1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. YARIM BİR HAYAT
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

YARIM BİR HAYAT

A+A-

 

Öğrencilerimin bir projesi için Lefkoşa sokaklarında dolaştık bu sabah. Lefkoşa sokakları renklenmiş. Bir başkasını dolaştırırken daha çok ayrıntı görüyor insan. Peristerona’dan göçmen düştükten sonra yaşadığımız evin, çocukluk penceremin yakınlarından geçerken içim ürperdi yine. O odanın karşısındaki yorgancı amca geldi aklıma birden. Ayrıca gece bekçiliği yapardı odamın tam karşısındaki dükkanda. Sokak, Türk Bankası’nın arkasında olduğu için belki de… Bir de ahbabı olurdu yanında hep. Sabaha kadar konuşur; beni uyutmazdı. Hayatımda uykusuzluk sorunu yaşadığım tek dönem çocukluktur. Nedenlerini daha iyi anlayabiliyorum şimdilerde. Savaş sonrası çökkün ruh hali, savaşta yaşananların getirdiği aile sorunları, militarist ve geleneksel ortamın ruha çöken ağırlığı filan… Yine de kafamdaki bu çocukluk filminde içimi kanatlandıran bazı ayrıntılar var. Şimdilerde başka bir şekil almış o mahalledeki çocukluk odam duruyor hala. Bir gün o binayı yıkarlarsa yurt duygumu tamamen kaybedecekmişim gibi geliyor.

Son sıralarda beni iyice tedirgin eden yalnızca Kıbrıs’ın yarısına ait olma hali üzerine düşünürken “insanın yurdu çocukluğudur” sözünü bir kez daha doğruladım kafamda. Geçmişin çatışmanın parçası olmuş yaşlı kuşak politikacılarının yerini gençlerin almasını umut olarak görüyorduk ya; bu gençlerin adanın diğer yarısıyla bir bağları, ülkenin diğer yarısına ilişkin anıları yok. Her iki taraf için de böyle. O yüzden “kendi evimizi temizleyelim” gibi cümleler kurabiliyorlar. Evlerinin neresi olduğuna, o evin kendilerine ait olduğuna karar vermişler çoktan. Bizim kuşağın yaşadığı o eğretilik, o haram mal duygusundan azadeler. Beşparmak dağları sanki hep Türkçe konuşmuş onlara. Hele ki o yılanın yuttuğu masanın ortada olmayışı iyice körüklüyor bu duyguyu.

Gençlerin en barışseverleri, en anti-milliyetçileri bile geçmiş kuşakların yaşadığı, adanın tümüne ait hissetme duygusundan uzakta. Adanın güneyiyle bağlar kursalar bile geçmiş kuşakların duygusallığı içinde olamıyor bu… Çocukluk anılarının olmadığı, çocukluklarında kendilerine yasak ve tehlikeli olarak tanıtılan bir yer orası. Evet orası, burası değil yani… Dil bir biçimde yön veriyor bize.

Bir diğer konu ise adanın her iki tarafındaki dil problemi. Gençler yabancı bir dile ilgi duyduklarında onu öğrenme imkanları çok günümüzde ve çok dilliler genç görebiliyoruz. Gerileme okullardaki dil eğitiminde. Eğitim politikaları geleceği rehin alıyor çoğu zaman. Örneğin Üniversiteye gelen Kıbrıslı Rum öğrencilerin hiç İngilizce bilmediğini hayretle görüyordum. Sorguladığımda İngilizcenin seçmeli bir dil dersi olduğunu ve İspanyolca daha kolay olduğundan öğrencilerin İspanyolcayı seçtiğini öğrendim. Halbuki UNESCO’nun bu konudaki politikasının en yakın komşu ülkenin dilini zorunlu dil dersi olarak koymak olduğunu biliyorum. Geçen yıl yitirdiğimiz çevirmen Gertrude Durusoy’dan böyle bu konuda bir bildiri dinlemiştim yıllar önce. Türkiye düşünüldüğünde Ege’de Yunanca, Karadeniz’de Rusça, Trakya’da Bulgarca mesela… Bunun nasıl bir ekonomik, kültürel ilişkiler ağı yaratabileceğini anlatmıştı.

Bir barış süreci bir masa başında yapılan kirli ve kurnaz pazarlıkla değil hayatın her alanında yaşama geçirilecek politikalarla ilgili. Niyet gerçekten barış olsa bunlar düşünülür ve planlanırdı kuşkusuz.

Geçmişteki sıfır iletişim politikası günleri ile kıyaslandığında bugün sokaklarda birbirine karışan Türkçe, Rumca sözler, barikatlardaki karşılıklı akış bir miktar içini ferahlatıyor insanın.

Belki de şu an yapılması gereken gençlere adanın her iki tarafını tanıtıp buranın sınırları deniz olduğu halde haksızca ikiye bölünmüş ada ülkeleri olduğunu anlatmak.

Bu yarım hayatı yaşamaya razı olmuş genç politikacılarla bunu nasıl başarabiliriz bilemiyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 2240 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar