“Vurulan geçim ve can derdinde, teşkilatlar kan derdinde...”
Dr. Derviş Özer
Karanlık günler başlamıştı ovada, aslında güneş vardı ama günler karanlıktı. Kimse önünü göremiyordu. Günü yaşamak bile bilinmezlik içinde idi. Kimin sağ kalacağı kimin öleceği iki dudak arasındaydı. Bu dudaklar iki tane teşkilatın adamlarınındı. Üst düzey olan bile değildiler. Elinde silah olan kimin yaşayacağına karar veriyordu…
İçeriye telaşla geldi. İçeriye telaşla girişinden toplantıdaki adamlar bir şeyler olduğunu düşündüler. Yeni silah geldiğini veya çanakların yerinin bulunduğunu tahmin ettiler.
Konuşması da içeriye girmesi gibi telaşlıydı.
“Herkes bir şeyler yapıyor. Her köyün adı söyleniyor ama bizim köyün adı geçmiyor. Biz uyuduk. Bütün köyler düşman öldürüyor ama bizim köy hiçbir şey yapmıyor. Biz de bir düşman öldürmememiz lazım” dedi.
İçlerindeki hiç kimse birini öldürmüş değildi. Kimi öldüreceklerdi. Bir düşman köyünün içine girip evden adam almak ve öldürmek yürek isterdi. Karar verdiler ya ağaç sulayan birini ya da bir çobanı öldüreceklerdi. Ve seçtiler. Köyün yakınında koyun otlatan çobanı. Gece olunca gidip köyün adını yücelteceklerdi. O köyün ve o köyün teşkilatçılarının adı da söylenecekti.
Gece geç saatte belirlenen yerde buluştular. Hepsi yaz günü parka giymişlerdi ve parkaların içine silahlarını saklamışlardı.
Çobanı iki zeytinin yanında elindeki kamışla kaval yaparken buldular. Koyunlar etrafını çevirmiş, yaptığı kavalı deniyordu. Çoban kavalını denerken köpek huysuzlandı ve yerinden kalkarak havladı. Uzaklardan karartılar görüldü. Yaşlı çoban topuzuna dayanarak kalktı ve gelenlere baktı yüzünde bir gülümseme oluştu. Günlerdir bir insanla konuşmayı özlemişti. Gelenlere doğru birkaç adım attı. Köpeğinin hırlamasına karşılık verdi.
“Gel oğlum gel yabancı değiller, gel otur.”
Köpek bağırmayı kesti ve kuyruğunu bacaklarına vurarak çobanın bacaklarının arasından dolanarak gelenlere doğru gitti. Onlara da yaltaklandı ellerini kokladı gelenlerden bir sevgi bekledi. Çoban gelenleri karşılayıp sinekler için yakmış olduğu eşek boku çanağının yanına oturttu. İçlerinden birisi oturmadı. Ayakta etrafı kolaçan ediyordu.
“Hoş gelmişsiniz. Sefa getirdiniz. Nereden böyle?”
“Suya desem beş kişi olmaz. Hayvan kaçsa ayrı ayrı olursunuz. Hayır, mı şer mi?”
Gelenlerden biri:
“Hayır, hayır şerle işimiz olmaz bizim, gece canımız sıkıldı kahvede. Bir çıkıp dolaşalım dedik.”
Çoban “İyi etmişsiniz. Birer sigara ikram edeyim bari...”
Cebinden sigara tabakasını çıkardı, sigara kâğıdına tütünü döktü ve yalayarak sardı. Sardığı sigarayı yanında oturan adama ikram etti. Kendisi için bir daha sardı. Gelenlerin ikisi sigara almadı. Gelenlerden biri çobanın yanında yerde duran çakariyi eline aldı ve verdiği sesi kulağına götürerek dinledi.
“Çakarin kırılmış dayı. Sen onarmasını bilmen galiba.”
“Gördüm onun için, ayırdım. Karabaşlının çakarisi. Onu eve gidince onaracam. Onaramazsam başka yapacam. Elimde bakır az kaldı. Şehere gidince biraz alacam ondan sonra çokça yapacam. Şimdi kızıma söz verdim ona kaval yapıyorum...”
