Yapabileceklerini söylemek...
Yine seçim, yine nutuklar, yine umutlar, yine sözler uçuşmaya başladı başlayacak.
Projeler yayılacak masalara, başlarken söze, eklenecek “biz gelirsek hükümete” tümcesi.
Bu halk bunu yıllardır duydu, duymaya devam edecek.
Her parti kendine göre bir umut verecek yandaşlarına hatta yandaşı olmayan tüm vatandaşlara.
Sonra hükümete gelindiğinde başlayacak söylediklerini bir bir yapmaya ya da yapamamaya. İşte bu noktada halk yine ayaklanacak.
Aynı siyasi görüşte olanlar bile verilen sözün, ortaya konulan parti manifestosunun yerine getirilmemesi durumunda deyimi yerindeyse, belki de yıllarca oy verdiği partisiyle “papaz” olacak.
Kırgınlıklar başlayacak, küsmeler peşi sıra, ya artık sandığa gitmeyecek ya da paralel siyasi görüşte başka bir partiyi kendine yeni sözcü tayin edecek.
Neden böyle oldu ve böyle olma ihtimali var?
Tek neden; seçim kampanyalarında verilen sözler, umutlar.
Hani derler ya “bol keseden atmak”, aynen öyle.
Bu sefer de hükümete geldiğiniz zaman, bol kesenin altında kalmak hiçtendir.
Bundandır ki halk artık “yapılabileceklerin” güvencesini istiyor.
İlla ki maddeler dolusu umut dağıtılmasın, varsın birkaç proje-değişim konsun ortaya ama günü geldiğinde yapılsın.
Bakın şimdi bir mesaj geldi cep telefonuma, şöyle yazıyor: “Bakanlar Kurulu, Tapu’da 2009 yılından bu yana tüm işlemleri tamamlanmış bekleyen 124 dosyayı onayladı, devlet 4 milyon TL gelir elde edecek.” Düşünün ki 4 yıldır bu türdeki dosyalar bekliyor/bekletiliyor bir şekilde. İşte kastettiğim ve yazımı yazarken gelen bu mesaj, tam da söylediğim şeydi.
Halk bunu bekliyor.
Halk kesinlikle adım atılacak konuların kendilerine umut olarak dağıtılmasını istiyor.
Reform projen varsa ve bunu halkın önüne koymuşsan, dünya başaşağa gelse hükümetteysen bunu gerçekleştirmek mecburiyetindesin.
Yeter ki ortaya koyacağın projelerde “kesinlikle” yapabileceklerin olsun.
Yapamamışsan da kem-küm etmeden, halktan özür dile ve koltuğundan kalk.
Bu halkı “umut” adına yeniden kazanmak isteyen tüm partilerimiz için bu söylediklerim geçerlidir.
Halk artık boş vaatlerden, ya da verilen sözlerin yerine getirilmemesinden bıkmıştır.
Bundan dolayıdır ki yıllarca “mühür” vurarak desteklediği partilerde artık “tanıdıktır” diyerek, belki işi hükümete düştüğünde yardımcı olur düşüncesiyle tercih yöntemine sürüklenmektedir.
Böylesi bir anlayış ise maalesef parti organlarında siyasi duruşu ortaya koyan ve bu yolda azimle yürüyen parti siyasi görüşünden uzaklaşmak, bireysel çıkışlara yönelmek demektir.
Her zaman hükümette olan partilerin yanlış yapmaları, yıpranmaları doğaldır.
Önceden eleştirmek ile icraatta olmak, bazı durumlarda size yanlışlar yaptırabilir.
Ama böylesi bir durumda başta sana oy verenlerin beklentisi; yanlışı yapan ister daire müdürü, ister Bakan, isterse söz konusu icraattan sorumlu bir yetkili olsun, halkın tepkisine kulak vererek onu koltuğundan almaktır. Ve böylesi bir davranış, parti için “küçüklük” değil, “erdem”dir.
Bu konuya ek olarak vekil adaylarının tümüne de seslenmek istiyorum.
Her parti sempatizanı, üyesi, vekillerini seçerken, onları Meclis kürsüsünde haklarını savunurken görmek ister. Öyle vekillerimiz var ki şu anda, ne sesleri çıkar ne solukları. Ve öylesi vekiller de var ki, halkın vekili olmayı bir “meslek” olarak görmekte, aldığı maaş ve imtiyazlarla geleceğini düzenlemekte.
Halk bunlardan da bıktı.
Bundan dolayıdır ki “vekil” olarak görmek istediğiniz kişilerin Meclis’te hak arayacak nitelikte ve güçte olup olmadıklarına da bakılmalıdır.