1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yansak da, Yakılsak da Feministiz!!!
Yansak da, Yakılsak da Feministiz!!!

Yansak da, Yakılsak da Feministiz!!!

Yansak da, Yakılsak da Feministiz!!!

A+A-

 

Hatice Cabacaba
[email protected]

“Kendinizi eğitin, çünkü aklınıza ihtiyacımız olacak… Harekete geçin, çünkü coşkunuza ihtiyacımız olacak… Örgütlenin, çünkü tüm gücümüze ihtiyacımız olacak…”
Togliatti ve Terracini’nin çıkardığı ‘L’Ordine Nuovo’ gazetesinin 1919’daki sloganı


Karşıdaki sandalyede, bacaklarını iyice yanlara doğru gererek oturmuş, bir kolunu da sandalyenin arka tarafından aşağı doğru sarkıtarak, kafasını hafif sola yatıran, gözlerini de kısarak sorduğu sorunun cevabından emin “ER” kişiyi, feministler yakından bilirler. Soru, her seferinde neredeyse aynı olmakla birlikte, tam da beklediğiniz anda kulaklarınızla buluşur ve zihinde yarattığı etki de, her seferinde aynı olur.  Etrafta çokça karşılaşacağınız bu örnekte olduğu gibi; kendisinin soracağı soru, üslubu, vereceğiniz cevaba algısı ile üstüne eklediği asla kabullenmez- çok “erkek” karizmatik duruşu, sizi hiç şaşırtmaz. Özetle, “Nedir yaaaniii bu feminizm? Yok, gerçekten merak ederim. Nedir? Şimdi, eşit değil yani bu kadınlar? Ma nedir daha istediğiniz?”diye ardı ardına soran kişi, bahsi geçen muhterem “ER” kişidir.

Yukarıda tasvir edilen “ER” kişi, ataerkil sistemin sağladığı ayrıcalıklardan faydalanmayı doğal hakkı gören ve bundan memnun olan; aksini hayal dahi edemeyen ve sizi de ilk karşılaşma anında dahi şaşırtmayan kişilerdir. Nedense bendeki feminist bünyede şaşkınlık yaratanlar daha çok yakın çevremden olurlar. Ortak mücadele alanlarında buluştuğumuz, derdi, gailesi bulunan, ağzından eşitlik, adalet, demokrasi, özgürlük kelimelerini düşürmeyen, sandalyede daha derli toplu oturan, sizi anladığını ama ne hikmetse sizin onu anlamadığınızı iddia edenler… Yani sadece “ADAM” gibi davalarda mücadele eden  “ER” yoldaşlar.

Yine aynı çevrelerden olup, bu sefer toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden baktığını iddia eden üstelik bunun için mücadele edilmesi gerektiğini de savunan, velâkin bunu kadınlardan daha iyi yapabileceğini ısrar ve imtina ile pişirip pişirip önünüze koyan yoldaşları da, sırası gelmişken şaşırtanlar arasında anmak isterim. Bunlar, ne saatler süren toplantılarda, ne de meyhane masalarında tadından yenmedikleri gibi, feminist bünyelerde gaz da yaparlar.

Son olarak da “Şuna Feminizm demesek? Çok bir elit kalıyor. Kimse de anlamıyor. Erkek kadın demeyip birlikte hepsi için birden mücadele etsek daha ulaşılabilir oluruz. Ayrıca, üslubunuz çok sert, bizi bile uzaklaştırıyor” diyen, öte yandan ise özgürlükçü söylemleri ağzından düşürmeyen, “eşitliğe” gönül vermiş yoldaşları da yazı aracılığıyla selamlamakta fayda var.

Yıllar, feminizm diyarında dalga dalga atlayıp geçse de, mücadele hiç bitmeyip, dallanıp budaklansa da, söz söylenilen alanlar ve mekânlar çoğalsa da; şayet feministseniz, ortamlarda hâlâ pek münasip kimseler değilsiniz. Şöyle ki, baştan sona yanlış olan bazı algılara göre; çirkin, ev işinden anlamayan, anlasa da yapmak istemeyen tembeller feministlerdir. Bunlar ya aseksüel ya da haddinden fazla sevişken, ahlak yoksunu kişilerdir. Şirret, burjuva, koca bulamamış ya da bulmuş da bunamıştırlar. Dominant olmalarına rağmen bir penise birbirlerini de, davalarını da hiç düşünmeden satarlar. Aynı zaman da istedikleri zaman “ADAM” astırıp, dövebilmelerinin yanında sınıf ayarı az kaçmış, yeterince sosyalist olamadıkları da iddia edilir. Kendini “erkek” zanneden, her şeye karşı olup, ille de günlük dilde bile reform isteyen, doymak bilmez asi, yola-sapa gelmez, çiçek ol(a)mayan, bağyan olmak istemeyen, pis/ kaka kişiliklerdir.  Ayrıca, devrimin gerçekleşmesini bekleyemeyecek kadar da sabırsız, toplum tarafından dayatılan, kapitalizmin ekmeğine yağ süren, ulus devletçiklere hizmet eden bahse konu dişil rol modelde, devrime varacak belirsiz bir zaman diliminde bekleme yapmayı reddedecek kadar da dayanışmadan yoksun kötü cadılardır.

Peki, Feminizm bu kadar sert, elit, zamansız, sınıfsız, had bilmezdir de Kıbrıs’ın kuzeyinde kadınlar ile erkekler sanıldığı kadar eşit midir?

Günümüzde birçok kadın, iş yaşamı içinde bulunmakta, hatta çoğu zaman eşit işe eşit ücret almaktadır. Gelgelelim bunlar, günün birinde doğurmasına kesin gözle bakılan, hâlihazırda zaten hamile olan ve/veya sıkça hastalanan küçük çocuklarına bakmak ve ihtiyaçlarını yerine getirmekle mükellef tutulan kadınların “sorunlu çalışan” kabul edilmesini, öncelikli olarak işten çıkarılmasını, işe alımlarda tercih edilmemesi gerçeğini ortadan kaldırmaz. Eşit işe, eşit ücret mevzusunda ise kadınlar, bahsi geçen eşit işlere, eşit imkânlarla ulaşamayıp, iş alanlarında karşılaştıkları cam tavanlar sebebiyle yüksek mevkilere erkekler kadar kolay zıplayamazlar. Özel alanlarda cinsiyetler arası eşit iş bölümü sağlanmadığı gibi kamusal alanlarda da mekân ve zaman, hep erkeklere göre ayarlanmış ve kadınlar ısrarla görmezden gelinmektedir. Erkekler tarafından belirlenen “liderlik vasıflarının” kadınlarda bulunmadığı algısı ile birlikte kadınların sıkıştırıldığı annelik rollerinden dolayı “makbul” çalışan kabul edilmemesi gibi sayısı çoğaltılacak eşitsizlik yaratıcı birçok etken bulunmaktadır. Böylesi bir ortamda, kadınların “eşit işe” eşit şartlarda ulaşabildiğini söylemek doğru değildir. Bu durumda, maaş dediğimiz şey emekten öte mevkiye göre düzenlendiğinden, kariyer ilerlemesi ve ücretler konusunda adaletin ve eşitliğin sağlandığını da söyleyemiyoruz.

Kapitalist ataerkil sistem kadınları, kurgulanmış toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle “makbul çalışan” olarak görmezken, özel alandaki işlerde “kadın emeği” en makbulü, üstüne tanınmayanıdır. Bir cinsiyetin, herhangi bir ücret karşılığı olmadan, boğaz tokluğuna,  çalışma saatleri belirsiz, hastalık ve dinlence izinlerinin bulunmadığı, emeklilik gibi sosyal güvencelerden yoksun, kendi varlığı, talep ve isteklerini göz ardı ederek, tam zamanlı olarak aile fertlerinin neredeyse tüm ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalmasının, eşitlik ve adalet kavramları ile bağdaşması mümkün değildir.

Sayısı çoğaltılacak örneklerde de görüldüğü gibi toplumsal cinsiyet ve insan hakları açısından gerçekleşmeyen eşitlik, adalet ve özgürlük gözümüzün önünde boynu bükük dururken, yayıla yayıla oturulan sandalyeden “Daha ne istiyorsunuz?” diye sorgulamak abesle iştigal değil midir? “Kıbrıs’ta kadınla erkek eşit değil mi sence?” diye hiç çekinmeden bir çırpıda soruyu sorma cesareti gösterenler, günlük kişisel yaşamları içerisinde eşitliğin neresinde durmaktadırlar? Yoksa toplumsal cinsiyet rollerini benimsendiği, semerelerinden yararlanıldığı, çıkara dayalı ilişkiler eşitlik algısının dışında mıdır?

