1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. YARIM KALMAK
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

YARIM KALMAK

A+A-

Köşe yazarlığı biraz da her gün ya da her hafta başkalarına iletebileceğim parlak fikirlerim ve parlak cümlelerim var iddiası… Doğrusunu söylemek gerekirse çoğu zaman yok. Başkalarının cümlelerini okumaktan bitap düştüğüm günler vardır. Bilgisayar başında gazete sayfalarında gezinirken ya da facebook, twitter’den okuduğum cümleleri kast ediyorum. Hızla değişen gündemler ve bunlara laf yetiştirenlerin oluşturdukları kümeler arasında boğuluyorum kimi zaman. Bazen öfkeler kabarıyor, bazen dalga geçiliyor. Bazı cümleler en güzel tweet yarışmasında birincilik için yazılmış sanki. Başkalarının kafa karıştırıcı enerjilerinden kaçmak, bir inziva hali çok zor şimdilerde…

Yürüyüp gidebilmek istiyorum bazen, kendimi sonsuzluk duygusu veren ufuksuz bir düzlükte, derin bir sessizlikte hayal ediyorum… Upuzun bir çöl gecesinde yıldızlarla baş başa mesela… İçimin en derinlerinde gizli sesi yitirme korkusu yaşıyorum bütün bu gürültü içinde.

Bunca kelime akışı arasında şairlere düşen görev ne diye düşünüyorum sonra. Şair neden kendini görevli hissetmeli; o başka soru. Bir kez kelimelerin komutanı olunmuş ya; onlarla ütopyalara doğru akın edilmeli… Onlarla kötülüğün, zulmün önü kesilmeli… Yeryüzüne yepyeni, rengarenk çiçekler katmalı… Geçiciliğimizin verdiği kederi avutup bırakıp gidenlerin içimize saldığı acıları hafifletmeli… Şairlik ağır işçilik açıkçası…

Doğrusunu söylemek gerekirse kendime kızgınım uzun zamandır. Gündelik hayatın, güncel politik gelişmelerin esiri olmuşum son sıralar. Doğru düzgün bir yorum yaptığım da yok ama izleyip duruyorum bütün bu sıcak gündemleri… Bazen kanım donuyor. Bazen içimde büyük bir ayaklanma başlıyor. Hayat hep şaşırtmaya devam ediyor beni… Geriye kalan büyük bir ruh ve kafa kargaşası… Sırça saraylara çekilmek değil tabii bunun alternatifi… Başka bir yerde durup bakabilmeli ama…

Neyse, boş verin siz beni… Ne desem karşıdan gelecek yargılayıcı cümleleri de kurmaya başlar oldum bu günlerde. Hayat yorucu!

Bir şeyleri değiştiremeyecek, yeni bir şey söyleyip bir ufuk açamayacaksam konuşmak istemiyorum açıkçası. Kelimeler kum taneleri gibi içimde biriksin, bir inciye dönüşebilsin, hayatı sarsabilsin istiyorum.

İyi ki yaklaşıyor yaz… Kendimi daha düşük tempolu günlere, daha uzun yalnızlık zamanlarına bırakabileceğim yakında. Böyle umut ediyorum en azından… Uzun düşünmelere, yeni bir ruhsal atmosfere ihtiyacım var çünkü…

Hayatla sürekli kavga ettiğim, haksızlıklara karşı kaplan kesilip zor, tehlikeli ve yasak olanın sınırlarını zorladığım zamanları düşünürüm bazen. Yaşadıklarım geçer gözümün önünden…  İyi ki öyle yapmışım derim… Yıllar geçtikçe insan başka bir olgunluğa ulaşıyor ama… Olgunluk hem güzel hem de ürkütücü bir yandan. İnsan içinde ateşler yakabilmeli her daim.

Bu yazıyı bitirir bitirmez bavulumu hazırlamalıyım. Bu akşam İstanbul yolcusuyum çünkü… Gitmeleri seviyorum “şehir ardımdan gelse “de…

Aslında şehir değil de bir ülke oldu hep bizim ardımız sıra gelen… Küçük bir ada Akdeniz’de… Bitmek bilmez derdiyle, yaralayıcı geçmişi, sıkıntılı bugünü, belirsiz geleceğiyle…

Dün akşam Faize Özdemirciler’in çok sevdiğim Rumca küstüm, Türkçe kırıldım kitabından Yaşar Ersoy’un sahneye koyduğu oyunu izliyordum. İzledim diyemiyorum çünkü Yaşar Ersoy hastalandı sahnede…

Tansiyonu yükselince devam edemedi; özür dileyip yarım bırakmak zorunda kaldı… Hem üzülüp kaygılandım hem de çok sembolik geldi bana oyunun Kıbrıs gibi yarım kalması… İçime bir burukluk yerleşti dün geceden beri… Hayatlarımızın kırılganlığını düşündüm.

Bir yanda dışarda pırıl pırıl bir güneş, sokağa katılmaya çağıran bir Cumartesi sabahı, bir yanda hazırlanması gereken bavul, gitmeden tamamlanacak onca iş…

Bu yazıyı verebildim bu hafta sizlere. Haftaya İstanbul’dan yazıyor olacağım. Okumalardan, şiirden hiç vazgeçmeyin, kırlara, tiyatroya, sinemaya gidin der; gözlerinizden öperim.

Bu yazı toplam 3315 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar