Yanılsama odaları
Hiçbir şey göründüğü gibi değil ama görüntü en önemli iletişim aracı. Görüntü üzerine uzmanlaşmaya çalışıyor çoluk, çocuk, köşedeki esnaf, banktaki dede bile. Başkalarına nasıl görüntüler sunacağımız önemli. Geçmişte evlerde misafir odası denen bir oda olurdu. Odadan çok bir müze salonunu andırırdı. Evin en büyük “en güzel” odasıydı. En pahalı eşyalar orada dururdu. Kadife koltuklar, ceviz büfeler bu odaya aitti. Kapısı kapalı durur, arada tozu alınırdı. Ev ahalisi evin diğer odalarına sıkışırdı. Misafir odası misafire verilen değerle ilgiliydi belki de ev halkı daha mı değersizdi? Misafirler için porselen takımlar, keten peçeteler ev halkına uyduruk tabak, çanak. Misafir odan ne kadar şıksa prestijin o kadar yüksek.
Sosyal Medya görselleri de bu misafir odalarını anımsatıyor bana. İyi intiba ve gösteriş alanları buralar.
Artık böylesi misafir odaları pek yok, misafir de eskisi gibi yok zaten. Çat kapı gelebilen misafir çok seyrek yani. Misafirler de Sosyal Medya’da dolaşmakla meşgul. Başkalarıyla paylaştığımız mahallelerimizdeki hikayeler değil artık. Bazı dizi filmler ve onların hikayeleri şimdiki ortak belleğimiz. Kurgu olan daha sahici. Kurgu olduğunu biliyoruz en azından. Başkalarının hayatlarına duyduğumuz merakı, dedikodu ihtiyacını da bir ölçüde tatmin ediyor bunlar.
İçerisi, dışarısı ayrımı gittikçe bulanıklaşıyor. İçerideyken de dışarıda gibiyiz, şehrin, ülkenin, dünyanın her köşesinde neler olup bittiğini bilmemiz mümkün.
Elimizdeki cep telefonlarıyla nasıl daha iyi görseller sunabileceğimizi keşfetmeye çalışıyoruz. Onlar tanımadığımız misafirleri bile ağırladığımız odalarımız bizim. Kadife koltuklarımız, ışıltılı büfelerimiz olmalı oralarda.
Kalabalık mı kalabalık yalnızlıklar içindeyiz. Kederlerimizi, hayatımızın sefil yanlarını gizleyip ışıltılı misafir odalarımızı sergilemekle meşgulüz. Orası kamusal alan ama özel alanın da görücüye çıktığı bir alan aynı zamanda.
Yalnızlığımıza çare ararken daha da yalnızlaşıyoruz sanki. Gülümsüyoruz ki kalp kırıklarımız ortaya çıkmasın. Çat kapı gelen misafirler dağınıklığa tanık olmasın diye yatak odalarımızın kapılarını kapatıyoruz.
Görüntü en önemli şey artık. Her türlü hiyerarşi için oynanmalı görüntülerle. Yaşlanma belirtileri yok edilmeli, mutluluk ve refah sosu eklenmeli fotoğraflara.
İzleniyoruz ve mutluyuz izlenir olmaktan. Görünmez olmaktan daha iyi geliyor bu bize. Ölümlü olduğumuzu hiç bu kadar sıklıkla fark etmemiştik çünkü. Her gün göçüp gidenleri, hiç beklenmedik biçimde göçüp gidenleri gözlüyoruz. O da öldüyse herkes ölebilir dediğimiz insanlar var. Ölüm hiç bu kadar sofralarımıza konuk olmamıştı. Belki bir iz bırakırız bu dünyada diye umut ediyoruz ama her ölümün ardından yükselen hayıflanma ve yas halinin ne kadar hızlı söndüğünü de gözlemliyoruz.
Yaşam ise hiç bu kadar cazip gelmemişti. Dünyanın ne kadar büyük ne kadar görkemli olduğunu, hayattaki hazların skalasını hiç bu kadar fark etmemiştik. Başka ülkeler, egzotik hayatlar bu denli ulaşılır, kafamıza esince bir yerlere kaçmak hiç bu kadar olanaklı olmamıştı.
Hayatın iyi ve kötü sürprizleri hep tetikte. Tekrar tekrar keşfedip duruyoruz bunu. Her an her şey olabilir. Başka hayatların hızlı değişimini gözlemlerken bunun kendi hayatımız için de geçerli olabileceğini düşünüyoruz.
Çok çaresiziz aslında. Bir yaşam obezitesi ile saldırdığımız bütün hazlar cazibesini yitiriyor bir süre sonra. Geçicilik en çarpıcı gerçek artık. Her şey öylesine fazla, her yer öylesine kalabalık ki. Zıplıyoruz olabildiğince, görünmeye çalışıyoruz. Nafile oysa. Görünürlüğümüz de geçici. Bir gün zirvedeyken ertesi gün yerlerde sürünüyor olmamız oldukça mümkün.
Haz değil de mutluluğu arasak peki? Hayatın merkezine kendimizi yerleştirmekten vaz geçip başkaları için, dünya için bir şeyler yapmaya çalışsak. Düşen birini elinden tutup kaldırsak, bir ağacı kesilmekten kurtarsak, bir canlının yaşam hakkına sahip çıksak. Bizim gibilerle güçlerimizi birleştirsek, bu gidişe bir dur diyebilsek. Sistemin kurbanı değil de muhalifi olabilsek. Kaybedenler kulübü öyle kalabalık ki. Dünya nüfusunun küçük bir azınlığı daha mutlu olsun diye bu noktadayız hepimiz. Değiştirebiliriz bunu.