Anne ya da eş fark etmeksizin yemek, ütü, çamaşır, temizlik gibi ihtiyaçları evdeki kadına yükleyerek, üstüne bir de “Ama kendi ister ya yapsın. O da öyle mutlu olur” diye kendine kalkan belirlemek,  eşitliği tesis etmediği gibi adaletin yüreğini dağlar; var olduğu iddia edilen özgürlüğü görünmez kılar. Sahip olduğu refah düzeyi yüksek koşullardan vazgeçmeyi göze alamadan, gündelik kişisel yaşam pratiği içinde eşitliği kuramamak; var olan eşitsizliği desteklemek, rıza göstermek ve yeniden üretmek anlamına gelir. Bu sebeple, eşitlik iddiasındaysanız, bunu pratiğe dökün ve hayatınızda bir değişiklik yapın. Örneğin, kirli olan, yıkanması gereken her ne varsa, renkliler ve beyazlar diye ayırıp, çamaşır makinesindeki küçücük düğmeye dokunarak başlayın. Bunun hiç de zor bir şey olmadığını göreceksiniz demiyorum, bilakis, nasıl zaman alan bir şey olduğunu deneyimleyeceksiniz. Sonraki zamanlarda siz, ilerleme gösterip günlük ihtiyaçlarınızın tümünü kendiniz görmeye başladığınız da ise, sandalyede karşılıklı oturup kahve içer, fal bakarken de büyük bir devlet kapısında eşitliğin olup olmadığına, kuşların birbirini yedirip yedirmediğine, yuvayı hangi cinsin yaptığına etraflıca bakar birlikte bir ile yedi arasındaki sayılara bel bağlayarak eşit dilekler dileriz.

Gelelim yoldaşlara, Feminist Politika, iktidar ilişkilerinin tümünün sorgulandığı, farklılara dayalı eşitlikten bahseder. Yani kadınların, “erkekler” tarafından ezildiği, ikinci cins konumuna sokulduğu atarekil sisteme karşı mücadele verir. Aynı zamanda feministler, sınıf mücadelesini görmezden geldiği söyleminin tam aksine, ezen ezilen çelişkisini yaratan, emek sömürüsüne dayalı kapitalist sistemle de eş zamanlı mücadele eder. Asgari ücretin insan onuruna yakışır bir yaşam sağlamadığını söylerken, örneğin Kıbrıs’ın kuzeyinde sosyal hizmetler tarafından üç çocuklu boşanmış işsiz bir kadına yapılan yardıma, her çocuk başına verilen doksan beş Türk lirası eklenmesine rağmen yapılan toplam ödeneğin, asgari ücretin altında kaldığını önemser. Herhangi bir şiddet türü sonucunda eşinden ayrılan bir kadının nafaka ödemesini çoğu zaman alamadığını, ebeveynlik görevlerini paylaşamadığını, yüksek kira bedellerini, ücretsiz kreş/bakım evleri, sığınma evi olmadığını da hesaba katarak bahsi geçen yetersiz miktarlar ile tek başına bir yaşam sürdüremeyecek olduğunu bilir ve dile getirir. Kadın olmaktan kaynaklanan ezilmişliğin, kadının toplumsal üretime katılması ile son bulmadığı, kadınların sınıfsal olarak da, örneğin daha fazla yoksullaştıkları, emeklerinin daha fazla sömürüldüğü ortadadır. Üstelik kadınların ezildiği, emeklerinin sömürüldüğü baba evi, koca evi gibi özel alanlarda kapitalizm dışı bir üretim ilişkisi mevcuttur. Bununla birlikte, burjuva kadınların da cinsel baskı, zorlama, tecavüz yaşadığını fiziksel, piskolojik şiddete maruz kaldıklarını görmezden gelmek başlı başına yapılan bir başka hatadır.

“Elit” damgası yiyen Feminizm, akademik olmanın yanında tamamen kadın deneyimlerine dayanır. Cinsiyetler arasındaki eşitsizliğe karşı çıkarken, dil, tarih, hukuk, eğitim sistemi gibi sadece erkekler ve onların deneyimleri üzerine kurgulanan, kadınların yok sayıldığı her ne varsa karşısında durur. Kadınların güçlenmesini önemser ve hedefler. Tam da bu sebeple, mücadelede kadınların yer alması, “erkekçe” olmayan söz üretmesi, sokakta önlerde yer alması, kendi deneyimlerinden bahsetmesi gerekir. Örneğin bir kadın dayanışması kurulurken, kadınları kendi içinde bölmeye çalışmak, geldikleri “erkek” alanlara sıkıştırıp, ezildiklerini görmezden gelmek, üstüne de kadın mücadelesini değersizleştirdiklerini iddia ederek, yetersiz ve gereksiz bulmak feminist mücadeleyi anlamadığınızı göstermenin yanında, iktidar ilişkisi kurma hastalığı olan “erkek” bakış açınızı aşamadığınızı gösterir. Kadınların kendi deneyimleri üzerinden konuşamadıkları, alanda bulunmadıkları bir mücadele, var olan eşitsizliği ortadan kaldırmayacağı, gerçek ihtiyaçların karşılanmasını sağlamayacağı gibi aldatıcı iyileştirmeler ile  “Daha ne istiyorsunuz bağyaaan?” sonucunu doğurmaktan öteye gidemez.

Feminist kadınların üslubunu sert bulan, kırılan, yaralanan, şiddet ile karşı karşıya kaldığını düşünen yoldaşlara, üslupsuzca onlar için üzülmediğimi, geceleri yastığımı ağlamaktan ıslatmadığımı, özellikle belirtmek isterim. Kadınların anlatıkları karşısında, ne diyor diye üzerinde düşünmeden, yüzyıllardır kadına karşı şiddetin yeniden üretilerek ısrarla sürüp gittiğini görmezden gelerek, eşitlik kaygısı yerine kalbi kırık üslup kaygısı yaşayanlara karşı sanırım üslup tutulması yaşıyorum. Biz, erkelere hizmet etmekten, onların bizden beklediği sınırlar içinde sistematik şiddete uğrayarak yaşamaktan usandık! Biz de erkekler kadar insanız ve insanca yaşamayı hak ediyoruz diyoruz. Sorumluluk almaktan çekinen, erkeklikleri ile yüzleşmek istemeyenler ise “öyle de demeyin ama.... Bu üslup size yakıştı mı? Kalbimizi kırıyorsunuz o sebeple sizi dinlemeyeceğiz. Bir tek kadınlar mı eziliyor hem bizi görmezden geliyorsunuz. Ayrıca ben kimseyi ezmem, karıncayı incitmem. Mademki böyle konuştunuz haklarınız batsın pis feministler” diyorlar. Oysa üslup yüzünden ölümler yaşanmazken, kadınların karşılaştığı erkek şiddeti için aynı şeyi söylemek mümkün görünmüyor.

İşin özü, kim ne derse desin, biz feministler, var olan bir takım iyleştirmelere rağmen toplumsal cinsiyet eşitliğinin oluşmadığının ve bunun hâlâ yıkıcı sonuçlar doğurduğunun bilinci ile eşitlik, adalet, özgürlük ve haklarımız için mücadeleye devam edeceğiz. Bu sebeple yansak da, yakılsak da bu yoldan asla dönmeyeceğiz.  Kadınların özgürce sokakta olmayacağı, kendi sözlerini özgürce diledikleri gibi kuramayacakları, özgürce isyan edemeyecekleri bir mücadeleye karşı ne olursa olsun direneceğiz. Biliyoruz ki, erkeklerin de farkındalıklarını geliştirdikleri, oluşturdukları, yaygınlaşmasına yardımcı oldukları, eşitlik için uygun ortamın yaratılmasına destek oldukları zaman tüm farklılıklarımıza rağmen eşitlik gerçekleşecektir. Bu sebeple pek tabii ki erkeklerin, kadınları gözeterek,  dayanışma gösterip mücadeleye katılmaları önemlidir. Öyleyse birbirimizi ötelemeden, daha fazla hırpalayıp, örselemeden, hep birlikte her türlü iktidar ilişkisine karşı, eşitliğe, adalete, özgürlüğe ve yaşama doğru örgütlenelim.

 

Bu haber toplam 1940 defa okunmuştur
Gaile 359. Sayısı

Gaile 359. Sayısı