“Ne diyorsun dayı bu işlere? Her geçen gün kötü oluyor. İnsanlar evlerden çıkmaya korkuyor.”
Çoban bu lafın üzerine durdu. Öldürüleceğini anlamıştı. Elleri titremeye başladı, nefes alışı hızlandı. Etrafına kaçacak bir yol var mı diye bakındı. Vazgeçti ölümü kabullendi. Kabağından bir yudum su aldı ve boynunu eğerek gelenlerin yüzüne bakmadan konuştu.
“Diyecek bir şey yok. Gariban insanlar ekmek derdinde. Teşkilatlar kan peşinde.”
Sigarasını hiç konuşmadan içti. Yapmış olduğu kavalı ağzına dayadı ve yanık yanık çaldı. Çoban çalarken gelenler ayağa kalktı ve bellerinden çıkarmış oldukları silahları çobana çevirdiler.
Yaşlı Çoban “Kavalı ve çakariyi almayın. Kaval kızımın, çakariyi de oğlum tamir eder” dedi.
Teşkilat adamları da titrediler. İlk defa bir adamı öldüreceklerdi. Bunun bir savaş çatışması değil sadece infaz olacağını biliyorlardı. Hareketleri hızlandı, kararsızlaştı. Birisi uzaklaşmak için yürüdü. Sonra arkası dönük durdu. Çobana hiç bakmadı. Yaşlı Çoban kavalı ve çakariyi dağarcığın içine koydu ve başını eğdi. Adamlar tek tek gelip çobanın arkasından ateş ettiler. Uzaklaşan adam da geldi ve yere devrilmiş yaşlı çobanın başında durdu. Kasılıp gevşeyen çobana baktı. Çobanın gözlerinden dökülen yaş yüzündeki toprağı bir dere gibi yardı geçti. Son kalan adam ölümcül kurşunu sıktı ve tarlaların içine doğru koştu. Bir süre gittikten sonra silahını attı ve kustu.
Silah sesinden koyunlar korkarak dağıldı. Gelenlerden biri silahı çevirip hırlayan köpeğe de ateş etti. Köpek de sürüne sürüne çobanın yanına gitti ve çobanın üzerinde öldü.
Diğer dört kişi çobanı ve köpeği ayaklarından sürükleyerek yandaki kuyunun içine attı ve koyunları da önlerine katıp köye götürdüler. Çobanın öldürülmesinin üzerinden birkaç gün geçince Birleşmiş Milletler askerleri köye geldi ve koyunları elleriyle koymuş gibi buldu. Beş koyun eksikti. Koyunlar yaşlı Çobanın ailesine veridi. Tabii yeni yapılmış kaval ve kırık çakari de.
Bu beş teşkilat adamı aldıkları emir üzerine kendi seçtikleri bir adamı gece koyunlarının yanında köpeğiyle beraber öldürmüşler ve köyün adının teşkilat içinde kahramanca anılmasını sağlamışlardır.
Beş koyun yendi içildi. Köyün adı teşkilatta söylendi. Çobanın çocukları babasız kaldı. Yıllar geçti köyün adı söylenmez oldu. Söylenen tek şey beş koyunu kim yedi, niçin yedi? Bir can teşkilata hava atmak için öldürüldü. Koyunlar çakarisiz kavalsız kaldı. Çocuklar da babasız.
Öldürülen çoban sön sözü söylemişti. Yaşayan halk geçim derdinde teşkilatlar kan peşinde….
Bu ne devrandır. Vuranlar et derdinde. Vurulan geçim ve can derdinde, teşkilatlar kan derdinde. Vurulanın çocukları baba derdinde...
Mangoyan'dan bir Kıbrıslı çoban kartpostalı...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYLE İLGİLİ DÜNYADA NELER TARTIŞILIYOR?
“Bosna’da savaş esnasında tecavüze uğramış Hasica’nın öyküsü...”
Balkan Diskurs’ta, geçmişle yüzleşmeye dair yer alan bir yazıyı, okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik...
Bosna’da savaş esnasında tecavüze uğramış olan Hasica’nın öyküsü bu... Yazı özetle şöyle:
*** Bir kadın, tam bir daire gibidir... İçinde yaratma, besleme ve dönüştürme gücü vardır... Hasica’nın yaşadıkları da bir fotoğraf sergisi aracılığıyla yüzleşmeye yardımcı oluyor – olayın yaşandığı yere geri gidiyor – burada hayatı değişmiş ve şimdiki gerçekliği de bu...
*** “10 asker gelmişti evime, aynı askerler daha önce içinde 3 yaşındaki kızkardeşimin de bulunduğu ninemlerin evini yakmışlardı... Onlarla birlikte gitmemi emrettiler ve beni liseye gitmekte olduğum okuluma götürdüler. 18 yaşında bile değildim, o güne kadar hiçbir erkekle yakın bir temasım da olmamıştı...”
*** “O gece okulun bodrumuna indirdiler beni ve yere attılar. Yüzlerini seçemiyordum karanlıkta... Dua ettim, onlara durmaları için yalvardım ancak hiçbir şey dinlemiyorlardı... Bayılmıştım... Okulda bir sınıfta uyandım ve içimde yalnızca koca bir boşluk olduğunu hissettim... Birbuçuk ay boyunca o okulda tutuldum... Bir daha asla serbest kalamayacağımı düşünüyordum... Sürekli geri geliyor ve geceleri bedenimden yararlanmayı sürdürüyorlardı... Serbest bırakıldığımda ve ailemle bir araya geldiğimde, bu askerlerin babamı ve erkek kardeşimi de öldürmüş olduklarını öğrendim...”
*** “Her bir insanın hayatının özgün ve değerli olduğu anlatılır... Beni yaraladılar ve ben artık bugün hayatımın değerli olduğunu göremiyorum... Gençliğimdeki o korkunç geçmiş, benim tek gerçekliğimdir... Her günü atlatabilmek, tam bir mücadele gerektirir... Asla iyileşmeyen yaralarla, varoluş mücadelesi daha da zordur... 20 küsur sene önce, mutlu bir hayatın düşünü kuruyordum. Bugün kabuslar görüyorum, sevdiklerimin kanlarıyla kaplı kabuslar... Tünelin ucundaki ışığım gözyaşlarımla kapanıyor, umudun sesini silahların sesi bastırıyor ve tüm bunları yorgun kalbimin her çarpışında hissediyorum...”
*** Hasica’nın olayların yaşandığı ve hayatını değiştiren yere dönüşünü belgeselleştiren fotoğraf sergisi, Veliya Hasanbegoviç’in çektiği fotoğraflarla oluşturulmuş... Veliya, Hasica’nın öyküsünün özünü, çektiği fotoğraflarla yakalamaya çalışmış... 40 yaşındaki Hasica’nın öyküsü, bu sergiye ilham vermiş... Bosna savaşı esnasında henüz 18 yaşında bile değilken bir zamanlar devam ettiği liseye hapsedilmiş ve burada tecavüz ve cinsel şiddetin dehşetini yaşamak zorunda bırakılmış... Hasica’nın bu deneyimler sonucunda yaşamakta olduğu mücadeleyi Veliya Hasanbegoviç, fotoğrafları aracılığıyla anlatmaya çalışıyor... Hasica’nın bu korkunç suçlara dair hatıralarını fotoğrafları aracılığıyla yakalamaya çalışmak, Hasanbegoviç için de duygusal ve zor bir görev olmuş çünkü 1990’lı yıllarda yaşanmış olan savaşa dair, onun da canlı hatıraları bulunuyor.
*** 1992 yılında bu korkunç suçların işlediği yere geri dönmek, her ikisi için de sarsıcı olmuş fakat bu olayları belgeleyip gerçeği anlatmak onlar için önemli... Hasanbegoviç için Hasica’nın zor hayat öyküsü büyük bir ilham kaynağı olmuş ve Hasica da hatıralarını paylaşacak cesareti bir kere daha toplamayı başarmış... Bu fotoğraflar, parçalanmış gençlik rüyalarının öyküsünü anlatıyor, bir kadının boş gözlerindeki bakış, geçmişin yaralarını iyileştirip bugünle yüzleşmeye çalışan bir kadının öyküsünü anlatıyor...
(BALKAN DISKURS’tan özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).