1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Yağmura sevinememek
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Yağmura sevinememek

A+A-

GEÇMİŞ OLSUN demekle geçmiyor.
Ülke kaynaklarını yönetirken ALTYAPI için daha fazla bütçe ayrılması ve çok daha ileri ülkelerden mühendislik, uzmanlık desteği alınması gerekiyor.
Yağmura, gökyüzüne, iklime, mevsime suç bulmayalım.
Biz ne yaptık?
“Birileri gelecek, altyapıyı çözecek, yol yapacak, biz olanca kaynağı maaş, transfer, teşvik diye bölüşeceğiz” anlayışımız çökmüştür.

***
Çok değil birkaç ay evvel yazmıştım.
“Hırs
ı yok doğanın...
Doğa insandan güzel...

Onca korkuyu tanıdığımızı sanmıştık değil mi, oysa yağmurdan korkuyoruz şimdi...
Çünkü kan sızmış bu topraklar doyuramadı bizi...
O nedenle yağmur değil yağan
, aç gözlülüktür.
Doymak bilmez rantımız, hırsımız, bencilliğimizdir yağan!
Memleketin her karışına kâr üzerinden baktık, rant üzerinden, kazanmak üzerinden...
Ve böyle kaybettik…”

***
ALTYAPIYA yönelmeliyiz ve bilmeliyiz ki “hayatımız” içindir!
YEREL YÖNETİMLERİ güçlendirmeliyiz.
SİVİL toplum ve bilim insanları "felaketi" beklemeden ve "vah" çekmeden proje üreterek sesini çıkartmalı, çalışmalı, uyarmalı ve sorgulamalıdır.

***
Ya giderek daha da "geri" bir ülke olacağız, boğulacağız, çürüyeceğiz, döküleceğiz, kalitesizliğe ve pespayeliğe çok daha mahkûm yaşayacağız.
Ya da kaynaklarımızı doğru kullanacak, gerçekten üretecek, çalışacak, "bireyleri" değil "toplumu" geliştireceğiz.

***
CEBİMİZE değil de YURDUMUZA değer vermezsek ne geçmiş olacak, ne de gelecek!

yagmur.jpg


Asıl alkışlanması gereken: Kendimize gelmek

Kıbrıs Türk Halk Dansları Federasyonu’nun gecesinden geriye, Başbakan’ın “Erkek Karşılaması” kaldı.
Bu içten, samimi, sıcak, bir o kadar da başarılı figürler günlerce konuşuldu.
Oysa beni çok daha fazla şaşırtan bir başka gelişmeydi.
Sokaktaki tabirle “folklor” camiasını ilk kez böylesine “kenetlenmiş” gördüm.
Ergenliğimden ilk gençliğime uzun yıllar bu camiayı yakından tanıdım.
Nerelere gitmedik ki birlikte; Skopje’den Krakow’a, Kiev’den Varna’ya, Dijon’dan Agrigento’ya…
Bu “folklor” alemi var ya bu folklor alemi, senelerce nasıl da birbiriyle “didişip” durdu, anlatamam.
Kıskançlık derseniz alası, çekememezlik derseniz fazlası, dedikodu derseniz ötesi bir haller!
Aptalca bir hırsla sırf herkes birbirinden farklılaşsın diye figürler uyduruldu, kostümler yaratıldı, ritimlerle oynandı, müzikler yoldan çıkarıldı.
Otantik kültürün yerini tam bir hengâme aldı.
Nihayet en sonunda “kafa kafaya” verdiler de yeniden “kendimize” gelmeye başladık.
Yıllarını bu ülkeye vermiş değerler, deneyimlerini bütünleştirdi.

***
Kıbrıslı Türklere yönelik tam bir “kültür katliamı” yapılmıştı, yıllar evvel!
Kıbrıs yerine Anadolu’nun yöresel oyunları oynadık, senelerce…
Sonra buraya araştırmacılar geldi, güya!
“Rum’a benziyor” dedikleri adımları ayrıştırarak, Kıbrıs oyunu derlediler.
Ayıp değil ki “kültürümüz” ortak!
Elbette kimi farklılıklar var ancak çoğu ortak ve bu da doğal.
“Coğrafya kaderdir” denmemiş boşuna…

***
Kıbrıs Türk Halk Dansları Federasyonu son senelerde izleme ve araştırma komiteleri oluşturdu, eğitim çalışmaları yaptı, farklı bölgelerden dernekler, eğitmenler, gençler bir araya geldi, ortak çalışmalar yürütüldü.
Kıbrıs’ın geleneksel oyunları tek tek incelendi.
“Kendimize geldik” sözü o nedenle rastgele değildir.
64 oyun ortaya çıktı, 21 dernek buna eşlik etti, 500’ü aşkın genç geleneksel danslarımızı çok daha sahici bir yerden öğrenmeye başladı.

***
Yıllar sonra ezgisi, ritmi, tavrı, adımı, mimiğiyle Kıbrıs’ı çok daha yalın yaşadığımız oyunlar izledik.
İsteyince oluyor.
Öyle “bu memleket bizim” demek, slogana sarılmak, ağlamak yetmez!
İşte böylesine kenetlenmek, üretmek, çalışmak gerekiyor.
Tufan hocanın “karşılaması” bu emeği selamlamak anlamında önemlidir.
Asıl alkışlanması gereken de işte bu başarıdır.

kendimiz.jpg


 

Şiirler içinde tiyatronun ışığı

-Talancıbaşılardan geriye ne kaldı?

- Yeni talancılara yürüyecek yol kaldı.

“Hüzün Ana ve Çocukları”ndan zihnime kazınan diyalog bu oldu.
Bir hafta gecikmeyle Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’na gidebildim.
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları da yeni oyununa başladı ve çok olumlu tepkiler duyuyor, seviniyorum.
Tiyatronun zamanı şimdi!

***
“Hüzün Ana”nın çocuklarına gelince…
Kıbrıslı Türk büyük şair Fikret Demirağ’ın şiirlerini, Yaşar Ersoy sahneye taşıdı.
(Fikret hocamın aşk, eros, erotizm şiirleri ayrıca sahneye uyarlanmalı.)
İki usta Yaşar Ersoy ve Erol Refikoğlu’nun sahnedeki varlığıyla anlamlanan oyunda, aslında başrolde üç kadın sanatçı var. Özgür Oktay, Döndü Özata ve Melihat Melis Beşe gerilimi yüksek bir anlatıyla, izleyenleri adanın trajedisi ile yüzleştiriyor.
Salona girdiğiniz an sizi “kırık aynalar” karşılıyor.

Aynalar, hem çok yüzlülüğü anlatıyor sanırım, hem de aslında toplumsal yüzsüzlüğümüzü…

Belki ısrarla “yüzleşmediğimizi” anlatıyor, yüzleşmeden kaçış için o aynaları kırdığımızı…

***
Oyun boyunca “acılı bir yurt” için yazılmış satırlar vücut buluyor, sesler çoğalıyor, öfke patlıyor.
O nedenle baştan sona yüksek bir gerilim hissediyoruz.

Yas var, isyan var, ağıt var, yakarış var sahnede...
Yağmalanan umutların tarihi, el etek öpenlerin aymazlığı, açgözlü kalabalıkların hırsı var.

Savaş var.

Ve bu kez “resmi tarih” dışında bir vicdandan sesler yükseliyor:
“O kanlı yazda içimden bir tarla kuşu uçup gitti.
Ölüm o yaz bahar yüzlü çocukları seçti.”

***
Kimi anlarda “nefes sesleri” boğucu bir tekrara dönüşüyor, kimi zaman “gerilimin dozu” fazlaca köpürüyor.
Sanırım bilinçli bir tercih bu!
Yaşar Ersoy’un geleneksel tarzını yansıtıyor oyun.
Üç kadın oyuncu, şiirleri çoğunlukla “koro” olarak seslendiriyor ki, çok kolay değil…


***
Özlem Deniz Yetkili’nin dekor ve köstüm tasarımı estetik, yaratıcı ve yalındı, çok beğendim. Erol Refikoğlu ve Sevcan Çerkez'in ellerinden çıkan heykelle birlikte, bir bütün olarak sahne tasarımı harikaydı.
Özgün müzikleri farklı denemeler olarak yorumlayabilirim, çok fazla Akdeniz tınısı alamadım.

Ezgiler, Fikret Demirağ’ın şiiriyle biraz daha “ruh ikizi” olabilmeliydi diye düşündüm.
Ama bir “rap” yorumu var ki, 1974 sonrası düzene dair!
Mutlaka çoğaltılmalı…

***
Son not!

Hani çok konuşuyoruz ya, nüfusumuzu…
“Kalabalığız…”

Ne güzel bir tanımdı öyle:
“Ben” narkozlu bir kalabalık!
siirler_tiyatro.jpg


 

 

Bu yazı toplam 1804 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar