YAŞAMAK İÇİN ÖLMEK!
YAŞAMAK İÇİN ÖLMEK!
Feminist Atölye
[email protected]
Mültecilik ve sığınmacılık hali, insanların kendi ülkelerinde savaş, baskı gibi nedenlerle güvenli yaşayamaz hale gelmeleri ve yaşadıkları ülkeyi zorunlu terk etmeleri halidir. Mülteci ve sığınmacı olmak bir tercih olmadığı gibi; ekonomik, siyasi, sosyal veya kültürel sebepler ile daha iyi şartlarda yaşamak için yerleşmek amacıyla bir yerden başka bir yere gidilen herhangi bir göç durumundan farklıdır. Zorunlu göç hali olan mültecilik ve sığınmacılık hallerinde, bir yaşam mücadelesi söz konusudur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre “Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.”
Bu kişiler, hali hazırda devam eden bir şiddet hali söz konusu olduğundan can havliyle çok da tasarlayıp planlayamadan yaşadıkları ülkeden, bir an önce güvende olacakları, nefes alıp yaşamaya devam edebilecekleri topraklara doğru, zaruri ihtiyaçlarını dahi yanlarına alamadan, tehlikeyi göze alarak hareket ederler. Ancak kendi ülkelerinde kalmaya devam ettikleri takdirde ölüm ihtimalleri, tehlikeli göç esnasında karşılaşacaklarından çok daha muhtemel olduğundan her şeyi göze alıp yola çıkan bu insanların, gittikleri yerlerde, kendilerine güvenli ortamı yaratmış, kucak açmış ülkeler ile karşılaştıklarından söz edemeyiz. Ne yazık ki uygulamada, Uluslararası insan hakları hukuku, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme, iltica hakkını düzenleyen iç hukuk normları, sözde sosyal hakları da kapsayan sosyal devlet anlayışı bu insanların zorunlu göç yollarında, ölümlerine engel olamamakta ya da gittikleri ülkelerde insanca koşullarda yaşam sürdürebilmelerini sağlayamamaktadır. Tek başına yasal mevzuat, göç edilen ülkeler açısından durumun ivedilik ve öneminin fark edilmesi anlamına gelmiyor. Bunun yanında, yaşamak uğruna ölümü göze alıp bin bir zorlukla ülkelerinden kaçmayı başarabilenler, uğramak zorunda kaldıkları bazı geçiş ülkelerinde bu yetersiz yasal düzenlemeler dahi olmadığından, geri gönderilme tehdidi ile de karşı karşıyadırlar.
“Var olan hukuki düzenlemelerin yetersiz ve dağınık olduğu gerçeği ile birlikte, var olan hakların kullanılması bağlamında bile ciddi eksiklikler söz konusudur. Mültecilere ve sığınmacılara ilişkin sorunların sürdürülebilir bir şekilde çözümünün, toplumun ezilen diğer kesimleri de düşünüldüğünde kolay olmadığı ortadır. Neoliberal ideolojinin hâkim kıldığı başarı ya da başarısızlığın tamamen bireylerin sorumluluğuna yıkıldığı bir politik ve ekonomik sistemde sosyal hakların, mülteciler ve sığınmacılar acısından değerlendirilmesi bir hak öznesi olmaktan çok bir yardım nesnesi olma şeklindedir. Neoliberal politikaların korunmasız bıraktığı kitleler acısından çözüm, bunun ekonomik bir konu olmayıp, sivil toplumla dayanışma içerisinde çözülmesi gerektiği anlayışı da devletin yapması gerekenlerin önüne bir set çekmemelidir. (Turkbay ve Polat, 2011: 94).
Sığınma arayan kişilerin iltica ve sığınma başvurularında yaşanan gerek mevzuat kaynaklı gerek idare kaynaklı sıkıntılar ortadadır. Sosyal devlet anlayışının değişimiyle birlikte, sosyal haklara olan bakış açısı dönüşüme uğramış, bu haklardan öncelikle yararlanan yoksulların algılanışı artan bir şekilde olumsuz bir içeriğe sahip olmuştur (Ulusoy, 2011: 246). Yoksullara yönelik algılama bu şekildeyken mültecilereyönelik algılamanın daha da sert olması kaçınılmazdır. Bu durum toplumun güçsüz kesimlerinin insan onuruna yakışır bir hayata sahip olabilmeleri acısından gerekli önlemlerin alınması şeklinde oluşan ve sosyal hukuk devletinde toplumsal eşitlik amacına yönelmiş haklar olaraktanımlanan sosyal insan haklarının önemi ortaya çıkarmaktadır(Tanor, 1978:100).
