“Yarıştan kim galip çıkarsa çıksın, bir lekeyle çıkacak”
“Siyasetin merkezine, normal ülkelerde olduğu gibi, ekonomiyi, sosyal adaleti, kamusal eğitim ve sağlık sistemimizi nasıl iyileştirebileceğimizi koymamız gerek. Bu anlamda solun kendine, küçük, yapılabilir hedefler seçmesi lazım”
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sertaç Sonan, UBP Kurultayı’nı değerlendirdi:
“İddialar, suçlamalar havada uçuşuyor. Bu yarıştan kim galip çıkarsa çıksın üzerinde bir lekeyle çıkacak, şaibe orada durmaya devam edecek... Her durumda biri birilerine borçlu çıkacak. Peki bu borç nasıl ödenecek? Toplumu ilgilendiren kısım budur ve her zaman akıllarda bir soru işareti olacaktır”
“Akla gelen soru, bugüne kadar neler verildi? Bunları öğrenmemiz çok da kolay değil. Tabii bir de şu var, bunlar ortaya çıktığı zaman ne oluyor? Son zamanlarda o kadar fazla skandal yaşandı ki... Gazeteniz Yenidüzen müthiş bir habercilik yaparak jet skandalını ortaya çıkardı mesela, sonrasında ne oldu?”
“En erken zamanda seçim olmalıdır. Bu krizden çıkabilmemizi sağlayacak başka bir mekanizma yoktur. Tabii şunu da eklemek lazım, bu kendi kendine olabilecek bir şey değildir. Seçmenin genel olarak testiyi dolu getirenle, boş getireni ayırıp oy kullanması lazım”
“Siyasetin merkezine, normal ülkelerde olduğu gibi, ekonomiyi, sosyal adaleti, kamusal eğitim ve sağlık sistemimizi nasıl iyileştirebileceğimizi koymamız gerek. Bu anlamda solun kendine, küçük, yapılabilir hedefler seçmesi lazım”
“Bu ülkenin potansiyeli vardır. Dörtlü hükümet döneminde yerel kaynaklarla bütün harcamalarımızı karşılamayı başardık. Bunu yeniden başarabiliriz. Çünkü önümüzde gerçekten çok büyük bir tehlike vardır, o da kimlik siyaseti, sinizm ve siyasi alanın gittikçe daralmasıdır... Ancak gerçekçi, yapılabilir hedefler koyarak ve bunları gerçekleştirerek bir yere varabiliriz”
Ödül AŞIK ÜLKER
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ), Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, UKÜ Kıbrıs ve Akdeniz Çalışmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Sertaç Sonan son yaşanan olaylardan sonra UBP Kurultayı’nın şaibeli olacağını söyledi.
Son dönemde ortaya atılan iddialar ve suçlamalardan sonra yarıştan kim galip çıkarsa çıksın üzerinde bir lekeyle çıkacağını belirterek, UBP liderinin gücünün UBP üyelerinden kaynaklanması gerektiğine vurgu yaptı.
Doç. Dr. Sonan, toplumun, UBP başkanı olacak kişinin kime borçlu olacağını ve bu borcun nasıl ödeneceğini sorguladığının altını çizdi.
Doç. Dr. Sonan, “Akla gelen soru, bugüne kadar neler verildi? Bunları öğrenmemiz çok da kolay değil. Tabii bir de şu var, bunlar ortaya çıktığı zaman ne oluyor? Son zamanlarda o kadar fazla skandal yaşandı ki... Gazeteniz Yenidüzen müthiş bir habercilik yaparak jet skandalını ortaya çıkardı mesela, sonrasında ne oldu?” diye konuştu.
Siyasetin merkezine ekonominin, sosyal adaletin, kamusal eğitimin ve sağlık sisteminin nasıl iyileştirilebileceğinin konması gerektiğine vurgu yapan Doç. Dr. Sonan, “En erken zamanda seçim olmalıdır. Bu krizden çıkabilmemizi sağlayacak başka bir mekanizma yoktur. Tabii şunu da eklemek lazım, bu kendi kendine olabilecek bir şey değildir. Seçmenin genel olarak testiyi dolu getirenle, boş getireni ayırıp oy kullanması lazım” dedi.
“Siyaset-illegal işler ilişkisi eskiye dayanır”
- Soru: Pandemi, ekonomik kriz, hükümet krizi, hükümetin kendi içindeki tartışmalar, hükümetteki partilerin içindeki sıkıntılar derken, twitterden bazı kişilerin elinde bazı Kıbrıslı Türk siyasilerin görüntülerinin olduğu iddiası ve sonrasında gündeme düşen görüntüler oldu. Yeraltı dünyası-siyaset bağlantısının bu kadar ortaya dökülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Doç. Dr. Sonan: Maalesef adanın kuzeyinin, tanınmamışlığın getirdiği, bir “arka bahçe” olma durumu var. Bu yeni bir şey olmasa da ilk kez bu kadar gündelik ve üst düzey siyasetin içine girdi. Siyaset-illegal işler ilişkisi eskiye dayanır ve 1974 sonrası dönemde özellikle kaçakçılıkla başlar. Bu konuda, şahsen son derece çarpıcı bulduğum bir anekdot aktarmak istiyorum. Eski siyasetçilerimizden, Osman Örek, 1978 yılında, yine UBP’nin kaynadığı, kendisinin de Başbakanlıktan istifa etmek zorunda bırakıldığı bir dönemde, Türkiye’den Hürriyet gazetesine bir mülakat vermişti. Bu mülakatta aynen şu ifadeler vardı: “Garip fakat gerçek, kaçakçılık konusunda hükümeti en çok itham edenler bu konuda en yüksek sesle konuşanlar kimler biliyor musunuz? Benim milletvekillerim… Adam kalkıyor ‘Ledra Palas barikatından kaçak kamyonlar geçiyor hükümet uyuyor mu?’ diye bağırıyor. Araştırıyorsunuz, kaçakçılığı yapan, milletvekili arkadaşın kayınbabası! Olayı örtbas etmek için yemediği nane kalmamış. Parti diyoruz, dava diyoruz, yutuyoruz…” diyor. Bizim sıkıntımız tam da bu son cümlede özetleniyor işte; Kıbrıs sorununu, hatta partiyi, dürüstlüğün, kamu yararının üstüne koyup yolsuzlukların üzerine gitmeme, onları hasır altı etme... Böyle, böyle içinde olduğumuz noktaya geldik.
“‘Arka bahçe” ya da ‘kalın bağırsak’ olmamız, belli ki, birilerinin işine geliyor”
Biraz daha yakın geçmişten bir örnek daha vereyim; 1990’larda VIP salonunda eroinle yakalanan milletvekili de gördük. Bu noktada “Türkiye’nin Sicilya’sı” benzetmesi gündeme geldi. Uluslararası sistemin dışında olmamız, bunun temel sebeplerinden bir tanesi tabii ki… “Sicilya”, “arka bahçe” ya da Sırrı Süreyya Önder’in deyimiyle “kalın bağırsak” olmamız bizim için utanç verici olsa da, belli ki, birilerinin işine geliyor.
Söylemeye çalıştığım şey, en başından beri yeraltı dünyası-siyaset bağlantısının ciddi bir vaka olduğudur. Bu kabul edilebilir bir şeydir anlamına gelmez. 1990’ların sonunda Türkiye’de kumarhanelerin kapatılmasından sonra bu konu yeni bir boyut kazandı. Bu kadar fazla kumarhanenin olduğu yerde yeraltı dünyasının büyümemesi mümkün değil. Biz, çok uzun zamandır buna gözümüzü kapattık. Engelleyebilir miydik? Emin değilim. Çünkü biz çok küçük bir aktörüz, bazı şeyler maalesef yapılamıyor, özellikle Türkiye bağlantısı olduğu zaman bizim siyasetçilerimiz “hayır” demeyi ayıp sayıyor.
“Demokrasimiz 1981’de sakatlandı”
Bizim demokrasimiz 1981’de sakatlandı. Çünkü ilk seçimde Kıbrıslı Türkler iktidar partisini cezalandırdı, iktidar partisi UBP ilk seçimde iktidardan düştü; her şeye rağmen, ganimet dağıtılmasına, çok fazla istihdam yapılmasına rağmen... Sonrasında CTP, TKP ve DHP kendi aralarında anlaştı ama ardından müdahale geldi. Nejat Konuk, DHP’den ayrıldı ve çoğunluğu kaybettiler. Ardından UBP bir azınlık hükümeti kurdu, ardından bir yamalı bohça hükümet kurdular, İsmet Kotak (DHP), Nejat Konuk (Bağımsız) ve Türk Birliği Partisi ile. Oradan itibaren seçmene başka bir sinyal gitti. Kolay kolay değiştiremeyeceğiniz bir yapıyla karşılaştığınızda ne yaparsınız? Ya karşısında durmaya devam eder bedel ödersiniz ya da buna ayak uydurursunuz, “madem ki ben işimi bu şekilde çözebileceğim buraya eklemleneyim” dersiniz, ki toplumun önemli bir kısmı bunun karşısında durmaya devam etti. Sol her zaman buna karşı çıktı, bedel ödedi. Ama diğer yandan da UBP statükonun partisi oldu. Soğuk savaş bağlamında sola karşı ve Kıbrıs sorunu bağlamında “Rumculara” karşı kendisini Türkiye’nin bir kalesi olarak takdim etti ve her zaman kayrıldı. Başka ülkelerde de benzer durumlar vardır, bu bize özgü bir durum değildir. Buna en çarpıcı örnek de, komünistlere karşı Hristiyan Demokratların nerdeyse elli yıl iktidarda tutulduğu İtalya’dır. Bir parti sürekli olarak iktidarda kalırsa ve hesap verebilirlik mekanizması bozulursa, sistem sakatlanır ve bunun sonucu olarak her türlü yolsuzluk, çürüme artar. Bu, İtalya’da da böyledir, dünyanın başka yerinde de böyledir, burada da böyledir.
“UBP en başından beri sürekli olarak içten kaynayan bir parti”
- Soru: Son haftalara bazı güçlerin twitter üzerinden ellerinde bazı görüntüler olduğunu açıklamasının ardından olay UBP içi kavga gibi gösterilmeye, başlangıç noktası unutturulmaya çalışılıyor gibi...
- Doç. Dr. Sonan: Ben de sizin gibi algılıyorum açıkçası, hedef şaşırtmaca olduğunu düşünüyorum. Bir adayın başka bir adaya karşı böyle bir komploya tevessül edeceğini tahayyül edemiyorum. Ama sizin de dediğiniz gibi konunun gittiği yer, çıktığı noktadan çok farklı. Bu olaya da biraz tarihsel bakmamız, hafızamızı tazelememiz lazım. UBP büyük bir parti, içerisinde farklı eğilimleri barındıran bir kitle partisi. Bu tür olaylar UBP için yeni bir şey değil. “Bundan daha kötüsü olmaz” diyoruz ama sonra her seferinde daha kötüsü oluyor. Bir önceki, tamamlanamayan kurultayı hatırlayın. Ersin Tatar’ın ve Hüseyin Özgürgün’ü seçildiği kurultay süreçleri daha normal seyretti ama onlardan önceki, yani İrsen Küçük ve Ahmet Kaşif arasındaki kurultay, hatırlayacaksınız, mahkemede bitmişti. Bu, UBP’yle ilgili bir durum aslında. UBP en başından beri sürekli olarak içten kaynayan bir parti.
“UBP liderinin gücünün UBP üyelerinden kaynaklanması çok önemli”
Her durumda, UBP liderinin gücünün UBP üyelerinden kaynaklanması çok önemli. Son bir yıllık süreçte bunun olmadığını gördük. Ersan Saner bir şekilde geldi, hiç alışkın olmadığımız, korkunç bir şekilde gitti. UBP içinde kavgalar hep oldu ama bu kavgalar belli bir düzeyde devam ediyordu. Bugün dehşet verici bir noktadayız.
“Kişi başına düşen milli gelirimizin 2005’teki düzeye geri döndü”
- Soru: 2020 yılında tarihimizin en büyük ekonomik daralmasını yaşadık, İstatistik Kurumu %16.2 oranında küçüldüğünü açıkladı. Bununla ilgili değerlendirmeniz nedir?
- Doç. Dr. Sonan: Şunu da eklemekte fayda var. Aynı açıklamada, kişi başına milli gelir rakamları da ortaya kondu. Kişi başına düşen milli gelirimizin 10 bin dolara düştüğünü gördük. Bir başka deyişle, 2005’teki düzeye geri döndük. Bu ciddi bir fakirleşmedir ama biz maalesef bunları konuşamıyoruz.
“Bütün dünya küçüldü” deniyor, doğrudur ama bu kadar küçülmedi. Örneğin güney komşumuz, %5.1 küçüldü, Malta %7, Yunanistan %8.2 küçüldü. Göbekten bağlı olduğumuz Türkiye ekonomisi %1.8 büyüdü. Bu da bize gösteriyor ki aslında bizdeki fakirleşme daha ziyade yönetememenin bir sonucudur. Diğer ülkelerin nispeten az küçülmesinin sebebi akılcı ekonomi politikalarıdır. Talebin bu denli daraldığı durumlarda ekonomiyi stimüle etmeniz gerekir. Bunun için de kaynağınız olması lazım...
“İşin içinde beceriksizlik var”
- Soru: Cumhurbaşkanı Tatar gayet iyi idare edildiğini, ülkemize rağbet olduğunu ve pandemi sonrasında yükselişe geçileceğini söylüyor...
- Doç. Dr. Sonan: Ben aynı fikirde değilim. Biz pandemiden önce de fakirleşiyorduk. Hatta bunun kökeninde Sayın Cumhurbaşkanı’nın Maliye Bakanı olduğu dönemde uyguladığı kemer sıkma politikaları var. Geldiğimiz noktada enflasyon sürekli olarak artıyor, işsizlik 9 yıl sonra %10’un üzerine çıktı, genç işsizlik oranı %29.3.
Bu küçülme normal değildir. Biz ekstradan küçüldük çünkü işin içinde beceriksizlik de var. Son birkaç ayda, benzin kuyruğu yaşadık, tüp gaz kuyruğu yaşadık, Teknecik’e tankerlerle yakıt taşıdık. Bunlar ekonomik gerekçelerle ortaya çıkmadı. Pandemiyi “fırsat bilme” var, meclis kapalıyken sürekli olarak yasa gücünde kararnameyle ülkeyi yönetmeye çalıştılar.
“Bu krizden çıkabilmemizi sağlayacak tek mekanizma erken seçim”
- Soru: Ekim’de seçim diye yola çıkan bu hükümet şimdi istifa etti, erken seçim tarihi yok. Sizin erken seçim konusuna bakışınız nedir?
- Doç. Dr. Sonan: En erken zamanda seçim olmalıdır. Bu krizden çıkabilmemizi sağlayacak başka bir mekanizma yoktur. Tabii şunu da eklemek lazım, bu kendi kendine olabilecek bir şey değildir. Seçmenin genel olarak testiyi dolu getirenle, boş getireni ayırıp oy kullanması lazım. Eğer kendi partilerinden başka birilerine oy veremiyorlarsa, o zaman kendi partilerinin içinden, düğün-cenaze gezenleri değil, en ehil takımı çıkarmaları lazım. Eğer bu cenderenin içinden çıkacaksak, başka seçeneğimiz yoktur. Gidişat kötüdür.
“Gerçekçi, başarılabilir hedefler koymak lazım”
- Soru: Bundan sonra ne yapılmalı?
- Doç. Dr. Sonan: Üstümüzdeki “deli gömleği” Kıbrıs sorununu üzerimizden atmamız ve insanların hayatını adım adım nasıl biraz daha iyi yapabileceğimizi tartışmamız lazım. Barış hedefi elbette her zaman oradadır ama yeni bir fırsat ortaya çıkana kadar önümüze bakmalıyız. Yapılabilir şeylere odaklanma konusunda şöyle bir örnek vereyim. Kadınların iş gücüne katılma oranı bizde çok düşüktür. Bunun da sebebi çocuk ve yaşlı bakımının kadınlara bırakılmış olmasıdır. Çocuklarını bırakabilecekleri kamusal kreşlerin olmaması kadınların iş gücüne katılmasına engeldir. Yaşlı bakımı, çocuk bakımı konusunu kamunun üstlenmesi için adımlar atmak lazım.
Solun, yani sosyal adalet konusunda gailesi olanların bunları somut politika önerileri, projeler halinde kamuoyuna sunması, tartıştırması lazım. Kamusal sağlık hizmetlerimizi geliştirmemiz lazım. Bunun için de, eğer ortaya toplumsal bir irade koyacaksak, bunu biraz da bu gibi konularda yapmak lazım. Bu toplum gerçekten kötü bir yere gidiyor. Kimlik siyaseti tehlikesini de en kestirme şekilde çözebileceğimiz yöntem budur. Biliyoruz ki göçmenler, Türkiye kökenliler arasında yoksulluk sorunu daha fazladır. Enflasyonun arttığı, gelir dağılımını daha da çarpıttığı, pandeminin bizi ezdiği ortamda bu insanların kimlik siyasetinin kucağına düşmesi çok kolaydır. Bu anlamda da sosyal politikalar geliştirmek, bunlarla seçmenin karşısına çıkmak elzemdir.
“Servet vergisini konuşmamız lazım”
Kaldı ki, bankalara bakarsanız mevduatlar büyümeye devam ediyor. Toplamda ekonomi küçülüyor ama belli kesimlerde bireysel zenginlik artıyor. Bizim eşitsizliği nasıl azaltabileceğimizi konuşmamız lazım. Bugün neoliberalizmin kalbi olan Amerika’da servet vergisi konuşuluyorsa, bizim de bunu konuşabilmemiz lazım. Nasıl vergi toplayacağımızı düşünmemiz lazım. İnsanlar, şu anda olduğu gibi, ödedikleri para düşen bir hükümetin yaptığı sözleşmeyle birilerinin istihdamını karşılamak için kullanılacaksa, vergi ödemek istemez. Ama toplanan paranın nereye gideceğini, kamusal hizmetlerin iyileştirilmesinde kullanılacağını bilirlerse vergisini ödemeye hazırdır. Pandemide gördük, gerektiğinde iş insanları bir araya gelip solunum cihazı aldı, aşı almak istedi, yangın helikopteri almaya talip oldu. İnsanlar vergisinin nereye gideceğini bilirse daha fazla vergi vermeye hazırdır. Ama bizde gündem farklı... %2.5 vergiyle kaç yüz milyonu akladık. Acaba bunun bugün yaşadığımız skandalla da alakası var mı? Kaynağı belli olmayan parayı sisteme sokmak için %2.5 vergi... Bu herkesle dalga geçmektir. Altında imzası olanlar bu kararnameyi geçirme karşılığında ne aldı? Buna cevap aramamız lazım.
Bu bağlamda altını çizmekte büyük fayda gördüğüm bir diğer nokta da en fazla güven duyulan, ayakta duran kurumlarımızdan yargıyı güçlendirmemiz, kaynaksız bırakılmak suretiyle cezalandırılmasına asla müsaade etmememiz gerektiğidir. Yargıya, kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne sahip çıkacak bir hükümete ihtiyacımız var. Stratejik davranmamız, elimizdeki kaynakları etkili kullanmamız lazım. Bunları yapacak bir hükümeti bir an önce iktidara taşımazsak, bugünleri çok ararız.