1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Yahudi Muhacirler-8
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Yahudi Muhacirler-8

A+A-

“Karaolos Kampında 3 saat, Binlerce Vatansızın  Dramatik Hikâyesi” başlıklı yazı dizisine 11 Eylül 1946 tarihli Hür Söz gazetesinde devam edilmekteydi.

Genel Kamp Merkezinin geniş bir çadırda Yahudi Muhacir liderleriyle yapılan toplantıdan sonra tekrar askeri araçlara binen gazeteciler, kısa bir mesafe katettikten sonra Mülteciler’in bulunduğu esas kampın giriş kapısı önüne geliyorlar. Bu anlatımdan anlaşıldığına göre, kamp içerisinde Muhacirlerin bulunduğu alan, İngiliz askeri yetkililerinin ve yöneticilerin bulundukları alandan tel örgülerle ayrılmaktaydı. Gazetenin yazısından Muhacirlerin bulunduğu alan girişinin gazeteciler üzerindeki ilk intiba ise şöyleydi...

“...Nereye baksanız tel örgüler. Kulelerde askeri nöbetçiler etrafı tasarrut ediyor. Tel örgü giriş yerlerinde Asker muhafızlar. Aşikâr ki bu kamp “kuş uçmaz kervan geçmez” bir hale sokulmuş...”

Mültecilerin yer aldığı bölüme girdikleri zaman İngiliz subayının komutasında gazeteciler iki gruba ayrılıyor. Her iki grup da birbirinden farklı istikamette çadır ve okaliptus ağaçlarından oluşan kampı dolaşmaya ve Muhacirlerle görüşmeye gidiyordu. Bazı Mültecilerin gazeteciler karşısında ürkek davrandıkları da göze çarpmış, bu tesbit gazete yazısına da yansımıştı...

“...Mültecilerin birçoğu gazetecilere kaçak, ürkek ve bazan asabi nazarlar fırlatıyor. Kadınlar ve genç kızların çoğu çadırlardaki tahtalar üzerine uzanmış.
Bir çadıra yaklaşınca önümüze bir sandık içindeki henüz doğmuş bir bebeği itiyorlar. Hemen makineler işliyor. Çadırların her birinde 7 veya 8 kişi kalmaktadır. Örtüleri bir battaniyeden ibarettir...”

Gazeteciler çadırlardaki yaşamı tesbit ederken, diğer yandan bir gösterinin Mülteciler tarafından hazırlandığının da farkına varıyorlar. Kadın ve erkeklerin çoğu iki sıra haline girmiş gösterinin başlatılması için bir kıvılcımı bekliyorlardı...

“...Üzerlerinde giyecek namına pek az şey var: kızlar ve kadınlar kısa bir don ve göğüslük kullanıyorlar. Kimisi mayo ile. Erkeklerin hemen hemen hepsinin üst kısmı çıplak bacaklarında ya renkli bir don veya kısa kirli bir pantolon var.
Gazetemiz temsilcisi ile Rauter muhabiri bir çadırın önünde duruyor. İçeride sarışın adeta ak saçlı iki kız vardır. Temsilcimiz onlara İngilizce bilip bilmediklerini soruyor ve bir baş işareti ile hayır cevabını alınca Fransızcayı deniyor. Yalnızca Almanca bildikleri anlaşılınca Almanca bilen bir kadın gazeteci ile beraber tekrar çadıra döndüklerinde iki mülteciyi de orada bulamıyorlar.
Bundan sonra iki kadını daha sorguya çekmek istiyorlarsa da onlar da Polonca’dan başka birşey bilmediklerini söylüyorlar...”

Kamp kendi içerisinde bir düzen oluşturmuştu. Elbette Alman Esir Kampları gibi insanlık dışı bir durum yoktu ama yine burada da “tutsak” oldukları, etraflarının tel örgülerle çevrili ve silahlı askerler gözetiminde bulunmalarının, “özgür” olmalarıyla hiç bir alâkası yoktu. Kendilerine yapılan yiyecek yardımıyla kendi mutfaklarını kurmuşlar, tüm Mülteciler için yemek çıkarmak ve dağıtmak durumunda kalıyorlardı... 

“...Yemekler varil genişliğinde kazanlarda pişirilmekte ve alttan yanan ateş bir sobadan çıkmaktadır. Yemekleri mülteciler kendileri pişirmektedir. Haftalık muayyen bir peynir ve marmelad istihkakları vardır. Öğleyin pirinç bulamacı, akşamları etli patates v.s. Genel olarak muhbirimizin kanaatine göre gıda vaziyeti hiç de fena değildir. Orta halli bir Kıbrıslı da ancak bu kaloride yiyecek bulabilir. Askeri makamlar kalori bakımından gayet titiz bulunmaktadır.
Netekim bir İngiliz kadın Muhabir, İngiltere’de bu kadarını bile bulmanın güç olduğunu izhar etmiştir. Temsilcimizin kanaatine göre yiyecekler bakımından şikâyet olunması için bir sebep yoktur ve bütün mülteciler sağlam ve sıhhatlı görünmektedir.”

Evet, yiyecek bakımından pek bir sıkıntı yaşanmıyordu ama bu insanların derdi; yemek değildi. Filistin’e gitmek ve yeni devletlerini kurarak özgür olmaktı amaçları. Bu dileklerini ise her fırsatta gazetecilere belirtmekte bir anlamda onlardan basın aracılığıyla destek ve yardımlarını istemekteydiler. Mülteciler arasında yapılan görüşmelerde özellikle kadınların dramı da göze çarpmaktaydı. Fransızca olarak bütün gece titrediğini ağlayarak belirten bir Mülteci kadın, kısa dramını anlattığı gazetecinin kaleminden bu hikâye şöyle yansıyodu gazete sayfasına...

“...Kocası Filistindedir, oğlu Fransa’da bulunuyor. Onlara göre kadın aylardır kayıptadır. Kimse kimseden haber almıyor. Bütün arzusu bir an evvel serbest bırakılmaktır. Genç kadın hıçkırıklar arasında temsilcimize “Mösyö” demiştir. “bize ne olacak? Bu yerden ne zaman kurtulacağız? Bize ne olacak?”

Bu yazı toplam 1703 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar