüzden devlet gelirleri de artmış, ama o dönemde hem vergi oranları azaltılmış ve muafiyetler de geliştirilmiş, hem de çalışanlara artışlar verilmiş ve onların gelirleri reel olarak artırılmıştır. Bundan ötürü mali disiplin bozulmuştur, bu eleştiri yapılmaktadır. Bakın buna karşın rapor, bir yerinde ise ne ifade ediyor?
“Bankacılık sektörü ile ilgili düzenlemelerde, 2010 yılın en önemli başarılarından birinin bankaların öz kaynaklarının artması olduğunu” ifade etmektedir. Peki bunun ana nedeni CTP BG’nin büyük ortak olduğu hükümetin, 2009 başında geçirdiği ve Bankalara karlarının belli bir bölümünü, eğer öz kaynaklarına aktarırlarsa, onlara, vergi muafiyeti sağlamayı düzenleyen yasası değil mi bu gelişmeyi sağlayan? Bu vergi muafiyetinin yol açtığı ve 2010 yansıyan olumlu gelişmeyi, rapor çok güzel diye yansıtıyor. O zaman, diğer hedefimiz ise şirketleri de bu kapsama almaktı. Zaman yetmedi. 19 Nisan sonrası seçilen hükümete buna önem vermesini önermiştim. Ne gezer. Eğer bu olmuş olsaydı bu kriz aşamasında şirketlerin krize dayanma kapasiteleri daha güçlü olurdu.
Peki o zaman vergi muafiyeti sağlanmasına dönük olarak CTP hükümetlerine genel bir eleştiri yapılırken, bunun doğurduğu çok önemli olumlu bir sonuç, bu temelden kopartılarak nasıl tek açıdan değerlendirilir? Bu yüzden bence buradaki değerlendirme objektiflikten çok, güncel ihtiyaçlar için öne çıkarılmış politik bir yaklaşımdır... Çünkü aramızda düşüncede bir yaklaşım farkı vardır. Çünkü vergiyi artırarak ve muafiyetleri daraltarak gelir elde etmek üzerine şekillenen bir program, elbette ki kendinden farklı yaklaşım içinde olan bir başka uygulamaya eleştirisel olarak bakacaktır...
Bu arada , “TC yardımlarını da içeren bütçe genel dengesine bakıldığı zaman bütçenin 2010 yılında 17,9 milyon TL açık verdiği görülmektedir. Bu açık bütçe büyüklüğüne göre çok küçük bir düzeyde kaldığından 2010 bütçesinin tutturulduğunu söylemek mümkündür… Bu açıdan 2010 yılı bütçe uygulamasının başarılı olduğunu söylemek mümkündür” denmektedir.( Sayfa 40)
Ancak Sayın Akça’nın hem mesleğine dönük prensipli, hem de gerçekten objektif olmaya önem veren değerli bir insan olduğunu, gerçeğin diğer yüzünü de bu raporda da açıkça göstermesi ile netleşmektedir. Bunu UBP hükümeti yapmıyor. İşte bu satırlardan sonra gelen cümle bunu gösterir...
“Bununla birlikte 2010 yılı sonu nakit açığı (önceki yıldan devir anılan nakit açığı + 2010 yılı bütçe açığı + 2010 yılı bütçe dışı harcama ) ; 2010 yılına önceki yıllardan nakit açığının yüksek olması nedeni ile 203,8 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Nakit açığının yüksek düzeyde olması, Hazine’nin ödemelerinde önemli sorunlara yol açmaya devam etmektedir.” ( Sayfa 40)…
İşte gerçeğin hep birlikte ele almamız gereken diğer yüzü budur. Bu, UBP hükümetinin kendi halkına söylediklerinin tersinedir. Ekonomik tedbirleri uygularken, kendi gerçek sıkıntılarımızı, övünme ile gizleyen UBP’nin anlayışından daha dürüst bir yaklaşımdır, Sayın Akça’nın ifade ettiği bu gerçek...
Sayın Akça’nın bu raporda vurguladığı ve tüm siyasilerin, sendikaların, yerel yöneticilerin, iş dünyasının, düşünürlerin ve medyanın, yani bu toprakları vatan bilen herkesin da süratle ele alması gereken bir başka gerçek daha vardır. Bu gerçeği ben konuşma ve yazılarımda çok işledim. Rapor buna da değinmektedir. Bu yüzden bu gerçeğin ele alınması temelini de güçlendirmektedir. .
“Buna göre KKTC’nin yerel gelirinin yüzde 84’ü kişilere doğrudan, yüzde 17.7’si dolaylı yoldan olmak üzere KKTC bütçesinin tüm gelirlerinden daha fazlası, (% 101,7’si) maaş ve maaş benzeri ödemeler için kullanılmaktadır.” (sayfa 47). İşte gerçek budur.
Bu gerçeği dikkate almayan ve KKTC bütçesinin gelirlerinin yalnızca %84’ü maaşlara gitmektedir diye bakan her anlayış, halkımıza doğruyu söylemez ve çözüm bulma sürecine de katkı sağlamaz. Yerel yönetimler, Kit’lerin bir kısmı, sosyal sigortalar ve bezeri kurumlara yapılan devlet desteği ile maaşlar ödenebilmektedir. İşte bu gerçeğin nasıl aşılacağı da dikkate alınmadan yol almak mümkün değildir.
PEKİ BU NASIL İŞ? KDV GELİR ORANI NASIL DÜŞER, ARTIŞA KARŞIN!
Şimdi yukarıda işaret ettiğim ve CTP’nin vergi düşüklüğü ve muafiyetler politikasına dönük getirilen eleştiriyi de düşünerek, raporda yazılan ve siyahlaşarak alıntıladığımız satırların okunması gerekir.
“Buna gelir vergisinin toplam içindeki payı 2006 yılındaki %14 oranından, 2009 yılında %18 oranına çıkmış, 2010 yılında da bu oran korunmuştur” denilmektedir. (Sayfa 52)
2010’daki gelir vergisinden elde edilen bu artışı, ağırlıkla emeklilerden vergi alınması, kamu ve özelde çalışanların vergi muafiyetlerinin daraltılması ile sağlanan bir artıştır. 2011 yılında ise; Anayasa Mahkemesi’nin bu kararından sonra, asgari ücret muafiyetinin çalışanların vergi hesaplamasına yansıtmamak ve özel ile kamu çalışanlarından daha yüksek vergi almak uygulaması bu şekli ile yapılmaktadır. İşin püf noktası ise raporda ifade edilen bir başka gerçekle nasıl da ortaya çıkmaktadır?
“Dahilde alınan KDV ile ithalde alınan KDV ekonominin canlı olduğu 2006 yıllarında, toplam vergi gelirlerinin içinde toplam % 29’luk ağırlığa sahipken, 2010 yılında %23’lük orana düşmüştür” ( Sayfa 52)
Evet, 2010 yılında KDV oranlarının ve fonların artırılmasına karşın, KDV gelirlerinin bütçedeki oranı ciddi bir düşüş içine girmiştir. Çünkü insanların harcanabilir gelirleri, ben bunun için “taksit dışı kalan harcanabilir kısım” ifadesini kullanırım, bunda ciddi azalmalar olmuştur. Çünkü direkt ve dolaylı vergi artışları ile devlet, bunun bir kısmını almıştır. Yani alım gücü düşmüştür. Ayrıca ithalat da azalmıştır. Kısacası vergi artışları ve muafiyetleri daraltarak bütçe gelirini sağlıklı kılmanın mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca ekonominin ve insanların, zorluklar içine girmesine de yol açılmıştır. İşte rapor, bu gerçekleri de gören için sergilemektedir. Yani CTP’yi eleştirerek atılan adım, sağlıklı sonuç çıkartmadı. KDV, vergi artışına karşın; oran olarak düştü.
Evet, bu rapor için daha yazacak çok şey var. Ama yer meselesi. Bunu nasıl daha iyi ele alabiliriz. Çünkü TC Yardım Heyeti Başkanı, Büyükelçi Sayın Akça’nın açıkça ifade ettiği ve raporda da vurguladığı; KKTC’nin kendi geliri ile kendi cari harcamalarını karşılama hedefine dönük, doğru ifadesi var. İşte bunu ele almak lazımdır. Ayrıca bu raporda eleştirisel olarak KKTC hükümetleri ele alınmış. Evet, bu da olmalı. Ama raporda işaret edilen sorunların oluşmasında, Türkiye hükümetlerine ait olan sorumluluk alanlarını ve noktalarını da ele almak gerekmez mi? İşte bu tartışma ortamını da geliştirmek, biraz da YENİDÜZEN Genel Yönetmeni’ne düşen bir sorumluluktur inancındayım. ”Medet ya Cenk”, yazalım ve tartışalım…