Küreselleşme olgusuyla birlikte yaşanan hareketlilik mülteci ve sığınmacıları neoliberal politikaların nesnesi yaptığı gibi evrensel boyutta insan hakları değerlerinin de öznesi yaptığı söylenebilir. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken noktalardan biri mülteciler ve sığınmacıların hayır kurumları aracılığıyla hak özneleri olmaktan çıkarılmalarıdır. Devletin sosyal sorumluluğunun içinin boşaltılması ve sadaka temelli sosyal yardım anlayışı, mülteci ve sığınmacılara ilişkin politikalarda belirleyici hale gelmesi, sosyal insan haklarının içeriğinin boşaltılmasına yol açmaktadır (Baklacıoğlu, 2009: 242-243).
Mültecilerin, vatandaşlar gibi temel eğitim, kamusal yardım ve sosyal güvenlik başvuruları bakımından eşit bir şekilde muamele görmeleri gerekmektedir (Gill, 1996: 298-299).
Mültecilere ilgili ülkede yasal olarak ikamet eden yabancılara tanınan hakların en azından tanınması gerekmektedir. Her bireyin giderilmesi gereken temel ihtiyaçları karşılanmalıdır. Sosyal haklar anlamında her mülteci sağlık hizmetinden yararlanmalı, çalışma ve barınma hakkına sahip olmalı, mülteciçocukların temel eğitimi sağlanmalıdır. Mülteciler sosyal güvenlik hukuku kapsamında meslek hastalıkları, gebelik, hastalık vb. konularda tanınan haklardan yararlanmalıdır.
Sığınma arayan kişilerin sözü edilen sosyal haklardan yararlanmalarının önünde pek çok engel bulunmaktadır. İdari ya da adli karar olmaksızın uzun süreler alıkonmanın sığınma arayan kişiler üzerlerindeki etkileri, bu kişilerin misafirhanelerde bulundukları sürelerde uluslararası hukuk ve iç hukukun onlara sağladığı hakları kullanmada zorluk yaşamaları ve misafirhane koşullarının uygunsuzluğu, acilen adım atılması gereken konular olarak her zaman önemini korumuştur.
Mülteci ve sığınmacılar ülkelerinden ayrılmanın ve yeni bir ülkeye gelmiş olmanın verdiği sıkıntılar nedeniyle psiko-sosyal desteğe ihtiyaçları vardır. Buna karşılık mültecilere ve sığınmacılara yönelik psiko-sosyal destek azdır. Psiko-sosyal karar verme, rehabilitasyon, kendine yardım için toplum koordinasyonu, toplumla çalışacak sosyal çalışmacıların tanımlanması ve eğitilmesi mülteciler ve sığınmacılar içinönceliklidir (Buz, 2004: 121).
Sığınmacı ve mültecilere yönelik sosyal nitelikteki hakların sağlanmasıyla, bu grupların gündelik hayatının insan onuruna yakışır bir şekilde sürdürülmesi hedeflenmelidir. Konut ve yerleşim olanakları, dil öğretimi, meslek eğitimi, sosyal izolasyon duygusunu azaltmak için olanaklar yaratılmalıdır. Sağlık hizmetleri, gelir getirici olanaklar ve aile bütünlüğünün sağlanması politikası vb. nitelikte bir hizmet ağı yapılandırılmalıdır. Bu alanda çalışan nitelikli personelin yetiştirilmesi ve istihdamı önemli bir konu olmakla birlikte, sığınma sistemini güçlendirmek uzun vadeli ve sürekliliği hedefleyen çabalarla mümkün olabilir ve bu bağlamda gerek ulusal gerekse uluslararası izleme mekanizmalarının işletilmesi oldukça önemlidir (Buz, 2008: 128-129).
Suriye’de yaşanan iç çatışmalar nedeniyle bir kere daha Türkiye yerinden yurdundan edilmiş insanların dramıyla karşılaşmıştır. Mülteciler ve sığınmacılar genellikle “hayatın yok yerinde”, kapatıldığı kamplarda, hayatın görünmez kıldıkları olarak yaşarlar ve biz onları, onlara ilişkin sorunlarda, sorunları çıkaranlar olarak görürüz. Umutlarının karanlık sularda boğulmasına haber bültenlerinde tanıklık ederiz. “
Kıyıya vuran cesetler ile karşılaştığımızda ilk anda acı ile ilk kez karşılaşıyormuş hissine kapılarak isyan etsek de Aylan bir ilk olmadığı gibi, dünya üzerinde baskı, işkence ve savaşlar devam ettiği müddetçe zorunlu göç halleri hiç bitmeyeceğinden her yaştan insan gözlerimizin önünde yaşamak için ölmeye devam edecektir.
--------------------------------------------
* KAYNAK: HAYATIN YOK YERİNDEKİLER: MÜLTECİLER VE SIĞINMACILAR - Sercan Reçber - VI. Sosyal İnsan Hakları Ulusal Sempozyum - 2014 - Marmara Üniversitesi - www.sosyalhaklar.net/2014/bildiriler/recber.pdf