Vurun abalıya
Soğuk savaşın ardından son 20-25 yılda bölgemizde yaşanan değişimler bizde de çözüm ve AB üyeliği hedefinin toplumsal bir vizyona dönüşmesine zemin yarattı. Son 10 yıldır ağır aksak bir biçimde, bazen bir adım ileri bazense iki adım geriye giderek bu yolu yürümekteyiz.
2004’te kaçan çözüm fırsatı ve AB ile ilişkilerimizin bir türlü rayına oturamaması siyasi koşullarımızın en önemli iki öğesi olarak siyasi süreçlerimizde belirleyici olmaya devam etmekte, bu gerçeklik zaman zaman aynı yol üzerinde yürürken duraksamamıza sebebiyet verebilmektedir.
Ancak yola çıkılmıştır bir kere...
Toplumumuzu AB değerleri ile buluşturacak bu yolu yürümek dışında hiçbir alternatifimiz yoktur çünkü bizi çevreleyen koşullar, başta da Türkiye ile ilişkilerimiz, hızla farklılaşmaktadır. Dış dünya ile ilişkilerimiz, AB’nin uluslararası yardım ilişkilerini ele alış biçiminden etkilenmekte ve Türkiye’nin cari bütçemize katkısı da haliyle giderek azalmaktadır.
Kıbrıs Türk halkı dünün çarpıklıklarından arınıp AB değerleri ile yoluna devam etmelidir. Dış dinamiklerle sağlıklı ilişlerin kurulmasına ve bu engebeli yolda toplumumuzun ilerlemesine katkı yapmaya çalışanlarla bunun önünde engele dönüşenlerin iç içe geçtiği tuhaf bir dönemde Cumhurbaşkanı’nı seçeceğiz.
Yıllarca ganimet ve dış yardım bağımlılığı nedeniyle çarpıklaşan üretimimizin ve tüketimimizin değişen dünya koşullarında yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Ekonomi ve maliye politikaları bundan ötürü çok önemlidir. Üretmeden var olamayız. Karşılıklı bağımlılıklarla ilerleyen mevcut dünya sisteminde üretmeden tüketerek ve tek taraflı bağımlılıktan kurtulmayı hedeflemeksizin var oluş mücadelemizde bir arpa boyu yol kat edemeyeceğiz.
Bir neslin “çözüm” diyerek önemli bir noktaya taşıdığı CTP hareketi, toplumumuzu bu yeni koşullarda var edebilmenin mücadelesini yürütmektedir.
Bugün dünden farklı olarak yaşanan zorluklar salt baskıcı bir rejimin anti-demokratik müdahaleleri ile açıklanamamaktadır. Yapıcı olmayan bir biçemden medet umanların toplumumuza yaydığı negatif enerji maalesef demokrasimizi zayıflatmakta, taş üstüne taş koymayan muhalefetin ekmeğine yağ sürmektedir.
Direktifler, kurallar ve katı uygulamalarla şekillenen AB yaklaşımlarının coğrafyamıza sirayet ettiği gerçeğini henüz kabul edemeyenler vardır. CTP ise AB koşullarında nitelikli kalkınmayı işaret eden yeni sol perspektifi benimserken, üretimi artırmayı gözetmeyen birtakım talepler nedeniyle ciddi ikilemler yaşamaktadır.
Bir yanda Maastricht kriterlerine göre kamu maliyesi bünyesinde atılması gereken adımlar, diğer yanda ise toplumun belli kesimlerinin somut talepleri vardır. 47/2010 sayılı yasaya ilişkin beklentiler, özelleştirme yasasında yapılması gereken değişiklikler vesaire derken, zar zor maaşları ödeyebilen kamu, milyonlarca liralık çok ciddi bir ek mükellefiyetle karşı karşıya kalmaktadır. Tüm bu konular eski alışkanlıklarla Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde sert biçimde gündeme taşınırken, esas gündem olması gereken bu ilave mükellefiyetleri yaratmayacak biçimde sosyal adaleti tesis etmenin yolları hiç tartışılamamaktadır. Kamu maliyesinin nefes almasına yardımcı olabilecek kayıt dışılıkla mücadele gibi konularda ise mütemadiyen birileri mevcudun korunmasına dönük çaba sarf etmektedir.
Neredeyse soğuk savaş koşullarını aratacak denli abartılı bir manipülasyon deryasının içinde yüzmekteyiz bugünlerde. Her gün çeşitli gazetelerde CTP’yi yıpratmaya dönük ısmarlama olduğu anlaşılan uydurma yayınlar yapılmaktadır. Solcu addedilen kimi çevrelerin de bu çarkın parçasına dönüşmesini ibretle izlemekteyiz. Siyaseti halkla ilişkilere indirgeyen zihniyetin mensupları da bu zor konjonktürde toplumumuzun karşı karşıya olduğu ikilemleri nasıl aşabileceğimizi hiç tartışmadan, bir şeyler olmanın derdinde, “vurun abalıya” demektedir.
Şurası bir gerçek ki eğer toplumumuz bu cendereden çıkacaksa CTP’nin katkılarına ihtiyaç vardır. Sağduyu sahibi toplum kesimlerinin yaşanmakta olan keşmekeşe dur demek adına yapıcı eleştirileriyle toplumsal süreçlere daha fazla müdahil olmasını gerektiren bir aşamadan geçmekteyiz.