1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. YAPTIKLARI YAPACAKLARININ TEMİNATIDIR…
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

YAPTIKLARI YAPACAKLARININ TEMİNATIDIR…

A+A-

 

Evet hayli sivri, zaman zaman hayli itici, hayli rahatsız edici üslup ve içerikle sadece sosyal ağlarda değil, çıktığı tüm TV programlarında, verdiği tüm röportajlarda, katıldığı tüm eylemlerde, hatta ekmeğini kazandığı podyumlarda bile ilgi odağı olan bir popüler kültür ikonudur Barbaros Şansal…

Yıllardır Türkiye’nin kalburüstü kesimine hizmet veren bir efsanenin, Yıldırım Mayruk’un “yamağı” olarak icra ettiği zenaatinin sağladığı popülariteyle yetinmedi hiçbir zaman.

Yıldırım Bey’in sessiz, sakin, ağırbaşlı çizgisinin aksine fazla görünür olmayı, fazla konuşulmayı, fazla tartışılmayı tercih etti hep. Bu, dostlarının seslendiği şekliyle Barbi’yi “nev-i şahsına münhasır” bir adam haline getirdi.

Türkiye’nin en zengin, en ünlü, en güçlü isimlerine dikiş hizmeti sunması, Barbi’nin edepsiz zekâsı ve sivri dilini “ehlileştirmesi” için bir gerekçe oluşturmadı. Bazen podyuma ağzı bantlı çıktı, yeri geldi gezi parkı gençlerinin arasına karıştı, kimi zaman twitter’da bornozlu iç çamaşırlı pozlarını paylaştı, yeri geldi bir İslamcıyla laiklik tartışmasına girdi, yeri geldi sahneye çıkıp rolünü sergiledi, yeri geldi aldı kalemi eline, bildiklerinin paylaşılabilir olanlarını yayınladı… Bazen de tepesi attı, kim olduğuna bakmaksızın önüne gelene bastı kalayı!...

Onu izlerken (ki evet, Barbi izleyenlerine bir show sundu her zaman) deli mi, dahi mi, showman mi yoksa bir tragedya kahramanı mı karar vermekte zorlanacağınız bir “kara komedi” sergiledi. O’nu anlayabilecek bir kültür ikliminde en fazla “egzantrik bir kişilik” olarak değerlendirilir ve el üstünde tutulurdu kuşkusuz…  Sonuçta beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Size hitap eder ya da etmez. Barbaros Şansal, o hep kıyısında dolaştığı mahallelerin asi, deli, edepsiz, hırçın çocuğu olarak Türkiye popüler kültürünün renkli simaları arasında yer aldı.

Türkiye’nin her geçen gün huzursuzlaşan iklimi, kişisel huzursuzluğu ile çatıştığı, biraz da bıktırdığı için Yıldırım Bey ile birlikte tası tarağı toplayıp Kıbrıs’ın kuzeyine yerleştiler. Kıbrıs’la yakın temas ilişki kuran herkes gibi o da çok sevdi Adayı ve Adanın sıcakkanlı insanlarını. Doludizgin bir diktatörlüğe koşan Türkiye’nin aksine, Kıbrıs’ın Akdenizli demokratlığından, kalenderliğinden, samimiyetinden etkilendi. Bence en büyük hatası da bu oldu. Barbi, “vatanım” dediği Kıbrıs’ın aslında Türkiye’nin arka bahçesi, sömürgesi olduğunu; bu sömürgede her boydan, her soydan işbirlikçinin, her kılıkta “sömürge polisinin” cirit atıp pusuya yattığını göz ardı etti.

Gülünüp geçilecek, bazılarının belki kanını beynine sıçratacak, bazılarının yüzünü ekşitecek absürd, hatta “kitsch”, fakat kesinlikle suç unsuru bulunmayan bir dizi video gerekçe gösterilerek önce bir medya linçi tetiklendi. Kuzey Kıbrıs’ın bir kumarhane- kerhane cenneti olmasından, Türkiye’de ipten-kazıktan kurtulmuş ne kadar leş varsa Kuzey Kıbrıs’ta yuvalanmasından “milli hisleri incinmeyen” bir zevatı Barbaros’un zevzek videoları incitiverdi.

Sonunda olan oldu… Türkiye ya da Kuzey Kıbrıs’ta hakkında arama, tutuklama kararı olmadığı halde apar topar derdest edilip uçağa bindirilerek Türkiye’ye gönderildi.

Barbaros Şansal olayı ne Türkiye ne de Kuzey Kıbrıs açısından sıradan bir adli mesele değil. “Birilerinin” hepimize “uygulamalı olarak” verdiği çok güçlü bir mesajdır bu.

Yasalarca suç sayılmayan herhangi bir söz ya da eyleminiz, sadece birilerinin canını sıktığı, “milli hislerini incittiği” gerekçesiyle her türlü hukuk kuralı çiğnenerek kulağınızdan tutulup içeri atılmanız, içeri atılırken de “ibret-i alem için” tüm dünyaya izlettirilecek biçimde tekme tokat şiddete, linçe uğramanız için yeterlidir artık.

Birileri biz Türkiyelilere hiçbirimizin, hiçbir zaman, hiçbir yerde güvende olmadığımızı; “muhbir vatandaşların” her kılıkta aramızda dolaşarak davranışlarımıza puan verdiğini, “kendilerince makbul vatandaş” sınırlarını aştığımız anda tepemize çökebileceklerini ve bütün bunları arsızca, utanmazca sırıtarak milli hislere bağlayabileceklerini; bunun artık sıradan bir vakıa haline geldiği topraklarda yaşadığımızı, korkmamız ve tetikte olmamız gerektiğini, aksi takdirde başımıza her türlü melanetin gelebileceğini hatırlattı Barbi aracılığıyla…

Sadece kaba bir dikta rejimine karşı değil, toplumun kahir ekseriyetine sirayet etmiş cahil, lumpen, ırkçı, şoven, faşist bir iklimde hukukun, demokrasinin, insan haklarının kırıntısına muhtaç hale getirildiğimizi hatırlattı…

Yıllar sonra utançla hatırlanacak bir sessizce izleme, sineye çekme, sinip bütün bunların başımıza gelmemesi için dua etme haline savrulduğumuz bir böcekleşmenin hepimizin ruhunu işgal ettiğini yüzümüze çarptı.

Özel olarak Kıbrıslı Türklere ise “patronun kim olduğunu”, aralarında yaşayan “yanaşmaların” her an durumdan vazife çıkartmaya hazır biçimde beklediklerini ve bu “koyunlarında besledikleri yılanların”,  fırsatını buldukları anda da asli görevlerini yerine getirmekten kaçınmayıp, herkesi sokabileceklerini hatırlattı…

Kıbrıslı Türklerin her fırsatta ve haklı olarak övündükleri “bağımsız yargılarının” yeri geldiğinde, “sömürge idaresi” tarafından by-pass edilebileceğini, Bakanından Cumhurbaşkanına tüm “yerel yöneticilerin” (!) olup bitenleri “çaresizlikle” izleyeceklerini ve her şey olup bittikten sonra kınama mesajları yayınlayarak zevahiri kurtarmaya çalışmaktan ibaret bir duruş sergileyeceklerini gösterdi… Ancak her şey olup bittikten sonra “ayan” ve harekete geçerek tepki gösterebilen “organize olamayan çoğunluğun”, “organize kötülük” karşısındaki yetersizlik ve çaresizliğini gösterdi.

Bir “demo” izletildi bize İstanbul Atatürk Havalimanı apronunda, korkmamız, sinmemiz, ya sevmemiz ya da defolup gitmemiz için…  Çünkü çok iyi bildiğimizi çok iyi biliyorlar: Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 6355 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar