Yangının Gör Dediği!
O talihsiz günde arabayla Lefkoşa’dan Limasol’a gidiyordum. Birdenbire gökyüzünde gri-kırmızı geniş bir hava tabakası göründü. Güneş ışınlarını zapt eden ve yeryüzüne ulaşmalarını engelleyen bu devasa hava kütlesi, yangının havadaki iz düşümüydü.
Evet, Kıbrıs bir kez daha yangına teslim olmuştu ve Limasol büyüklüğünde yeşil bir alan kara kömüre dönüştü.
İsimleri ve hayat hikayeleri telaffuz edilmeyen dört insan canından oldu.
Medyada saatlerce “dört Mısırlı öldü” açıklamaları yapılıyordu ve başka bir şey denmiyordu.
Tam da Judith Butler’in söylediği gibi, insan sayılmayanların ne isimleri, ne hayat hikayeleri anlatılır.
Onlar sadece statiksel bir veri olarak kalır.
Ortalıkta “büyük solcu” edalarıyla dolaşan biri de “işçi sınıfı bugün dört işçi kaybetti” diyerek tam bir fundamentalizm örneği sergiliyordu.
Böyle bir felaket karşısında sadece “işçi sınıfının dört işçi kaybetmesine” ağlamak solculuk olamaz! Olsa olsa, dininden olmayanların felaketlerine aldırmayan bir fundamentalistin tavrı olabilir...
Sonra, yavaş yavaş peşi sıra haberler gelmeye başladı. Tam sekiz köyün çevresinde yeşil alan bırakmayan yangın, pek çok evi ve ekilmiş araziyle birlikte ormanı da kavurdu.
Nikos Anastasiadis, “Kıbrıs, Türk işgalinden beri böyle felaket yaşamadı” diyerek felaketin boyutlarını açıklıyordu.
Bir anda her şeylerini kaybeden, canlarını zor kurtaran kocaman insanlar televizyon ekranlarında hüngür hüngür ağlıyordu.
Herkes çaresizliğe yenilmiş, anlamsız ifadelerle birbirine bakıyordu.
Adanın kuzeyinden gelen cılız yardım tekliflerine kimse aldırmıyordu. Tıpkı, kuzeyde yangın olduğu zaman güneyden gelen tekliflere kimse aldırmadığı gibi...
İşte bu nokta benim kanımı donduruyor.
Nasıl bir ülkede yaşadığımızın resmini en çıplak haliyle beyinlerimize ve ruhlarımıza kazıyor!
Yanarken bile işbirliği yapamıyoruz!
Yani, kabilelerden beteriz. En düşman kabileler bile bu tür felaketler karşısında bir an için husumeti unutabiliyorlar. Biz, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar, unutamıyoruz!
Aslında burada söz konusu olan Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum yurttaşlar değildir.
Nitekim pek çok Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Rumların acılarına ortak oldular. Örneğin Yenidüzen gazetesi iki dilli manşetiyle empati örneği sergiledi.
Sorun, onlarca yıldan beri sürekli olarak sınıfta kalan ama iktidarda kalmayı bir biçimde her zaman beceren milliyetçi elitlerdir.
O elitler ki, kabile yöneticilerinden farksızdırlar. Eğer varsa, dertleri kabileleriyle sınırlıdır.
Ortak İtfaiye Servisi Derhal Kurulmalıdır!
Burası AB üyesi bir ülkedir. AB’nin desteğiyle iki toplum arasında hayatın bütün alanlarında işbirliği yapılmalıdır. Örneğin, yangınlara karşı ortak bir itfaiye servisi kurulmalıdır. AB’nin mali katkılarıyla kurulacak ve Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birlikte yöneteceği itfaiye servisi, ihtiyaç duyulduğu zaman adanın her yerine ulaşabilmelidir. Karpaz’dan Akama’ya kadar....
Yangın alarmıyla derhal hareket geçecek olan bu servis otomatik olarak devreye girebilmelidir.
Önümüzdeki günlerde AB makamlarına böyle bir öneride bulunacağım. Eminim, AB öneriyi olumlu karşılayacaktır.
Fakat bu ülkeyi yönetenlerin tavrı ne olur, bilemem.
Eğer dar görüşlülükte devam ederlerse, yurttaşların devreye girmesi gerekecek.
Kabileciliğe karşı çare zaten yurttaşların bilinçli ve birlikte hareket etmeleridir.
Başka yol yoktur!
Aksi halde, bu adanın bir yerleri hep yanacak, birileri de hep uzaktan bakacak!