Yanlış iliğe geçirilen düğme
Birkaç gün önce, Coronavirüs’e karşı hazırlanan ekonomik paketi duyururken, şöyle diyor Kanada Başbakanı Justin Trudeau:
“Parayı düşünmeyin.
İşimi kaybeder miyim diye korkmayın!
Siz sağlığınızı düşünün, para bizim işimiz.”
‘Devlet insan için mi vardır yoksa insan devlet için mi?’ şeklindeki soruya güzel bir yanıt oluşturmasından öteye, güçlü bir devlet olmanın bir diğer gereğini de gözler önüne serer aslında Trudeau’nun bu sözleri; ihtiyaç vuku bulduğunda, vatandaşına gerekli katkıyı yapabilecek mali güce sahip olmayı.
Bütün devletler, Kanada kadar güçlü bir mali altyapıya sahip değil belki. Ancak böyle zamanlar için ayrılan fonlarınızı, başka zamanlarda, başka işler için kullanmamış olmanız da önemli tabii. Mesela Türkiye’nin şu anda açıkladığı ekonomik tedbir oranı, tam da bu sebeple, kendiyle benzer mali portföye sahip ülkelere göre çok daha düşük. Kaynaklar, başka maksatlar için harcanmış.
Peki ya KKTC?
Konu KKTC olunca ise işin rengi biraz değil, çok değişiyor.
***
KKTC, anayasası gereği, sosyal bir hukuk devletidir.
Hukuk devleti olmanın gereklerinden biri de, idarenin mali sorumluluğudur.
Yani idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.
Bu noktada sorumluluk, ikiye ayrılır.
Bunlardan biri kusurlu sorumluluk, diğeriyse kusursuz sorumluluktur.
Kusurlu sorumluluktan doğan mali yükümlülük, KKTC Anayasası’nın 152’nci maddesinde düzenlenir.
İdarenin kusursuz sorumlulukları ise Haksız Fiiller Yasası kapsamındadır.
Sosyal devlet olmanın gereklerinden biriyse, idarenin kusursuz sorumlulukları altında görülen ve genellikle içtihatla şekillenen sosyal risk ilkesidir ki bu bizim içtihatımızda var olan bir şey değil.
Sosyal devletlerde idare, deprem, sel, yaygın, şiddet olayları veya terör olayları benzeri sebeplerle vatandaşının zarar görmesi durumunda, kusuru olmasa dahi ‘sosyal risk ilkesi’ kapsamında sorumlu tutulur.
Benzer örnekler yaşanmadığından, içtihatımızda olmasa da, anayasal olarak sosyal bir devlet olduğumuza göre, idarenin şu anda yaşanan salgın nedeniyle vatandaşa karşı bir sorumluluğu olmalıdır.
Başta özel sektör olmak üzere ortaya çıkacak olan mali zararın giderilebilmesi için, devlet yine kendi mali kaynakları elverdiğince elini taşın altına koymalıdır.
Ama işte tam da burası, zurnanın o ‘zırt’ dediği yerdir.
KKTC devleti, bir devlet olmanın en basit ekonomik gereklerini bile yerine getirebilecek durumda değildir.
Ama yakın ama uzak bir zamanda, virüs hükmünü dolduracak, hayat ‘sağlık’ anlamında bir şekilde normalleşecektir. Oysa fırtına dindiğinde geride bırakacağı enkazın büyüklüğünü tahayyül edebilmek, çok zor.
Amerikan ekonomisinin bile 2008 krizinde olduğundan çok daha fazla bir daralma yaşayacağının hesaplanmakta olduğu bu süreçte, bizim halimiz ne olacak?
İşte tam da böyle zamanlarda, uluslar arası sistemin içinde olmanın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu, çok iyi görebilmemiz gerekiyor.
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliğe geçirmişseniz, sonraki düğmeleri doğru yerlerine ilikleyebilmeniz mümkün değildir.
‘Dünya bizi tanımasa da, biz bir devletiz’ nutuklarıyla çıkılan yolun sonunda varılacak yer, burasıdır.
Bugün eğer şimdi olduğumuz siyasi statüde değil de, tanınmış bir devletin bir parçası olmuş olsaydık, ekonomik olarak bu denli aciz bir durumda olur muyduk?
Rum tarafının ekonomik durumu da çok iyi değil. Yakın zamanda çok büyük bir ekonomik kriz yaşadılar. Ancak tanınmış bir devlet olarak, uluslar arası kuruluşların bu salgın nedeniyle ayırdığı fonlardan yararlanabiliyorlar.
Peki ya biz?
Peki ya biz ne olacağız?