Yaşadıklarımızı anlamlandırmak: Geçmişe özlem üzerine
Geçmiş ve önceden yaşadıklarımız, gerçekten daha mı güzeldi?
Vedia Bakıroğlu
[email protected]
“Eve dönüyorum denilebilir ama döndüğüm yer evim değil. Bunun nedeni belki de bir evimin olmaması. Ya da daha doğrusu, evimde olmadığım zaman kendimi daha fazla evimde, evim gibi bir yerde hissediyor olmam. Öyleyse insan ne zaman evindedir?”
(Nostalji: İnsan ne zaman evindedir?, Barbara Cassin)
Ne güzel şeydir aslında yarınımızın olması. İnsan olarak belki de farkına varmadan geçmişte başımızdan geçenlere, annemizle yapmış olduğumuz rahatlatıcı mutfak sohbetlerine, dersi anladığımızdan emin olduktan sonra dalıp gittiğimiz gelecek hayallerine, iş arkadaşlarımızın gün içindeki jestlerine, dün gece yediğimiz yemeğin ne kadar lezzetli olduğuna yoruyoruz aklımızı ve bugün yaşadıklarımızı, her fırsatta geçmişe referans vererek. Bu da tabii düşündürmüyor değil: geçmiş ve önceden yaşadıklarımız, gerçekten daha mı güzeldi?
Nostalji, yani geçmişe duyulan özlem, günümüzde geçmişten beslenmemize yol açan bir mutluluk kaynağı. Cambridge Sözlüğü, "nostalgia"yı geçmişte olan şeyleri düşünürken hem zevk hem de hafif üzüntü hissetmek şeklinde tanımlamaktadır. Geçmişte ne vardı ki bugün olmayan? Aslında bu sorunun hepimize göre normal olan hali tam tersidir - bugün ne var geçmişte olmayan? Çünkü bugün olup da geçmişte olmayan çok şey var ve bunu en çok teknoloji ve iletişimde elde ettiğimiz gelişmeler kanıtlıyor. Bence ilk önce geçmişi nasıl tanımladığımız önemli. Bize göre geçmiş dün mü, geçen hafta mı, 5 ay öncesi mi yoksa çocukluğumuz mu? Büyüklerimize “Eskiden…” diye başlayan bir soru sorduğumuzda genellikle akıllarında canlanan anıları çocuklukları, savaş zamanları, eski yaşamın zorluğu ve bu zorlukların yanında yaşadıkları güzel anlar olur. Bunları da genellikle günümüz çağının özellikleriyle karşılaştırarak dile getirirler. “Bizim zamanımızda telefon yoktu, canımız çektiğinde arayalım konuşalım.” lafı hepimizin aklına gelen nene dedelerimizin klasik sözlerindendir. Günümüzün bu özelliği, yani iletişimi bize daha kolay kılması, bugünü dünden daha güzel yapmaz mı o zaman? Bugün sahip olduğumuz teknolojik kolaylıklardan vazgeçmek de o kadar kolay değildir sonuçta. Eğer öyleyse, tüm bu bolluğun içinde neden hâlâ geçmişe tutunarak, geçmişteki yaşam tarzını daha uyarıcı ve saf görerek yaşıyoruz? Bu sorunun cevabı geçmişte yapılan ve halen daha bugün devam ettirilen hobilerin, ilgilerin ve aktivitelerin hatta ikili veya toplu insan ilişkilerinin giderek anlamsızlaşması hatta bunu kendi ellerimizle yapıyor oluşumuz olabilir. Nenelerimizin, dedelerimizin aşk hikayeleri bugünkünden daha heyecanlı, daha kişiye özel gelir mesela. Zaten bugünün filmleri de hep “ulaşılmaz” aşk hikayeleri yaratmaya çalışır ve günün sonunda eskilerin aşkları hep “filmlerdeki gibi” olarak anılır. Günümüzde pul toplamaya başlamak biraz anlamsız kaçabilir mesela. 1950’lerde pul koleksiyonu olan birinin uzaklardaki, kavuşamadığı sevdikleriyle mektuplaşırken topladığı her pul hakkında söyleyebilecek, anlatabilecek birçok anısı varken bugün yapılan pul koleksiyonları sadece semboliktir. İşin sonunda, geçmişle gelecekteki ya da günümüzdeki yaşam standartlarını veya yapıyor olduğumuz basit şeyleri karşılaştırıp hangisinin daha güzel olduğunu düşünmek, bizi sadece şimdiyi ve anın güzelliklerini yaşamaktan alıkoyacaktır diye düşünüyorum.
Bugünün anlamsızlaşması, geçmişteki yaşamımızın bize daha tanıdık gelmesiyle de alakalı olabilir. Sonuçta insan, kimliğini daha net saptayabildiği hatıralarına ve yaşanmışlıklarına tutunur. Lotterman ve Bonanno (2014), dört yıl boyunca yaşadıkları kaydedilmiş üniversite öğrencileri üzerine yaptıkları çalışmada, depresif öğrencilerin geçmişte yaşadıkları mutlu anıları abarttığı ve bu abartmanın da halihazırdaki üzgünlüklerini daha da artırdığını gözlemlemişlerdir. Yani aslında “geçmişte ne kadar mutluysak bugün de o kadar mutlu olmalıyız” sonucuna varamayız. Bugün içinde olduğumuz duygu durumumuz geçmiş hakkında gözümüzde yarattığımız çerçevenin oluşumunda büyük rol oynuyor diyebiliriz o zaman.
Bir diğer taraftan, geçmişte insanların yaşama olan hevesi, gailesi ve beklentileri farklıydı. İnsanlar yaşamak için, hayatta kalabilmek için, mutlu olmak, huzurlu olmak için yaşardı diyebiliriz. O zaman bu geçmişi daha güzel kılar da diyebiliriz. Aklımda canlanan en belirgin örneklerden biri eski şarkıları dinlemenin daha zevkli ve ilham verici gelmesidir bize. Dönüp dönüp aynı eski şarkıları dinliyor oluşumuzun bir sebebi olmalı. Belli ki insanlar geçmişteki yaşantılarını, şarkıların hatırlattığı anılarını daha iç açıcı ve “güzel” buluyor. O eski anları her Erol Evgin’in sesini duyduklarında tekrar tekrar yaşamak istiyorlar, bugünün verdiği “kalitesiz” yaşam standartlarından uzaklaşmak için belki de. Ve işin asıl ilginç tarafı, hayatımızın her neresinde olursak olalım, hangi dönemden geçiyorsak geçelim sürekli geçmişi düşünüyor olmamız. Yani biz zamanın her neresinde olursak olalım geçmişi özleyebiliyorsak, aslında özlediğimiz şey nedir ve bu gerçekten de geçen yıllara mı bağlı, onu düşünmeliyiz.
“Geldiğin yolu unutursan gideceğin yolda kaybolursun.” demiş Yılmaz Güney, eskilerin eskileri hatırlayıp da o zamanlara ışınlanmak istediği dönemlerin birinde… Günümüzün dertlerinden deve gibi başımızı kuma gömüp kaçmaya çalışıyor olmamız, geçmişin bugünden veya gelecekten daha güzel olduğunu hissettiriyor olabilir o zaman. Fakat geçmişe de dönüp baktığımızda, iyi ya da kötü, hep bir gailemiz olduğunu da unutmamak gerekir. Bugünkü yaşamımız gözümüzde ve aklımızda daha belirgin olduğu için, konfor alanımızın dışında kalıyor diyebiliriz (en azından şimdilik). Bu yüzdendir belki de geçmişin ‘güzelliğine’ olan sürekli özlemimiz. Halbuki konfor alanımızın dışına çıkıp gelişimimizi ve anılarımızı kucaklasak ve geçmişte yaşadıklarımızdan çıkardığımız dersleri ve edindiğimiz tecrübeleri bugünümüz için referans alsak, her şey daha farklı olabilir.