1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Virüs, panik ve faşizm
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Virüs, panik ve faşizm

A+A-

Panik, virüsten çok daha hızlı yayılıp etkili oluyor.

“Bize bir şey olmaz yahu” vurdum duymazlığından, “Opps, şimdi ne yapacağız?” telaşına geçişte gündelik hayatın gidişatını panik, korku ve kaygının domine ettiğine şahit oluyoruz.

İzlediğimiz distopik ve post apokaliptik filmlerin senaryosuna dönüşüyor gündelik hayatımız.

Markerlerde raflar boşalıyor, insanlar alışveriş arabaları için kavga ediyor; eczanelerde maskeler tükeniyor, bankamatikler önünde kuyruklar oluşuyor, herkes bir biriyle yarışa giriyor...

Toplumdan çok kalabalık bir güruh görüntüsü arz ediyoruz.

***

Büyük oranda medya ve dijital ağlar üzerinden yayılan toplumsal panik ve kaygı, bize virüsün tehdit ettiği bedensel sağlığımızdan daha fazla zarar veriyor.

Tam bir savaş ve içe kapanma psikolojisi yaşıyoruz...

***

Abartı, manipülasyon ve bilgi kirliliği, insanların sadece marketlere ve eczanelere akın etmesine sebep olmakla kalmayıp kaygı ve korku ile birbirlerinden sürekli şüphe etmesine, kuşku duymasına, birbirlerini dışlayıp içe kapanmasına da neden olmakta.

***

Belki de bu panik havasında iş arkadaşınız, ofisinizi paylaştığınız kişi, komşunuz, sokakta karşılaştığınız bir sevdiğiniz, hatta hayatı paylaştığınız dostunuz bile bir kaygı unsuru haline gelebilir.

***

Özellikle dışarıdan gelenin ve yabancı olanın potansiyel tehdit olarak göründüğü politik bir coğrafyada, an itibariyle her yabancı bir virüs taşıyıcısı olarak da görülmeye başlanabilir.

Virüs paniği, Türkiye'den ve uzak ülkelerden gelen yabancılara yönelik ırkçı ve korumacı reflekslerin, batıdan gelen turistlere de yöneltilmesine neden olabilir.

***

Her panik ve kaygı ortamı, eğer doğru yönetilmezse dayanışma ve yardımlaşma gibi değerleri yok eder, daha fazla şüphe, dışlama ve düşmanlaştırıcı özelliklerin yayılmasını sağlar. Bundan dolayı toplumsal ve bireysel kötücülük, virüsün yayılma hızından daha hızlı yayılır.

***

Fakat sadece bu değil... Dünyadaki devletler ve bu ada üzerindeki ister sahte olsun ister gerçek, her iki devlet de giderek kendi sınırları içerisine kapanmakta, içe doğru büzüşmekte ve yeni küresel ulusalcılık dalgasının birer unsuru haline gelmekte.

***

Geçtiğimiz hafta yaşanan barikat olayları, geçiş noktalarının kapatılması, geçişlere yönelik bir dizi zorlayıcı tedbirlerin alınması bu içe kapanma ve ulusun sınırlarına sığınma süreciyle okunması lazım.

***

Bugün gerek dünyada, gerekse de ada üzerinde alınan buna benzer tedbirler sonuçları itibariyle daha fazla içe kapanmayı, korumacılığı ve birbirine güvensizliği getirebilir. Gündelik hayattaki bireyler arası güvensizlik ve şüphe, toplumsal ve politik alanda milliyetçilik ve ulusalcılık gibi reflekslerin daha da güçlenmesine yol açabilir.

                                                                             ***
Hali hazırda barikatlar tartışmasında ve eylemlerinde olduğu gibi,  coronavirüs neden gösterilerek iki devlet arasında egemenlik çekişmesinin yaşanabileceğini, ELAM gibi faşist hareketlerin mobilize olabileceğini, BM askeri ile kktc polisinin itişip kakışabileceğini ve özgürlük isteyenlerin barikatlarda polis şiddeti ile karşılaşabileceğini gördük. Ve bunu sadece bir hafta içerisinde yaşadık... 

***

Elbette bir salgına yönelik tedbirler alınmalı, bunlar bilimsel olmalı... Fakat alınan tüm tedbirlerin ve atılan adımların bizleri sonuçları itibariyle nereye götürebileceğini de düşünmeliyiz. Gittikçe gözetlenmeye, denetime, tıbbi bir askerileşmeye, yalıtılmaya dayalı, ada üzerinde yaşayan toplumların birbirinden uzaklaşacağı ve özgürlüklerin daraltılacağı bir sürece mi giriyoruz?

***

Unutulmamalı, her ne kadar aksini iddia etseler de, toplumsal panik ve korku, egemenlerin anti-demokratik ve özgürlükleri yok eden uygulamaları için zemin sağlar, bu uygulamaları ihtiyaçmış gibi icra edilmesine yol açar. Daha da kötüsü, bunu bizzat toplum arzu eder, talep eder. Faşizmin başladığı yer, hayat bağlarının korku ve panik ile gevşediği, güven duygusunun yerini şüphenin aldığı gündelik hayat pratikleridir.

***

Dolayısıyla virüs kimseyi öldürmeyebilir, kaldı ki coronavirüsten ölenlerin sayısı iklim değişikliğinden kaynaklı ölümler de dahil olmak üzere pek çok hastalığın neden olduğu ölümden çok daha az. Fakat coronavirüs salgını,  biyolojik sağlığımızdan çok toplumsal özgürlüklerimizi ve demokratik yaşantımızı tehdit eden bir bahaneye dönüşebilir. Virüs, faşizmin basit bir bahanesi de olabilir. Bunu da bu süreci ne küçümseyerek ne de abartarak fakat dayanışma, kolektif seferberlik içinde aşabiliriz.

 


 

İklim krizini neden coronavirüsü gibi acil bir durum olarak ele almıyoruz?

Coronavirüs paniği, iklim değişikliğinin neden acil bir durum olarak ele alınmadığı tartışmasını da tetikledi.

The Guardian'da yayınlanan Owen Jones'un yazısında iklim krizinin geleceğin bir krizi olarak algılandığını fakat coronavirüsün günümüzde yaşanan bir kriz olarak algılandığı ifade edilmekte.

Fakat dahası var, ne medya ne de hükümetler iklim krizi karşısında an be an yayınlar yapmıyor, acil toplantılar düzenlemiyor hatta çoğu devlet uluslararası iklim zirvelerinde kaçamak tavırlar sergiliyor.

Jones’un yazısından kısa bir alıntı: “2018 yılında 60 milyondan fazla insan iklim değişikliğinin yarattığı şiddetli hava koşullarının sonucundan etkilendi, ki bunların arasında Avrupa, Japonya, ABD'de sıcak dalgalarından ve bozkır yangınlarından ölen 1600 kişi vardı. Dünya Meteoroloji Örgütü'ne (WMO) göre İdai hortumu Mozambik, Malavi ve Zimbabwe'yi mahvederken, Florence ve Michael kasırgaları Amerikan ekonomisine 24 milyar dolarlık zarar verdi… Antarktika buz(ul)ları 40 yıl öncesi ile karşılaştırıldığında altı kez, Grönland buz tabakası ise geçmişte sanıldığından dört kez daha hızlı eriyor. Birleşmiş Milletler'e göre endüstri öncesi dönemle karşılaştırıldığında 1,5 derece santigrat sıcaklık artışını önlemek için önümüzde bir on yıl var, ama öyle anlaşılıyor ki, her ne olursa olsun, küresel ısıtmanın cezasını çekeceğiz.”

***

Sadece iklim değişikliğinden kaynaklı ölümler 100 yıl içerisinde 50 katına çıkacağı pek çok bilimsel raporda yer almakta.

Yeni IPCC raporuna göre, en kötü senaryoda, 2100 yılına kadar küresel anlamda deniz seviyeleri 1.1 metre yükselebilir.  Raporu hazırlayan ekipte olan Doktor Jean-Pierre Gattuso, "Bunun alçak sahil bölgelerinde yaşayan 700 milyon insan üzerinde birçok anlamda etkisi olacak" diyor.

BM raporları ise "ölümcül ve felakete yol açacak sıcak dalgaları, fırtınalar ve kirlenmeye gidiyor dünya” diye uyarıyor.

İnsani yardıma muhtaç kişi sayısının 2030 itibarıyla 68 milyona, 2050 itibarıyla da 10 milyona düşebileceği kaydediliyor.

Aynı zamanda aşırı hava sıcaklığı dalgaları ile yine aşırı iklim olaylarından kaynaklı sellerden ölümler de her yıl gittikçe artmakta.

Fakat nedense coronavirüse gösterilen duyarlılık ve panik söz konusu tüm gezegenin ve insan yaşamanın etkiliyor olduğu iklim değişikliğine yönelik gösterilmiyor. İklim krizi bir şok dalgası yaratmıyor. Çünkü hükümetler, şirketler ve medya iklim krizini ya yok sayıyor ya da normalleştiriyor.

 

 

*Bu yazı yazıldıktan sonra önce Slovekya'da ardından ise ABD'nin başkenti Washington'da OHAL ilan edildi.

 

 

Bu yazı toplam 3171 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar