“Ya mevcut durumun devamı ya federal çözüm”
CTP Milletvekili Fikri Toros, Kıbrıs’ta iki alternatif olduğunu, bunlardan birinin mevcut düzenin devam etmesi, diğerinin de federal çözüm olduğunu söyledi
“Alternatif olasılıklar, mevcut durumun devam etmesi ve tarafların bunun sonuçlarına katlanması veya üzerinde yürütülen müzakerelerin son aşamaya geldiği BM parametreleri çerçevesindeki federal çözümdür”
“Kıbrıs sorunu çözüme mahkumdur. Mutlaka çözülecektir. Guterres çerçevesinde masaya dönebilirsek sorunun yakında çözülebileceğini düşünüyorum. Geriye kalan farklılıkların cesur iradeyle aşılabilir olduğuna inanıyorum. Niyet ve irade varsa birkaç aylık bir süre yeterlidir”
“Türkiye’deki seçimlerden önce herhangi bir hareketlilik beklemiyorum. BM’nin geçici bir temsilci ataması da söz konusudur ama bunun da Türkiye’deki seçimlerden önce olmayacağını düşünüyorum. Sonrasında da yaz moduna girilecek, dolayısıyla Temmuz ve Ağustos’ta birşey olmaz. Sonbaharda, BM Genel Kurulu’ndan itibaren yeniden mekik diplomasisiyle birlikte yeni bir girişim başlayacağını umuyorum”
Ödül Aşık ÜLKER
CTP Milletvekili Fikri Toros, Kıbrıs’ta iki alternatif olduğunu, bunlardan birinin mevcut düzenin devam etmesi, diğerinin de federal çözüm olduğunu söyledi.
“Alternatif olasılıklar, mevcut durumun devam etmesi ve tarafların bunun sonuçlarına katlanması veya üzerinde yürütülen müzakerelerin son aşamaya geldiği BM parametreleri çerçevesindeki federal çözümdür” diyen Toros, iki devletli çözüm ve konfederasyonu olasılık dışı gördüğünü belirtti. Toros, “İçinde bulunduğumuz siyasi gerçekler ışığında KKTC’nin görülebilir bir gelecekte tanınma olasılığını mümkün görmüyorum” dedi.
Toros, Kıbrıs konusunda sonbaharda mekik diplomasisiyle birlikte yeni bir girişim başlamasını umduğunu ifade ederek, “Kıbrıs Türk toplumunun, kendi vatanında, Rumlarla eşit siyasi statüsünün bir kere daha tartışma konusu olmayacağı, kendi bölgesinde sarih nüfus ve mülkiyet çoğunluğuna sahip olacağı, Federal Kıbrıs şemsiyesi altında AB’de yerini alacağı bir geleceğin oluşması için 25 senedir elimden gelen gayreti gösteriyorum” diye konuştu.
Soru: Crans Montana’da bir başarısızlık yaşandı. 10 ay gibi bir durgunluğun ardından liderler bir araya geldi ancak o sosyal buluşmadan da birşey çıkmadı. Bir süre sonra Cumhurbaşkanı Guterres belgesini bir çerçeve anlaşması olarak kabul etme önerisinde bulundu ancak Rum tarafından olumlu yanıt gelmedi. Cumhurbaşkanı bazı kesimlerden destek gördü, bazı kesimler tarafından eleştirildi. Yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toros: Mayıs 2015’te başlayan Akıncı-Anastasiades müzakere sürecinde daha önceki süreçlerde hiç yaşanmadığı kadar önemli yakınlaşmalar sağlandı. Bu yakınlaşmaları takiben, yine daha önceki süreçlerde tanık olmadığımız bir gelişme oldu; bu da, süreç boyunca yapıcı, güvenilir, tutarlı ve sonuç odaklı müzakere yapan Kıbrıs Türk tarafının aldığı bir inisiyatifle Ocak 2017’de ilk defa haritalar sunulmasıydı. Sonrasında Kıbrıs Konferansı başladı, fakat Yunanistan’ın konferansa yeterince hazırlıklı gelmediği gerekçesiyle, maalesef konferans ertelendi, Kıbrıs’a dönüldü. Kıbrıs’ta ENOSİS plebisitiyle ilgili karar bir krize yol açtı. Aslında Rum lider Kasım 2016’dan itibaren maalesef yapıcılığını yitirmişti, hatta Crans Montana’daki 2. Kıbrıs Konferansı’nın gerçekleşmemesi için de elinden geleni yaptı. Tüm bunlar Sayın Anastasiades’in cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girmiş olması ve kendi kişisel siyasi çıkarlarını Kıbrıs sorununun çözümünün önüne koymasıyla alakalıydı. Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı böyle olacağına dair defalarca uyarılarda bulunmuştu.
Crans-Montana’da 9 gün süren Kıbrıs Konferansı esnasında iki ayrı masada müzakereler devam etti ve garantörlerin katılımıyla ele alınan güvenlik ve garantiler konusu da ilk kez müzakere edildi. Tüm bu müzakerelerin sonucunda, 30 Haziran’da, BM Genel Sekreteri gelinen noktada taraflar arasındaki farklılıkları, non-paper denilen, gayri resmi bir belgeyle özetledi ve masaya koydu; “Şu anda bu noktadayız, zamanı etkin kullanalım. Bu konferansın bitmesine birkaç gün kaldı, bundan sonra bu farklılıkları gidermeye yönelik karşılıklı al-ver sürecine girelim ve bu işi kapsamlı siyasi bir anlaşmayla sonlandıralım” çağrısı yaptı. O andan sonra Türk tarafı yapıcı tutumuna devam etti, bir takım adımlar attı. Buna oradaki tüm gözlemciler de şahit oldu. Türkiye bir takım adımlar attı ve başka adımlar da atabileceğini imâ etti. Maalesef Sayın Anastasiades bu adımlara tatmin edici herhangi bir karşılık vermedi, Guterres belgesinde özetlenen başlıklar altında kendisinin de atması gereken adımlar vardı, örneğin toprak, siyasi eşitlik ve eşdeğer muamele gibi, fakat gerekli siyasi iradeyi ortaya koymadı. Rum tarafı, konferansın ne gün biteceği belli olmadan dönüş hazırlıklarına başlayarak aslında kapsamlı siyasi anlaşma için gereken siyasi iradeyi ortaya koymaya hazır olmadığını göstermiş oldu. Konferans Temmuz 2017’de başarısızlıkla sona erdi.
Onu takiben Sayın Anastasiades seçim sürecine odaklandı. Seçimden sonra da, BM’nin Kıbrıs temsilcisi Sayın Spehar iki lideri 16 Nisan’da gayri resmi bir yemekte buluşturdu. Maalesef sayın Anastasiades güvenlik ve garantilerle ilgili, “sıfır asker, sıfır garanti” talebinde ısrarcı olmaya devam ettiğini tekrarlayarak bunlar üzerinde bir mutabakat sağlanmadan diğer başlıkları görüşemeyeceğini imâ etti. Bu yemek, gelinen noktada liderlerin birbirlerinin değerlendirmelerini dinlemesi ve bundan sonraki yol haritasıyla ilgili düşüncelerini paylaşmayı amaçlıyordu. Bağlayıcılık yoktu. Crans-Montana’yı takiben başlayan durum muhakemesi süreci boyunca hayal kırıklıkları yaşandı ve çözüme olan inançta genel bir zayıflama oldu. Bu durum önce Güney’de, sonra da Kuzey’de bir takım spekülasyonlara yol açtı, “acaba federasyon müzakereleri bir kere daha tekrarlanmamak üzere sona mı erdi, tarihe mi gömüldü, acaba Kıbrıs farklı bir çözüm modeline doğru mu gidiyor” şeklinde...
“KKTC’nin görülebilir bir gelecekte tanınma olasılığını mümkün görmüyorum”
Soru: Konfederasyon veya iki devletli çözüm federasyonun alternatifi midir?
Toros: BM, 1960’dan bu yana Kıbrıs’ta tek yasal devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kabul etmektedir. Adada meydana gelen siyasi değişimlere rağmen, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsünde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Uluslararası hukuk nezdinde de maalesef bu böyle kalmıştır. 1963’den itibaren olan siyasi değişimler, Kıbrıslı Türkler’in Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki haklarının Rumlar tarafından gasp edilmiş olması, yönetim ve güç paylaşımındaki ihtilafın göz ardı edilmesi, Rumların AP’de Kıbrıslı Türklere ait olan iki koltuğu işgal etmiş olması, Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek sahibiymiş gibi hareket ederek Kıbrıs Cumhuriyeti adına tek başlarına uluslararası anlaşmalar imzalaması gibi gelişmeler maalesef uluslararası hukukun ve BM’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bakışını değiştirmedi. BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi temsilcisi yıllar önce oy birliğiyle bir karar alarak, Kıbrıs’ta kapsamlı siyasi anlaşmanın iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı, uluslararası tek temsiliyet ve egemenliği olacak bir federasyon olarak belirledi. Tüm müzakereler ve öncesinde imzalanan tüm ortak çerçeve anlaşmaları, parametreler ve mutabakatlar bu federasyon modeli üzerine tesis edildi. Federasyonun bir başka modelle ikame edilmesi ancak BM Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesinin alacağı bir kararla mümkündür. Güvenlik Konseyi’nin federasyon dışında herhangi bir başka model üzerinde konsensusa varabileceklerine inancım yoktur, bunu olasılık dışı görmekteyim. Konfederasyonun olabilmesi için iki tanınmış devlet olması lazım. İçinde bulunduğumuz siyasi gerçekler ışığında KKTC’nin görülebilir bir gelecekte tanınma olasılığını mümkün görmüyorum.
Kıbrıs’ın 14 yıldır üyesi olduğu AB Konseyi’nde, bir üye ülkenin resmen bölünmesinin oybirliğiyle kabul edilebileceğine de inancım yoktur. Bunun olasılığını “yok” denecek kadar az görürüm. Eğer Türkiye AB üyesi olsaydı ve konseyde birkaç Türk sempatizanı oyu da olsaydı düşüncem farklı olurdu. Ama içinde bulunduğumuz gerçekleri idrak ederek bu gerçekler çerçevesinde konuşmak lazım. Bölünmüşlüğün resmileşmesi ve adada iki devletin tanınması görülebilir gelecekte olasılık dışıdır. Diyelim ki BM Kıbrıs Türk Devleti’ni tanıdı ve bu devlet AB’ye üyelik başvurusunda bulundu. Bizim müracaatımızın kabulü bile konsey üyelerinin oy birliğine ihtiyaç duyar. Sizce Rumlar böyle bir başvuruyu onaylar mı? Bunlara enerji sarfetmek üzücü ve abestir.
“Kıbrıs’ta iki alternatif var”
Toros: Kıbrıs’ta iki alternatif vardır. 55 seneden bu yana Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlanmış, tecrit konumundayız ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaptırımlarına tabiyiz. Geldiğimiz noktada, Kıbrıs sorununun hala devam etmesi başta Kıbrıslı Türklere ağır bedellere mal olmaktadır. Bunun sonucu da ortadadır, tüm dünyada takriben 850 bin nüfusu olan Kıbrıs Türk toplumunun adada sadece takriben 120 bini kalmıştır. Gidişat da ortadadır. Bunun trajik, sürdürülemez ve asla kabul edilemez olduğunu düşünüyorum. Kıbrıs Türk toplumunun, kendi vatanında, Rumlarla eşit siyasi statüsünün bir kere daha tartışma konusu olmayacağı, kendi bölgesinde sarih nüfus ve mülkiyet çoğunluğuna sahip olacağı, Federal Kıbrıs şemsiyesi altında AB’de yerini alacağı bir geleceğin oluşması için 25 senedir elimden gelen gayreti gösteriyorum. Önceliğimiz budur. Ambargolardan kurtulmak istiyoruz. Sosyo-ekonomik kalkınmamızın, yaşam kalitemizin AB standardlarında olmasını ve uluslararası hukuka entegre olmak istiyoruz. Bunları hak ediyoruz. Kıbrıslı Türkler savaş suçlusu değildir. Tüm bunlar Kıbrıs sorununun çözümsüz olarak devam etmesinden kaynaklanmaktadır. Alternatif olasılıklar, mevcut durumun devam etmesi ve tarafların bunun sonuçlarına katlanması veya üzerinde yürütülen müzakerelerin son aşamaya geldiği BM parametreleri çerçevesindeki federal çözümdür. CTP olarak yapmakta olduğumuz, bu yöndeki bilincin yaygınlaşması, işbirliği ve diyaloğun artması ve hedeflenen sonuca bir an önce varılması için çalışmaktır. Sonuç geciktikçe, adadaki siyasi sorunun devamından yeni ihtilaflar doğuyor; örneğin hidrokarbon konusu gibi...
“Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesi elzemdir”
Soru: Hidrokarbon konusunun katalizör olması beklenmişti ama öyle olmadı. Zaman zaman gerginlikler yaşanıyor, sonbaharda kazıların başlaması söz konusu. Çözüm olmadan hidrokarbonun çıkarılması ne kadar mümkündür?
Toros: 1963’den beri yönetim ve güç paylaşımı üzerindeki ihtilaf devam etmektedir. Bu ihtilaf sadece Kıbrıs Cumhuriyeti devleti üzerinde değil, Kıbrıs adası ve adayı çevreleyen sularda da geçerlidir. Bu güç paylaşımıyla ilgili ihtilaf çözülmeden, Rumlar tek başlarına, bizim karar mekanizmasında ve kazanımlardaki haklarımızı göz ardı ederek kendi başlarına suları adeta tekellerindeymiş gibi görerek lisans anlaşmaları yapmaktadır. Bunları asla kabul etmedik, etmeyeceğiz. Nitekim Rumlar, kazançta Kıbrıslı Türkler’in eşit hakkı olduğunu kabul ediyorlar ama bu hakları kapsamlı bir çözüm sonrasına kadar bir fonda saklayacaklarını söylüyorlar. Kıbrıs Türk tarafı olarak, kapsamlı çözüme kadar, geçici iki toplumlu bir komite kurmayı önerdik ama kabul edilmedi. Türkiye de bizim haklarımızı ve kendi kıta sahanlığı haklarını korumak için 2011’de başlayan faaliyetleri önlemeye devam ediyor. Ayrıca, Türkiye bölgede bir platform kurarak kendi sondaj ve kazı faaliyetlerini yürüteceğini açıkladı. Dolayısıyla Kıbrıs sorunu çözümlenmediği sürece boyutları artıyor, çözüm zorlaşıyor, çözüm karşıtları güçleniyor. Doğu Akdeniz’deki konjenktürel gelişmeler de çözüme yardımcı olmuyor. Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesi elzemdir. Bunun için uluslararası ilişkiler ve diplomasiye olan gerekliliğe yürekten inanıyorum. Bunların hiç aksamadan, her seviyede devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Siyasi müzakerelerin yanısıra, sosyal diyalog ve işbirliğinin de bu sürecin elzem parçaları olduğuna, tüm bunların eş zamanlı yürümediği takdirde, sürecin hedefe ulaşamayacağına inanıyorum. KTTO olarak da işbirliği konusunda çok önemli adımlar attık, 15 yıl öncesi ile bugün bulunduğumuz nokta arasında çok ilerleme kaydedilmiştir, ama maalesef yeterli değildir. Siyasi müzakerelerin çıkmazda olduğu zamanlarda, sosyal diyalog ve işbirliği kanalları üzerinde daha da yoğunlaşmak gerekiyor.
“Su sızmaz bir güvenlik mekanizması zaruridir”
Soru: Türkiye’nin garantisinin devamı ve güvenlik konusunda hassasiyet ortaya konuyor. Bu konuda durum nedir?
Toros: Bu tür ihtilaflı ülkelerde, gerek ihtilaf devam ederken, gerekse çözüm sonrasında su sızmaz bir güvenlik mekanizması zaruridir. Bir AB üyesi olacak olan Federal Kıbrıs’ta, 1960 garanti anlaşmasının günümüz koşullarına uyarlanması muhakkak gerekecektir. Sayın BM Genel Sekreteri de bunu açıkça söylüyor, bir uygulama ve gözetim mekanizması öneriyor. Ayrıca, ada askersizleştirilirken 1960 İttifak Anlaşması’ndaki rakamlara kadar geri gidileceğini söylüyor, sıfır asker demiyor. Her iki toplumun da azami güvenliğinin elzem olduğunu vurguluyor. Öncelikle şunun altını çizmek lazım, Guterres belgesi 5 madde içeren bir pakettir. Bunun içinden istediğinizi alıp istemediğinizi çıkaramazsınız. Guterres belgesinde yazılı olduğu gibi, eğer Kıbrıslı Türkler’in siyasi eşitliği kabul ediliyorsa yani Kıbrıslı Türkler Federal Kıbrıs’ın tüm karar mekanizmalarında en az bir veto hakkıyla, eşit ve etkin bir katılım gösteriyorsa; eğer Kıbrıslı Türkler 2’ye 1 oranında dönüşümlü başkanlığı elde etmişse; eğer Kıbrıslı Türklerin sunmuş oldukları harita, Rumların hassasiyet duyduğu bir takım bölgeleri de içine alacak şekilde ufak bir revizyonla kabul ediliyorsa; eğer Türk ve Yunan vatandaşları Federal Kıbrıs’ta eşit muamele görebiliyorsa ve Türkiye ile Federal Kıbrıs arasında gümrük birliği anlaşmasıyla sınırlı kalmaksızın mal, hizmet, sermaye ve çalışan nüfus dolaşımı serbest olursa, güvenlik ve garantilerin günümüz koşullarına uyarlanmasını “garantilerin kaldırılacağı” olarak mütalaa etmiyorum. Bunu, Kıbrıslı Türkler’in güvenliğinin tehlikeye gireceği olarak da görmüyorum. Ama Rumlar tüm bu başlıkları bir paket olarak kabul etmeyerek, “sıfır asker, sıfır garanti” noktasında ısrar ederlerse çözüm olasılığı çok zayıf ve uzakta kalmaya, hatta görüş alanımızın dışında kaymaya mahkumdur.
Soru: Geçtiğimiz günlerde DİSİ’nin 16. Olağan Genel Kurulu’na CTP’yi temsilen katıldınız. Oradaki temaslarınızda ve açıklamalarda dikkatinizi çeken neydi?
Toros: CTP olarak Güney’deki siyasi partilerle olan diyaloğumuza önem vermekteyiz. Yıllardan beri ayni ideolojiyi paylaştığımız AKEL ile özel ilişkimiz yanı sıra diğer partilerle de yakın diyaloğumuz vardır. Bu çerçevede DİSİ kurultayına partimizi temsilen ben katıldım. Orada bir çok bakan, parti başkanı ve Sayın Anastasiades ile ayaküstü sohbet etme imkanım oldu. Ayrıca yapılan tüm konuşmaları dikkatle dinledim. Özetle ortaya çıkan, aynen bizim düşündüğümüz gibi, DİSİ’de de bu sorunun sürdürülemez olduğu ve kapsamlı siyasi anlaşmanın ivedi bir gereklilik olduğu dile getirildi. Sayın Anastasiades de yaptığı konuşmada, Guterres çerçevesinde masaya dönmeye hazır olduğunu, adanın tüm yabancı asker ve garantilerden arınmış bir şekilde, BM parametreleri ve AB kriterlerine uyumlu siyasi çözüme hazır olduğunu söyledi. Ayrıca ikinci ve son başkanlık dönemi olduğunu, bu 5 yıllık dönemin sonunda bir sonraki başkana birleşik Federal Kıbrıs devretmeyi hedeflediğini çok net ifadelerle ortaya koydu. DİSİ Başkanı Averof Neofitou da sürece bağlı olduklarını, Guterres çerçevesini kapsamlı bir siyasi anlaşmaya varmak için üzerinde çalışılabilir bir özet olarak kabul ettiklerini dile getirdi.
“Niyet ve irade varsa birkaç aylık bir süre yeterli”
Soru: Bu noktadan sonra beklentiniz nedir?
Toros: Kıbrıs sorunu çözüme mahkumdur. Mutlaka çözülecektir. Guterres çerçevesinde masaya dönebilirsek sorunun yakında çözülebileceğini düşünüyorum. Geriye kalan farklılıkların cesur iradeyle aşılabilir olduğuna inanıyorum. Niyet ve irade varsa birkaç aylık bir süre yeterlidir.
Soru: Güney’de bu siyasi irade var mıdır?
Toros: Sayın Papadopoulos’un seçimde aldığı oy oranı, Rum tarafının çözüme olan ilgisini kanıtlamıştır. Şimdi siyasi irade lazımdır.
Yeni girişim sonbaharda...
Soru: Kıbrıs konusunda ne zaman hareketlilik bekliyorsunuz?
Toros: Türkiye’deki seçimlerden önce herhangi bir hareketlilik beklemiyorum. BM’nin geçici bir temsilci ataması da söz konusudur ama bunun da Türkiye’deki seçimlerden önce olmayacağını düşünüyorum. Sonrasında da yaz moduna girilecek, dolayısıyla Temmuz ve Ağustos’ta birşey olmaz. Sonbaharda, BM Genel Kurulu’ndan itibaren yeniden mekik diplomasisiyle birlikte yeni bir girişim başlayacağını umuyorum.