Yalnızlık ve Boşluk
Yalnızlık ve Boşluk
Yılmaz Akgünlü
[email protected]
Yalnız insan, dünyaya kendi gözleriyle bakan insandır. Herkes dünyaya kendi gözleriyle baktığını düşünür, oysa çoğumuz bu konuda kendini kandırmaktadır. Kendi gözleriyle bakmak dünyanın uçsuz bucaksızlığıyla yüzleşmektir. Kendimizden kaçmak, kendimizi aldatmak için kullandığımız hilelerin sonu gelmez, çünkü dünyaya kendi gözleriyle bakmak, düz bir doğrusu olmayan dünyanın eğriliğine bakabilmektir. Dünyanın yuvarlak olduğunu kabul edebilmekten daha zoru, dünyada bize destek olacak değişmez hiçbir doğrunun olmadığını kabul etmek ve bu doğrusuzluğa göre yaşayıp algılayabilmektir.
Dünyada var olabilecek en hakiki varlık deneyimi de budur. Bu, bir anlık deneyim değil, sonsuza kadar giden bir yoldur.
Kökensizlikle kuşatılmış olduğumuzdan özgürüz. Bunu inkar etmek ise özgürlüğü inkar etmektir. Kimse bizim için iyi bir şey yapamaz. Gerçekten değerli olan her şeyi biz kendi kendimize yapmak durumundayızdır.
Birinin konuşması, gerçeği söylemesi söz konusu olamaz. O gerçek bizim için kopya bir gerçek olacaktır. Okuduklarımız, duyduklarımız asla kendi gözlerimizle, kendi iç sezilerimizle yaşadığımız sonsuz yalnızlığın hazzının yerini tutamaz.
Bu sonsuz geniş kökensizlik var oluşumuzun asıl doğasıdır. İnsan için bundan daha azını düşünemeyiz. Bundan daha azı yoktur. Ya bu kökensizliğin, doldurulamaz boşluğun içindesiniz, ya da değilsiniz. Eğer insanın hakiki varlığı sonsuz boşluk olmasaydı insan olmanın hiçbir anlamı olmazdı. İnsan olduğu şeyle dolar ve sonsuza kadar da o olurdu. Oysa insan sonsuz boşluk olduğundan dolayı, kendini sürekli yeniden yaratabilir. Ancak gerçeğe apaçık gözlerle bakan kişi; baktığından, kokladığından, duyduğundan başka bir şey, bir özbenlik hissi kalmayana dek tüm duyularını açan, bilincinin derinliklerinden gelen tüm izlenimlere açık olan kişi bunu kavrayabilir.
Varoluşun doluluğu bizi acıtır, bir şeye inanmak bizi bunaltır, bir düşünceye kapılmak bizi boğar. Varoluşumuzu doldurmak için yaptığımız şeyler bizi uykuda bir varoluşa hapseder. Varoluşun boşluk olduğunu düşünmek bile bir düşüncedir. Gerçek boşluk “boşluk” düşüncesinin bile olmadığı bir boşluktur. Gerçek boşluk bir şeyle dolmamak değil, dolduğu şeylerin dışında durmaktır. Herhangi bir çaba ya da amaç olmadan sonsuzlukla bir olmanın hazzıdır. Sonsuzluk sonlu biçimlerden ayrı değildir. Sonlu ya da sonsuz gerçek boşluk içindedir. Her şey boşluğa gider, boşluk nereye gider?
Boşluğu bir “şey” gibi algılayınca o boşluk olamaz. Boşluğun içinde gerçekten birbirinden bağımsız nesneler varmış gibi düşününce varoluşun hakiki anlamını kaçırırız. Sahip olduğumuz düşüncelere, nesnelere, olaylara bağlanmaya başlarız, onlara kendilerine ait olmayan bir gerçeklik atfederiz. Boşluk içinde her şey birbiriyle ayrılmaz bir bütünlük içindedir. Birbirlerinden ayrı görünseler de değildirler. Nesneleri birbirinden ayıran sınırlar zihinsel dünyamızdaki kategorilere bağlıdırlar. Bu kategoriler dünyayı algılamamıza olanak verirken “dünyasal gerçekliği” yaratırlar. Bu düzmece, organize edilmiş bir gerçektir. Yanımda duran arabayla karşımda duran dağ birbirinden ayrı değildirler. Onlar aynı evrende sürekli birbirlerine dönüşen nesnelerin geçici görünümleridirler.
Dağı ve arabayı ayrı varlıklar gibi algılayabilmek bu dünyayı bir oyun alanına getirebilmem, onun içinde devinebilmem için gerekli bir beceridir. Bu isimlendirmelerin bunun ötesinde bir anlamları yoktur. Yukarı ve aşağı diye bir şey de yoktur. Zor ya da kolay, güzel ya da çirkin de. İnsan bu geçici ve keyfi sınıflandırmaların ayırımına varıp onları aştığında ciddiye alınacak hiçbir şeyin olmadığını kavrar. Sonsuz bir dans olarak görünmeye başlar evren.
Boşluk kadar yanlış anlaşılan bir şey yoktur, çünkü boşluk bir "şey" değildir. Bir "şey" olmadığı için herşeyden azadedir, ele geçirilemez ve sınırlandırılamaz. Boşluğa ilk direnç boşluğun hiçlik ve anlamsızlık olduğu düşüncesiyle gelir. İnsanlar boşluğu bir tür var olmama durumu olarak anlamaya çalışırlar. Boşluğa çok vurgu yapmak bile anlamsız, ancak "birşey olmama" olarak boşluk-varlık birlikteliğini kavramak, "düşüncesiz gerçeğe" açık olmaktır.
Oysa boşluk temelde hiçbir biçime bağlanmamaktır. Varolan herşeyin birbirine bağlı olduğu, herşeyin birbirine dayanmadan mevcut olamayacağı gerçeği unutulunca, nesnelere evrenden bağımsız varlıkları varmış gibi bir anlam yüklenir. Benliklerimizin de dışımızdaki evrene ne kadar bağlı olduğunu çoğu zaman fark edemeyiz.
"İçinde sonsuza olanakları barındıran boşluk" düşüncesinin psikolojik, sosyolojik ve pratik anlamları üzerinde düşünebiliriz. Yaşantımıza gerçek bir esenlik verecek, yaşamsal soru ve sorunlarımıza somut öneriler getirebilecek bir güce sahiptir boşluk bilinci.
Gerçekte somut yaşamımızda boşluğa ne kadar bağımlı olduğumuzun farkında olmayız: midemiz boş olmasa açıkmayız, caddeler boş olmasa rahat araba süremeyiz. Boş zamanlarımız olmasa çalışacak enerjiyi bulamayız. Evimiz eşyayla dolsa rahatça hareket edemeyiz. Burun deliklerimiz boş olmasa nefes alamayız.
Zihnimizi boşaltmasak stres verici düşünceler bizi sonu gelmez bir karanlığa çekerdi. Ve tüm bu olanların sonunda, yaşamı yeterince yaşayıp yoruluca ölmek bile huzur verebilir. Ölmek yaşamın boşluğudur. Ancak aslında ölünce ölmeyiz. Yaşamında kendini boşaltan ve her an ölen kişi gerçek anlamda yaşayabilir. Gerçek ölüm kendi benliğine sıkı sıkı tutunmaktan kurtulmakla gelen yenilenme hissidir. Kendimi sınırlı şeylerle tanımlarsam, sınırlı şeyleri kaybedince yok olacağımdan korkarım. Kendimi olmadığım bir şey olarak tanımlamışımdır bu durumda. Eğer kaynağı tespit edilemeyen, kökeni olmayan, yeri yurdu olamayansam, yok edilecek bir şey kalmamışdır bende.
Yedinci yüzyılda yaşamış ünlü Çinli şair Han Şan'ın dizeleri bu sonsuzluk duygusuyla dolduruyor insanı:
Ne mucize soğuk tepe gözlerden ırak
kimse bulamadı buraya varan YOLU
sakin salınır ak bulutlar dik kayalar üstünde
bir maymun tek başına haykırır yeşil yamaçta
kimim kimsem yokmuş - olmasın
kocayacağım gönlüm dilediğince burada
fırtınalar ve güneş yıpratsa da şu bedeni
yüreğimdeki inci el değmemiş kalacak
Burda soğuk tepe gerçeğin temelindeki boşluğu temsil ediyor. Şiir insanın kendisi olmasından duyduğu tarifsiz mutluluğu ve enginliği betimliyor. Bedenine bağlanmayan kişinin yüreğindeki mükemmel mutluluğu taşımasının anlamını en güzel şekilde ifade etmiş şair.
Kişi varoluşun gerçek anlamını nasıl bulabilir? Elbette bu, yaşama tam bir açıklıkla yaklaşmaktan doğacaktır. Yaşamda ne gelip gidiyorsa, önüne ne konuluyorsa onu tatmak, varoluşa hükmetme yanılgı ve hırsına kapılmadan onunla birlikte akmakla mümkün.
Kişi yaşamın akışıyla uyumlu oldukça, kendisine gelen hüznü de, sevinci de ayırımsız sevmeye başlar. Herşeyin boş ve geçici olduğunu bilen kişi her tür yaşantı ve duyguya aynı değeri verir. En küçüğe de en büyüğe de aynı değeri verdiği için en küçüğün içinde en büyüğü bulmanın hazzını yaşar. Onun için küçük çocuk oyunlarının büyüklerin ciddi oyunlarından farkı yoktur, sararmış kuru ot parçasının dev bir ağaçtan az değildir değeri. Bu tutum yaşamı mucizelerle dolu bir yer olarak görmeye doğru götürür kişiyi. Bütün detaylar, bütün varlıklar ilgiyle izlenir ve sevilir. Ancak bu tutum modern toplumun öğrettiği değerler silsilesinin ters düşer.
Modern toplum varoluşumuzu sürdürmek için sürekli bir çaba içinde olmamız gerektiğini, olayları kendileri nasılsa öyle olmaya bırakırsak başarısız olacağımızı varsayar. Bu varsayıma göre, yaşamımızı denetleyip, sürekli en üst başarıya ulaşmaya çabalamazsak, ezik ve silik biri olarak yaşayıp gideriz.
Oysa Han Şan gibi insanların alçakgönlüllük ve yetingenlik dolu yaşamları modern değerlere hiç de uymaz.
Süslü püslü boyalı bir evim yok
yeşil orman – işte benim evim bu
yaşam geçer göz açıp kapayasıya
bitmez tükenmez boğuşma bir sözle sona ermez
tek bambu sal yetmez bu ırmağı geçmeye
bir yandan çiçek de toplayayım diyeni yutar
girdaplı sular