1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Yalnızca toplu mezarları bulup kalıntıları kayıp yakınlarına iade etmek, çok dar bir bakış açısıdır…” – 5-
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Yalnızca toplu mezarları bulup kalıntıları kayıp yakınlarına iade etmek, çok dar bir bakış açısıdır…” – 5-

A+A-

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na sunulan BM İnsan Hakları Konseyi Özel Raportörü Agnes Callamard’ın raporunda, toplu mezarlar konusunda yapılması gerekenler sıralanıyor. Ekim 2020’de BM Genel Kurulu’na BM Genel Sekreteri Guetteres tarafından sunulan Callamard raporunda, “Devletler, toplu mezar yerlerinin korunması için hukuki mekanizmalar geliştirmeli… Yalnızca toplu mezarları bulup kalıntıları kayıp yakınlarına iade etmek, çok dar bir bakış açısıdır…” deniliyor.

Bu önemli raporu, okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. Agnes Callamard, BM Genel Kurulu’na sunulan raporda devamla son olarak özetle şöyle diyor:

***  Uluslararası hukuk altında toplu mezarların kazılması, bunların araştırılması ve kayıpların aranması, herşeyden önce Devletin ve bir çatışmanın tüm taraflarının görevidir. Uluslararası hukuk, Devletler’in bu konuda harekete geçmeyi başaramadığı hallerde, uluslararası örgütlerin harekete geçmesi gerektiğini tanımaktadır. Siviller de “ölülerin aranması ve toplanmasında yardımcı olabilirler” ancak bu, Devletleri kendi görevlerinden muaf kılmaz. Afet yardımı yasası altında, sahadaki rehberler, profesyonel kaynaklar bulunmadığı zaman, konuya ilişkin uygun yeteneklere sahip toplum üyelerinin oynadıkları önemli role işaret etmektedir ve adli uzmanların yokluğunda bu profesyonel olmayan bireylerin kanıtları koruma ve bunları düzgün biçimde saklamalarına ilişkin izlemeleri gereken temel prosedürleri tarif etmektedir.

***  Bu önerilen prosedürler elbette, bir toplu mezara ilişkin işlenmiş suçların tam olarak adli bir soruşturmasında yetersiz olacaktır ancak bunlar yerel toplumların atabilecekleri ilk adımların nasıl geliştirilebileceğine ilişkin model olarak hizmet edebilirler –toplu mezarla ilgili tam bir adli değerlendirmenin imkansız ya da geride kalan ailelerin yaşamları süresince pek mümkün olmayacağı hallerde en azından sevdiklerini geri alabilmek için rehberlikle bu yapılabilir. Böylesi bir süreç eğer ele alınacaksa, toplu mezara ilişkin yasal vesayet sahiplerinin nezaretinde gerçekleştirilebilinir.

***  Bu raporu tamamlama aşamasındayken dünya, Afrika kökenli ve yerel halklar ile faili meçhul öldürme olaylarının hedefi olmuş ve zaman içerisinde insan hakları ihlallerine uğramış, yapısal adaletsizliklere maruz kalmış dünyanın çeşitli yerlerinden insanların çağrılarıyla yankılanmaktaydı. Bizimkisi, katliamlarla örülü bir tarihtir, çoğunlukla da bu katliamları yapanlar ellerini kollarını sallayarak dolaşmakla kalmazlar, aynı zamanda onların sülaleleri de iktidarın dümenini tutmaya devam ederler – mahkemelerin, hükümet binalarının  önünde ve kamuya ait parklarda, onların anıtları dikilir… Bunu şu çelişkiyle karşılaştırınız: Diğer tarafta da çok uzun zaman önce vey akın geçmişte işlenmiş bu katliamların kanıtı olarak toplu mezarların durumu vardır, binlercesi açılmamıştır, yok edilmediği ya da soyulmadığı zamanlarda da koruma altında değildirler…

***  Raporun da altını çizdiği gibi, uygun, insan hakları temelli müdahaleler yapılabildiği zaman, kitlesel acıların, öldürmelerin ve ölümlerin yaşanmış olduğu bu yerler, büyük bir onur, saygı ve derin bir toplumsal öğrenme araçlarına dönüştürülebilinir. Ancak uluslararası topluluk olarak bizim toplu mezarların ele alınmasına yaklaşımız, pek ender olarak saygılı veya yasal olmuştur, uluslararası topluluk olarak bizim yaklaşımımız çoğunlukla uygunsuz, ayırımcı veya en basitinden kayıtsız olmuştur. Daha fazla şeyi, daha iyi biçimde yapmamız gerekmektedir ve bunu yapabiliriz de.

***  Toplu mezarların global olarak varlığı ve bu toplu mezarlarda gömülü çok büyük sayıda insanlar düşünüldüğünde; ailelerin, bu toplu mezarlardan kurtulanların, bunlardan etkilenen toplumların ve bir bütün olarak toplumun farklı çıkarları ve kaygıları düşünüldüğünde; tam bir adli inceleme kapasitesinin yokluğu düşünüldüğünde, tüm bu gerçeklikler toplu mezarlar için, insan kalıntıları için, aileler için, bunlardan sağ kurtulmuş olanlar, toplumlar, uluslar ve ortak insanlığımız için gerek şimdiki zamanda, gerekse zaman içerisinde ve kuşaklar boyunca uygulanacak tam bir insan hakları normlarına daha güçlü bağlılık gerekmektedir.

***  Bu raporun maksadı, bu konuları uluslararası insan hakları, insancıl, çatışma ve çatışma sonrası gündemlere koymaktır. Bu rapor, toplu mezarların saygılı ve yasal biçimde ele alınmasına yönelik bir insan hakları çerçevesini öncül bir taslak olarak sunmakta ve toplu mezarların bir dizi haklar ve görevler ortaya koyduğunu ve bunların dengelenmesi gerektiğini de vurgulamaktadır.

***  Özel Raportör, Üye Devletler’e şu tavsiyelerde bulunmaktadır:

a.      Bu raporda ortaya konulan insan hakları çerçevesi üzerine toplu mezarların saygılı ve yasla biçimde nasıl ele alınacağına ilişkin standartların ve en iyi pratiklerin tüm ilgili taraflarla birlikte geliştirilmesini destekleyiniz.

b.      Geçiş süreci adaletinde ve barış çabalarında, toplu mezarlara ilişkin bir insan hakları çerçevesi yaklaşımını sağlayınız ve bunun uygun biçimde kaynaklara sahip olmasını sağlayınız.

***  Raporda tanımlanan bu süreçlere rehberlik edecek bazı temel prensipler aşağıda sıralanmaktadır.

***  Devletler, bir çatışmaya dahil olmuş taraflar veya insan hakları savunucuları, tüm toplu mezar yerlerinin bulunması, ortaya çıkarılması ve korunması için tüm gerekli önlemleri almalıdırlar. Toplu mezarları saklamak, bunlara zarar vermek, bunları yok etmek katı biçimde yasaklanmıştır, aynı şekilde toplu mezarları arayıp ortaya çıkarmak isteyenlerin suçlanması da yasaktır. Böylesi eylemler, aile hakkının ve toplumun toplu mezarların varlığına ilişkin altta yatan koşullarla, öldürmeler, zorla kaybetmeler ve korumaktan aciz kalmalarla ilgili gerçeği bilme hakkının ihlal edilmesi anlamına gelecektir.

***  Devletler, toplu mezarlara ilişkin konuların idaresine yönelik olarak yasal çerçeveler geliştirmelidirler ki buna kimliklendirme, zaman içerisinde araştırma ve gelecek kuşaklar için korumaya yönelik yasal çerçeveler de dahil olmalıdır. Buna, Devlet temsilcileri, yerel yetkililer, aileler ve ilgili toplumların dahil olacağı ve Birleşmiş Milletler örgütünden temsilcilerin de olabileceği yasal bir varlık veya yasal bir vasi (koruyucu) oluşturarmak da dahildir.

***  Toplu mezarların saygılı ve yasal biçimde ele alınması demek, hem usule, hem de esasa ilişkin algılanmalıdır – usüle ilişkindir çünkü bu, konudan etkilenmiş olanların ihtiyaçlarını ve taleplerini ortaya koyabilmelerinin koşullarını yaratmayı içerir – esasa ilişkindir çünkü farklılıkları, çatışmaları ve gerginlikleri dengelemeyi hedefler. Tüm bunlar, kurbanların ailelerinin ve toprakları üzerinde toplu mezarların bulunduğu toplumların aktif ve anlamlı katılımını gerektirir – bunu sağlamak için de büyük olasılıkla “önceden bilgilendirilmiş, özgürce yapılmış, bilinçli bir onay” gibi standartlar kullanılabilinir.

***  Keyfi öldürme olayları ve kaybedilmeler dahil, toplu mezarların varlığına ilişkin çok yönlü ihlallerin soruşturulması, Devleterin ve diğer ilgili tarafların yaşamsal görevleri olarak anlaşılmalıdır. Bugüne kadar toplu mezarlara ilişkin insan hakları perspektifi, daha çok toplu mezarların kazılarak insan kalıntılarının kimliklendirilmesine odaklanmıştır. Böylesi bir yaklaşım anlaşılabilir olmakla birlikte, fazla dar görüşlü olduğu söylenebilir. Toplu mezarlar kazılmadan da resmi olarak cezalandırıcı adalet uygulanabilir ancak iyileştirici adalet, pek çok diğer konunun ve adımın dikkate alınmasını gerektirir ki buna anmalar da dahildir.

***  Özellikle ölüm nedeninin şiddete dayalı olduğu, belirsiz olduğu veya (ölü bedene) erişimin olmadığı hallerde, tüm insan toplulukları üzüntünün ve kaybın empoze ettiği kaosun ortasında bir düzen ve rahatlama sağlamak maksadıyla çeşitli rütüeller ve pratikler geliştirmişlerdir. Bu geleneklerin ve ritüellerin pek çoğu din, inanç veya kendini ifade hakkı gibi insan haklarının uygulanmasını tahakkuk etmektedir. Böylesi normlar da dikkate alınmalı ve belirli toplu mezar yerlerine ilişkin herhangi bir eylemde ayırımcılık yapılamayacağına yönelik ana insan hakları prensipleriyle dengelenmelidir.

(Derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 7-12 Kasım 2020)

kampucyada-sergilenen-toplu-mezarlardan-cikarilmis-insan-kalintilari.jpg
Kampuçya'da sergilenen toplu mezarlardan çıkarılmış insan kalıntıları


“İç düşmanlar, hainler ve Kristal Gece…”

Melike Karaosmanoğlu

“Öteki” yi yaratan iklim daima “Biz”i kutsallaştırır. Dışlananlar önce kınanır, yerilir, hiçleştirilir. Sonra sıra devletin şiddet çarkını harekete geçirmesiyle fiziksel yok etmeye gelir. Zaten sınırların ötesinde gözlerini kutsal “Biz” topluluğunun müreffeh yaşamına diken düşmanlar vardır; ama bu yeterli olmadığından “Biz” için kurgulanmış nankörlük temalı hayalleri, huzur bozan sahte anıları taşıyacak iç düşmanlara ihtiyaç duyulur. İç düşmanlar o kadar yakındadır ki, onlarla aynı mahallede aynı apartmanda oturulur, her gün selamlaşılır, aynı şehirde yaşanır. Duyguları harekete geçirecek her türlü kart iktidarın tahtını sağlamlaştırırken, şiddetin tırmanışını hızlandırır. “Biz” in kurgulanmış kutsallığına muhalefet edenler ise hainlik payesine erişir.

Hitler’in iktidara gelişinin beşinci yılında yaşanan ve “Kristal Gece” (Kristallnacht) olarak bilinen 9 Kasım 1938 pogromu Almanya’daki Yahudilerin katledilmesinin doruk noktasını temsil eder. Almanya o yıl ülkede yaşayan 17.000 Polonyalı Yahudi’yi sınır dışı etmiştir. Polonya’nın sınır dışı edilen Yahudilere kapılarını açmaması yüzünden açlık, soğuk ve salgın hastalıklar çok sayıda ölüme neden olur. Tutuklanmalardan ve ölümlerden haberdar olan 17 yaşındaki Yahudi mülteci Herschel Grynszpan Paris’teki Nazi Diplomat Ernst vom Rath’ı vurur. Bu gelişmeden bahane devşiren Goebbels Yahudi ırkından Alman öcünün alınmasına dair halkı galeyana getirici bir radyo konuşması yapar ve Nazi partisinin Kristal Geceyi örgütlemesine neden olur. Her ne kadar niyetinin gösteri düzenlemek olmadığını söylese de bu “haklı” isyanı bastırmanın kendi vazifesi olmadığını da özellikle belirtmiştir. Tabii ki cinayet ve yağma davetine “vatansever” SS’ler tereddüt etmeden icabet etmiştir.

Bunun üzerine yüzden fazla Yahudi öldürülür, Yahudilerin dükkanları yağmalanır ve Sinagoglar yakılır. Ama o gece sıra dışı sayılan bir şey de olmuştur. Antisemit nefretin merkez üssü sayılabilecek bir yerleşkede bulunan, şehrin en büyük ve en güzel sinagoguna dokunulmamıştır. Başmüfettiş Wilhelm Krützfeld olayların başladığını polis arkadaşından öğrenince silahını alıp Sinagoga gitmiştir. Birkaç adamını Sinagogun önüne yerleştirip, ortalıkta dolaşan yağmacıları kovmuştur. Ayrıca itfaiyenin gelmesini emredip, sinagogdaki değerli belgeleri zarar görmesinler diye korumuştur. Başmüfettişe hiçbir Nazi itiraz edememiştir. Bir kişinin kararı olayın akışını tersine çevirmeye yetmiştir.

İktidarın “İç düşman” ile mücadelesi onun “Biz”ine muhalefet eden, tavrıyla onun kutsal “Biz” topluluğunu parçalayan kişilerin de şiddete maruz kalmasını mümkün kılar. Şüphesiz ki onlar totaliter iktidara göre “Hain” dir. Hayır diyen, boyun eğmeyen ve iktidarın kurgusal nefretine ortak olmayan herkes işini kaybetmeye, yerinden yurdundan sürülmeye, hakarete, hapsedilmeye ve öldürülmeye layıktır.

Kristal Gece’nin ertesinde dükkanı harabeye dönen Yahudi tüccara “ari ırk” Marie Kahle yardım eli uzatmıştı. Hasara uğramayan birkaç parça eşyayı düzenleyen Marie Kahle, Nazi muhafızları tarafından ivedilikle “hain” ilan edilmişti. Marie’nin normal ve iyi niyetli davranışı gazetelere korkunç bir dille yansıdı. Eşinin üniversitedeki işinden atılması gündeme geldi. Çocukları okulda hakarete ve saldırıya uğradı. Bir sabah evlerinin önünde şu yazı ile karşılaştılar: “Halka ihanet edenler, Yahudilerin dostları.”

“Hain” olmayı göze almak cesaret işidir, totaliter rejimlerin başına bela olan şey cesarettir.

Luteryen pastör Dietrich Bonhoeffer Kristal Gece’ye dair Protestan ve Katolik din adamlarının suskunluğunu cesurca eleştirmiştir. Bonhoeffer pogroma karşı kiliselerin tepkisiz kalmasını İncil’den kopuş olarak tanımlamıştır. Açıkça katliama çağrı yapan devletin propaganda bakanına insanları öldürmenin dinen günah olduğunu söyleyemeyen dindarların dini yok ettiğini düşünmüştür. Ona göre kiliselerin böylesi bir faciada izleyici olmayı tercih etmesi kabul edilebilecek iş değildir.

O gecenin ertesinde binlerce Yahudi toplama kamplarına gönderilmiştir. Resmi makamlar pogroma katılanları suçtan muaf tutmuş ve Yahudilere karşı işlenen suçlar hakkında soruşturma açılmayacağını belirtmiştir. Hasılı adalet susturulmuştur.

Kristal Gece’nin üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen totaliter yönetimlerden, iç düşman ve hain yaftalamalarından kurtulamayan bir dünyadayız. Kristal Gece başka başka kılıklarla yeryüzünde dolaşmaya devam etmişken, felaketlerden dersler çıkarmak bu kadar zor olmamalıydı.

Yine de Scott Fitzgerald’ın inandığı gibi “olguların hem umutsuz hem de değişmeye yazgılı olduğunu kavrayarak” yaşamalı.

İnadına adaletle inadına çok seslilikle..

 

Özet Kaynakça:

Fitzgerald, Stephanie: Kristallnacht, The Night of Broken Glass: Igniting the Nazi War Against Jews, Compass Point Books, 2008.

Kahle, Marie: What Would You Have Done? The Story of the Escape of the Kahle Family from Nazi Germany, Paperback Library, 2009.

Bonhoeffer, Dietrich: http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/biography/Bonhoeffer.html

Krützfeld, Wilhelm:

https://www.psychologytoday.com/blog/one-among-many/201001/do-the-right-thing

(Görsel: Moshe Galili – Kristallnacht)

(AVLAREMOZ - Melike Karaosmanoğlu – Kasım 2016)

moshe-galili-kristallnacht.jpg

PAZARTESİ DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1250 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar