Vesayet mi vasiyet mi?
CTP’nin ilk koalisyon ortaklığı sona ererken dönemin Genel Başkanı Mehmet Ali Talat şu açıklamayı yapmıştı: “Dış güçler CTP’nin hükümette yer almaması ve UBP-DP hükümeti kurulması yönünde müdahalede bulundular. Bu hükümet dış müdahaleyle kuruldu”. Müdahalenin odağında federal çözüm karşıtlığı vardı. İstemezükçülerin etkinliğinde, dönemin Türkiye’si Kıbrıs’ta çözüm yanlısı bir partinin koalisyon ortaklığını riskli görmüş ve gereğini yapmıştı!
Bir sonraki 10 yılda Türkiye’nin AB üyeliği perspektifi Kıbrıs’a da yansıdı. Çözüm siyasetinin bilinçli, kararlı, inançlı ve örgütlü temsilcisi CTP bu dönemde çözümün tabu olmaktan çıkması ve geniş halk kitlelerince desteklenmesi sonucunda iktidarın büyük ortağı oldu. Ancak bu kez de Avrupa Birliği dinamiğine bağlı olarak açık ekonomi ilkelerinin bölgemize nüfuzu nedeniyle demokrasiye duyarlılığımızın yanı sıra değişen ekonomiye adaptasyonu da gündeme taşımamızı gerektiren bir döneme girilmişti.
17 Şubat 2013’te Havadis’te çıkan röportajında dönemin Başbakanı Ferdi Sabit Soyer 2009’daki erken seçim kararını şöyle açıklamıştı: “2007’deki ekonomik kriz gerçekleşince bu bizi negatif olarak etkiledi. Biz kendi kararlarımızı kendimiz almaya karar verdik. Dedik ki 1 Ocak 2008’de ek artış verilmeyecek. 2008’e doğru giderken hayat pahalılığının 2007 içerisinde %10 gerçekleşeceğini gördük. 1 Ocak 2008’de hayat pahalılığı %10 yansıyacak maaşlara ama ek artış vermeyeceğiz dedik”. Soyer, kamu harcamalarına ilişkin sosyal tarafların beklentileri ile eldeki kaynakların durumu arasındaki büyük çelişkiyi ortaya sererken, kamu gelir ve giderlerini dengeleyerek kendi ayakları üzerinde durabilmek adına SİYASİ İRADE geliştirme ihtiyacını işaret ediyor, seçim kararını bununla ilişkilendiriyordu. Soyer bu noktada Türkiye’nin rolünü ise şöyle açıklıyordu: “Cemil Çiçek’le yaptığımız görüşmede şok yaşadılar. Çünkü onlar benim masaya para istemek için oturacağımı sandılar. Onlar da dosyalarında şunu böyle yap diye bir program sunacaklardı. Ben yaptığımız anlaşmaya göre desteğinizi istiyoruz, bir kısım tedbirler daha alacağız bu da bizim vereceğimiz kararlar olacaktır dedim. Şok oldular”. Lakin, “kendi kendini yönetmek isteyen kendi kendine yetmelidir” tespitinin 2009 seçimlerine gidilirken henüz yeterince tartışılamamış olması, Türkiye yetkililerinin kendi önerilerine ilişkin “siz gidersiniz başkası gelir yapar” çıkışına zemin hazırlamış, biat kültürünün hortlamasına ve demokrasimizin irtifa kaybetmesine sebep olmuştur.
Aradan geçen 4 yılda önemli toplumsal tecrübeler biriktirdik. Değişimin önemini enine boyuna tartıştık. Siyasetimize işlev kazandırabilmek için ortak paydalar geliştirdik. “İmzaladığımız anlaşmaya göre desteğinizi istiyoruz, başka bir şey istemiyoruz” yaklaşımını da aşan ve “kendi programımızı biz hazırlayabiliriz” noktasına varan bir siyasi irade şekilleniyor 28 Temmuz itibariyle.
Onurumuza sahip çıkma istenci yeni nesillere dünden bugüne emanet edilmiş vasiyettir! Bunun için demokrasimizi ve ekonomimizi ilkelere dayalı olarak yönetebilmemiz gerekir. Bu dönemde makro ekonomik dengeleri sağlamak siyasetimizin temel dinamiğine dönüşecektir. Bu yola baş koyanlar açısından takdir, mevki, makam geçici iken onurlu bir toplum olarak geleceğe yol alabilmemiz için yürütülecek çalışmalar alabildiğine kalıcı sonuçlar doğuracaktır.
28 Temmuz’un sonrası çok kritik bir dönem olacaktır. Çözümsüzlük koşullarında açık ekonomiye geçiş ve makro ekonomik dengeyi sağlamak hiç de kolay değildir. İç denge için düzenli büyümeyi gerçekleştirirken dış denge için dışarıdan sağlanan gelirin dışarıya yapılan ödemelerle eşitlenmesini sağlayabilmemiz gerekecektir. Bunun için daha kırk fırın ekmek yememiz gerekebilir ancak bu, onurumuza sahip çıkmaktan vazgeçmeyi ya da beylik ifadelerle onurumuza sahip çıkabileceğimiz sanrısına hapsolmayı beraberinde getirmemelidir. Ortak toplumsal vizyon önerimiz önemlidir. Demokrasi ve hukuk düzenine ilişkin ilkelerimizi uygularken ekonomide de ilkelerimizden ödün vermeksizin çok çalışmalıyız…